AL-QUDS ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ İLE Tapınak Tepesi üzerine...

Kudüs’teki Al-Quds Üniversitesi’nin başkanı, tanınmış entelektüel Dr. Sari Nusaybe, muhtemelen yakında Filistinli yöneticilerin bir numaralı düşmanı olacak.

Marsel RUSSO Perspektif
16 Aralık 2009 Çarşamba

Geçtiğimiz haftalarda Kudüs’te düzenlenen ve ‘Tapınak Tepesi’ni konu alan bilimsel bir toplantıda, Dr. Nusaybe, Yahudilerle Tapınak Tepesi arasında bir bağ olduğunu ve Tanrı’nın, Kenaan topraklarına kutsiyeti, İsrailoğulları’na verilmek üzere bahşettiğini söyledi… Tunuslu yazar Ftouh Souhail’in Terre d’Israel Blogunda konu ile yayınlanan yazısını aşağıda yayınlıyoruz

Söz konusu toplantıda Dr. Sari Nussabe, Yahudilerin, Kenaan Toprakları’ndaki varlığının Hıristiyanlardan ve Müslümanlardan daha öncelere dayandığını belirtti ve Tapınak Tepesi’nde (Temple Mount – Mont Moriah ) bir Yahudi Tapınağı’nın varlığını da kabul etti. Kendisi, İsrail’in Kudüs’teki egemenliği ile daha az örtüşen tezler de geliştiriyor. Buna rağmen, çok cesur ve olağandışı tespitlerde bulunduğunu itiraf etmek gerekir. Bu yaklaşım, Filistin’deki sivil toplum ve kanaat önderleri için yeni bir durum teşkil ediyor. Filistin tarafından yükselen sert protestolar ve kitabını yayınladıktan sonra şahsına yönelik aldığı tehditler bunu kanıtlar nitelikte. “Neredeyse tamamen gizlilik içinde yaşamak durumundayım…” diyor Nusaybe.

Dr. Sari Nusaybe, 2001 yılında Filistinlilerin ‘Geri Dönüş Hakkı’  konusunda ısrarcı olmamaları gerektiği iddiası ile tanındı. Bu bağlamda, 2002 yılında Ami Ayalon ile birlikte başlattıkları ‘İki Devletli Çözümü’ öneren sivil hareketin de öncüsü konumunda.

24 Eylül 2001 tarihinde Haaretz Gazetesi’nde yayınlanan ve Filistin basını tarafından da ilgi ile karşılanan ‘Doğrunun Sesi’ başlıklı makalesinde Sari Nusaybe, bir arada yaşayacak, ‘birbirinden bağımsız komşu’ iki devletin varlığı esasına dayalı, kesin ve nihai bir barış talebini ifade ediyor ve özellikle, Filistinlilerin eski evlerine geri dönüş haklarından vazgeçmeleri çağrısında bulunuyor…

Filistin ile İsrail arasındaki barışın yorulmaz bir savaşçısı olarak, 2005 yılında İsrail’e karşı başlatılmak istenen üniversite boykotuna, Kudüs İbrani Üniversitesi ile birlikte yayınladıkları ve imzaladıkları ortak bildiri ile karşı çıkar. Davranışları ve duruşu ile İsrail’i akademik, kültürel ve ekonomik dünyadan uzaklaştırmak isteyenlere karşı elinden geleni yapar. Bu konuda yayınladığı boykot karşıtı, akademik özgürlük yanlısı bildirisi Bar-Ilan Üniversitesi’nde okunur.

Geçtiğimiz haftalarda yapılan uluslararası toplantıda, Yahudiler ile Tapınak Tepesi arasındaki tarihi bağı kabul etmesi ise önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Gerçi bu bilinen bir gerçeğin teyididir, ancak bir Arap entelektüelinin bunu dillendirmesi az rastlanır bir durumdur. Filistin yönetimi altında çalışmalarını sürdüren Arap üniversitelerinde akademik özgürlüğün bulunduğunu söylemek mümkün değil. Bu bağlamda, siyaset bilimsel namusun önüne geçmiş durumdadır. Kudüs’teki Yahudi Tapınağı (Bet-Amikdaş) birçok Arap için bir mit niteliğindedir.

