OKURDAN/ ‘Şalom Avrupa, dersimiz dış politika!’

Dünya
16 Aralık 2009 Çarşamba

İsrail-Türkiye ilişkilerinin son bir yılda ne kadar değiştiğinin hepimiz farkındayız. Kimileri bu durumu çok yakın ilişkileri olan arkadaşlar arasındaki geçici anlaşmazlıklara benzetse de, kimileri bu durumu Türkiye’nin yönü tamamen değişen dış politikasının önceden kestirilmesi pek de zor olmayan sonucu olarak görüyor

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, geçtiğimiz yıl Davos’ta İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e Gazze’deki insanlık dramını hatırlatarak diplomatik üslup açısından sert olarak nitelendirilebilecek çıkışıyla artan tansiyon, son dönemde Türk hükümetinin, İran’daki nükleer gelişmeler için somut adımlar atmakta çekindiğini gösteren söylemlerde bulunması, İsrail’le ortak askeri tatbikatları ertelemesi, devlet televizyonu TRT’de içerisinde İsrail ordusunun Filistin’de insanlık suçu işlediğini öne süren sahnelerin olduğu dizinin yayınlanmasında tepki göstermemesi ve en sonunda da Suriye-İsrail arabuluculuğu görevinde İsrail’in Türkiye yerine Fransa’yı da düşünebileceği yönündeki açıklamalarıyla daha da tırmandı.

Peki, iki ülke açısından tarihi müttefiklik ilişkisinde Avrupa Birliği’nin ne ilgisi var? Durum aslında çok basit.

Geçtiğimiz günlerde İsrail hükümeti kabinesinden Sanayi ve Ticaret Bakanı Binyamin Ben-Eliezer, Türkiye’deydi. Aşırı sağcı İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liebermann’ın tansiyonu iyice tırmandıran açıklamalarına inat iki ülke arasındaki ilişkilerin daha fazla zarar görmemesi için yerinde bir ziyaret yapan Ben-Eliezer, beraberinde hatırı sayılır bir heyet içerisinde işadamı ve bürokrat getirdi. Bakan düzeyinde bir ziyaret olmasına rağmen Cumhurbaşkanı Gül’den Dışişleri Bakanı Davutoğlu’na kadar devletin en üst kademeleriyle görüşen Ben-Eliezer, yaptığı her konuşmada ziyaretinin, İsrail hükümetinin resmi politikası dahilinde olduğunu ve geçmişteki karşılıklı ilişkilere ve Türkiye’nin jeopolitik gücüne atıfta bulunarak Türkiye’nin arabuluculuk görevini hâlâ desteklediklerini söylemesi bir tesadüf değildi. Son kelime oldukça önemli: ...tesadüf değildi! İsrail’in, bölgedeki devamlılığını sağlamak ve güvenliğini artırmak için alternatifi olmayan bir ülkeye, Türkiye’ye, ihtiyacı var ve onu kaybetmemek adına her türlü yöntemi denemesi, siyaset ve toplum bilimciler açısından ders çıkarılacak niteliktedir.

Avrupa Birliği’nin tarihi boyunca üyelerini ötekine kaptırmamak adına Salazar Portekizi’nden, Franco İspanyası’na, Cuntalar idaresi altındaki Yunanistan’dan, eski Sovyet bloklarına kadar içine almaktaki gözü kapalı tavrı ve aynı durumu Türkiye için göstermeyerek uyguladığı çifte standardın Türk hükümetinde yarattığı motivasyon eksikliği, Türkiye’yi yeni bölgesel arayışlara itmiştir. En yakın durak da itibarını geri kazanmaya çalışan ülkeleri bir araya getirebilecek bir lidere ihtiyaç duyan eski arka bahçe Ortadoğu’dur ve bu durum bazı alışkanlıkların değişmesine neden olmaktadır.

Avrupa, Sarkozy ya da Merkel’in kişisel hırs ve ihtiraslarına bırakılmayacak kadar önemli bir kıtadır.

Dünyanın en saygın gazetelerinden The Financial Times ve Haaretz’in geçtiğimiz dönemde her fırsatta Türkiye’nin dış politika anlayışının Davutoğlu ile birlikte çok tartışılsa da Batıcılık’tan Neo-Osmanlıcılık’a kaydığını hatırlatması da bir tesadüf değil, tam aksine yeni bir realitenin Avrupa liderlerine üstü kapalı hatırlatması. Aksi takdirde, eskiden sanıldığı gibi Avrupa Birliği olmazsa Türkiye alternatifsiz değildir ve asla içine kapanmayacaktır. 2000’lerin başında her iki taraf için de ilişkilerin tavan yaptığı günler, artık mumla aranmaktadır. Türkiye ötekine kaptırılacak; çok daha güçlü ve bağımsız karar almak zorunda kalan bölgesel bir lider olma yolunda devam edecektir. Bu durumun AB’nin çıkarlarını rahatsız etmeyeceğinin garantisini de ne yazık ki kimse verememektedir.

Beş yüz yıllık modern bir kıta olan Avrupa’nın, yarım asırlık bir ülke olan İsrail’in dış politikasından çıkaracak çok dersi vardır. Tabii ki çıkarmak isterse!

 

Sercan Altınbaş

Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları