Kamondolar’dan Paşaroslar’a

Dünya
16 Aralık 2009 Çarşamba

Geçenlerde haftalar ilk yazıda Kamondoların trajedisinden bahsetmiştim.  Yaşadığı muhteşem köşke rağmen, Beatrice Kamondo’nun kaderi, tüm ailesi ve tanıdıkları ile küçücük bir sığınakta yaşayan, Anna Frank’ınkinden farklı olmadı…  

Bu yazımda ise daha iyimser olaylara yönlenip, Fransa’da Türkiye Mevsimi düzenleme fikrinin nasıl doğduğunu anlatmak istiyorum. Türkiye Mevsimi, aslında bundan üç yıl evvel İstanbul’da düzenlenen Fransız Baharı’na karşı yapılan hoş ve anlamlı bir jest... 2006 yılında Ankara’da Fransız Kültür Ataşesi olarak görev alan Stanislas Pierret ve İstanbul’da Fransız Enstitüsü’nde çalışan Arnaud Littardi, Fransız Baharı diye adlandırılan ve kültür ağırlıklı mevsimi düzenlediler…  Pierret ve Littardi,  Fransa’ya döndüklerinde, zamanın Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın onayını aldıktan sonra, Fransa’da Türkiye Mevsimi’ni düzenlemeye karar verdiler… Güdülen amaç, Türkiye’yi iyi tanımayan Fransız halkının, ülkemiz hakkında yanlış düşüncelerini ve önyargılarını düzeltmek, Türkiye’yi güzel ve doğru tanıtmaktı… Bu arada bana bu açıklamaları yapan, İstanbul aşığı, Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak beş sene çalışmış Huguette Meunier; Chauvin’e de teşekkür ederim.

AXA Sigorta’nın Genel Müdürü Henri de Castries’in desteği ile düzenlenen Türkiye Mevsimi’nde yer alan faaliyetlerin çeşitliliği hemen göze çarpıyor. Gençlere yönelik eğitim ve sanat amaçlı gösterilerden tutun da, akla gelebilecek her türlü konuda uzmanlaşmış  (Fransız ve Türk), bilirkişilerin tartıştığı, bilgi verdiği, sorulara doyurucu cevap yönelttiği paneller de var.

Fransa’nın çeşitli şehirlerine dağılmış olan etkinliklerin tamamını izlemek mümkün olmadı. Seçme yapmak gerekiyor ve size şu anda bahsetmek istediğim gösteri, 6 Aralık’ta Los Paşaros’un Yahudi Sanatı ve Tarihi Müzesi’nde verdikleri konser… Aslında tüm öğleden sonra, İstanbul’a ayrılmıştı denebilir… Aynı gün, aynı müzede, tarihçi Nora Şeni’nin yönettiği panele, İstanbul’dan Rıfat Bali ve gene İstanbul’da yaşayan, Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, Fransız tarihçi Laurent Mallet de katıldı. Panelin konusu da ‘Türkiye, Türkler ve Yahudiler’. Gönül ister ki böylesi ilginç panellerde, herkes istediği tüm soruları zaman kısıtlamasına uğramadan sorabilsin… Üstelik de, konusu ile böylesi özleştiğimiz panellerde.

Sibel Pinto’nun özene bezene hazırladığı yemeklerden bir koşu, alelacele tattıktan sonra, (Sibelcim, ellerine sağlık, ayva tatlısı dediğin gibi nefisti), bir elde börek ve kafada, aman bir an evvel gideyim, güzel bir yerde oturayım fikri ile oditoryuma doluştuk… İki saate yakın, inanılmaz bir konser izledik… Ön planda İzzet ve Karen, arka planda Hubeş kardeşler, bizi Sefarad müziğinin en güzel parçalarından oluşan bir rüya sundular… Marsilya’dan gelmelerine rağmen, yorgunluklarını hiç hissettirmediler… Karen Gerson inanılmaz enerjisinin sırrını bizimle paylaşabilir mi diye hâlâ kendi kendime soruyorum… Salonda seyircilerin tümü İstanbul asıllı olmamalarına rağmen, şarkıların çoğunu tanıyor ve mırıldanıyorlardı… İkinci sırada oturduğum için, Yavuz ve Selim’in hem çalıp, hem de şarkıları söylediklerini izlemek hoşuma gitti…

Karen Gerson ve İzzet Bana, sadece şarkı söylemekle kalmıyor, adeta şarkıları tiyatro oynarcasına canlandırıyorlardı da… Şarkı üzgünse üzgün, neşeli ise, neşeli, fettan ise fettan mimikler almayı büyük bir ustalıkla beceriyorlar… Seyirciyi davet etmede de çok ustalar. Kısacası Los Paşaros konseri, izleyicilerini,  yalnızca müzik açısından değil, şarkıların tarihi hakkında bilgi vererek, sözlerini günümüzün teknik olanaklarından yararlanarak,  ekrana yansıtıp, beraber söyleme imkânı tanıyarak, dolu dolu yaşattılar… Avuçlar patlarcasına, ta en içten gelen İnanılmaz bir alkış tufanı ile salon sarsıldı… Yüzlerde memnunluk, gülümseme, mutluluk ifadeleri ile istemeye istemeye, ayakları sürte sürte, çıkışa doğru yöneldik…

Böylesi etkinlikleri tekrar izleme ümidi ile derken, organizatörleri de yürekten alkışlıyorum.

Ziva GALİKO/ Paris