Oysa tarih Kral David’in MÖ 997 yılında Tapınak Tepesi’nin yamaçlarında yer alan Kudüs’ü krallığının başkenti ilan ettiğini söyler. Oğlu Kral Süleyman, MÖ 968 yılında, Tapınak Tepesi’ne Bet-Amikaş’ı (Büyük Tapınak) inşa eder ve kente kutsiyet kazandırır. MÖ 587’de Babil Kralı Nabukadnezar’ın orduları Tapınağı yıkar ve Yahudiler Babil’e sürgüne gönderilirler. Ancak daha sonra, MÖ 516’da Kudüs’e dönmeleri ile Tapınağı ikinci kez inşa ederler…

Eski Şehrin içindeki “Batı Duvarı” eski Yahudi Tapınağının bugüne kalan son duvarıdır ve dualara ve geleneklere esas teşkil eden, Yahudiliğin en kutsal yeridir. Binlerce yıl boyunca, günde üç kez, Yahudiler Kudüs’e, Tapınak Tepesi’nin eteklerine dönmek için dua ettiler. Binlerce yıl boyunca, David’in mezmurunu tekrarladılar: Seni unutursam Ey Yeruşalayim, sağ elim hünerini unutsun. Eğer seni anmazsam, eğer Yeruşalayim’i baş sevincimden üstün tutmazsam, dilim damağıma yapışsın…”

Buna karşılık, Kudüs hiçbir Arap ülkesinin başkenti olmadı. Gerçekten de, tarihteki birçok Arap Devleti için burası bir bataklık olmaktan öte gitmedi. Kudüs, Müslüman yönetimlerin hiçbiri tarafından bölgesel başkent olarak da anılmadı, onlar için kültürel bir anlam da ifade etmedi. Yahudiler için kentin tamamı kutsiyet ifade ederken, Müslümanlar için, yalnızca, Hz. Muhammed’in göğe yükseldiği yer olarak, Mescid-i Aksa önem arz etti…

İngiliz yazar Christpher Sykes bir yazısında şöyle der, “Bir Müslüman için Mekke ile Kudüs arasında çok ciddi farklar vardır. Bunlar, kutsal yerler içeren kutsal kentlerdir. Ancak, Mescid-i Aksa haricinde, Kudüs’ün İslami anlamı yoktur…”

Dini açıdan, Yahudiliğin dünya üzerindeki en kutsal yeri, Tevrat tarafından ifade edildiği üzere, Avraham’ın Tanrı’ya oğlunu kurban vermek için çıktığı ve daha sonra Kral Süleyman tarafından Bet-Amikdaş’ın inşa edildiği Mont Moria – Tapınak Tepesi’dir. Bu tapınakta, yalnızca Başrahibin ulaşabildiği ‘Kutsalların Kutsalı’ vardır. Romalılar tarafından MS 70’te yeniden ve kalıcı olarak yıkılmış olması, Maimonides zamanına dayanan bir geleneğe göre, bu yerlerin kutsiyetini tartışmaya açmaz. İlk sürgün dalgası ile MÖ 587’de Babil’e sürülen Yahudilerin zamanından bu yana “Babil Nehri’nin kıyılarında, oturur ağlardık, Siyon’u hatırladıkça…” diye ağıt yakılır…

Kudüs’teki Tapınağın yıkılması ve Yahudi halkının Diaspora’ya çıkmasından bu yana, tüm dualarda Kudüs’e dönüş için bir yakarış vardır. Nesilden nesle aktarılan biblik ve tarihi mirasla Yahudi kimliği Kudüs ile sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. Bu çerçevede, her yıl Pesah’ta Mısır’dan çıkışı anlatan Hagada “Seneye Yeruşalayim’de” sözcükleri ile anlam bulur. Kudüs’e dönüş için beslenen bu derin umut, 19. yüzyılın sonlarında siyasi Siyonizm’e ilham verir.

Bütün bu zaman dilimi içinde - yaklaşık 2000 yıl kadar - Yahudiler Kudüs’te hep var oldular. 1840’tan itibaren kentteki en kalabalık grup haline geldiler. 2000 senelik bu uzun yolculuk esnasında, dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudiler hep Kudüs’ün yeniden inşası için Tanrıya dua ettiler. Bu anlamda, Bet-Amikaş’ın Süleyman tarafından inşa edildiği Tapınak Tepesi, onlar için en kutsal mekân olma durumunu devam ettirdi. Ancak çok da uzak olmayan bir geçmişe dek, Yahudiler ve diğer dinlere mensup olan ziyaretçiler, duvarın diğer tarafından atılan taşlarla ve sataşmalarla karşılandılar.

Dolayısı ile düzenlenen bu bilimsel toplantı bu anlamda bazı gerçeklerin yeniden teyit edilmesine vesile oldu. Dr. Nusaybe’nin “Yahudiler ve Tapınak Tepesi” arasındaki bu ilişkiye ait söylemi, daha önceleri tanık olunmamış cesur bir girişim olarak algılanmalıdır.

Gerçi Nusaybe’nin barışa olan özlemi çok daha gerilere ve bu toplantıdaki girişiminden çok daha derinlere dayanıyor… 1980’li yılların sonundan itibaren İsrail’in Filistinliler tarafından tanınması için çok mücadele verir Dr. Sari Nusaybe… Aynı zamanda İsrailli aydınlarla kurduğu sıkı ilişkiler bir yerde Oslo Barış Süreci’nin ilk adımları olarak algılanmalıdır. 

Elbette ki İsrail’in tanınması adına yaptığı girişimler risksiz olmaz hiçbir zaman.  Felsefe dalında öğretim üyesi olarak çalıştığı Bir-Zeit Üniversitesi’nde verdiği bir konferans sonrasında, 21 Eylül 1987’de ciddi bir saldırıya uğrar… Konferansın konusu, toleranstır. Aslında Nusaybe, İsrail’in varlığını ret edenler tarafından ‘işbirlikçi’ olarak yaftalanmaya alışıktır. Filistin topraklarını içinde olsun dışında olsun onu işbirlikçi olarak görenler, kendilerinden birinin İsrail ile sıkı komşuluk bağları oluşturmasını hazmedememektedirler. O hem İsrail’in şeytanlaştırılmasına karşı çıkarak hem de yıllar boyunca iki halkın arasında kalıcı bir barışa ulaşılması için mücadele ederek hayatını tehlikeye atar.

Şu açıkça bilinmelidir ki, yaptıklarından ve savunduklarından dolayı Dr. Sari Nusaybe’ye karşı cadı avı başlatanlar, tarihi gerçekleri inkâr eden lobilerdir. Bundan dolayıdır ki birçok sözde aydın onun aldığı yola katılma davetlerini ret etmektedirler… Konuyu yerli yerine oturtacak ve tarihi yanılgıları önleyecek her tür uygar tartışmaya bu nedenler sırt çevirmektedirler…

Kaynak: Terre d’Israel -

La Voie des Israeliens Francophones

4 Aralık 2009

DR SARİ NUSAYBE kimdir?

12 Şubat 1949’da Şam’da doğdu. 1995 yılından beri Kudüs’teki Al-Quds Üniversitesi’nin Rektörü olarak görev yapmakta. Ekonomi, felsefe ve siyaset alanlarında Oxford Üniversitesi’nde mastır, Harvard’dan da doktora aldı. 2002 yılından beri, Filistin Özerk Yönetimi tarafından Kudüs Dosyası ile ilgilenmek ile görevlendirildi. Kendisi ile ilgili detaylı bilgiye Al-Quds Üniversitesi’nin resmi internet sitesinden ulaşılabilir.