/Polonya’dan Gorbaçov’a Doğu Avrupa’nın özgürleşmesinin kısa tarhi

Ekonomi
11 Kasım 2009 Çarşamba

Doğu Avrupa’daki 1989 devrimlerini kutlarken – Haziran’da Polonya seçimleri, Kasım’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, Doğu Avrupa’da diğer ülkelerin özgürlüklerine kavuşması, Romanya’da kanlı son – bütün bunları mümkün kılan şeyi göz ardı ediyor olabiliriz: Perestroika. Mikhail Gorbaçov’un Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirdiği muhteşem devrim.

İnsanlar o zaman anlamıştı. Polonya anti-komünist  muhalefetin önderlerinden biri olan Adam Michnik 1989’da şöyle demişti: “Perestroika virüsü” olmasaydı, [demokratik hareketimiz] bugün ulaştığı yere gelemezdi.”

Bu öyküyü daha gerilere, unutulmuş bir başka muhteşem olaya kadar izlemek mümkün: 1956’da  Polonya’daki “Ekim’de bahar” olayı. Bir grup liberal komünist, Stalinci liderliği alaşağı etmişti; Savunma Bakanı Mareşal Rokossovsky dahil, heryerde görülen Sovyet danışmanlarını kovmuştu ve Kruşçev’i, tankları göndermesi halinde Polonya ordusunun savaşacağı konusunda uyarmıştı.

Bu Polonya tecrübesi bir süreliğine Komünist dünyadaki nispi özgürlüğün işaret feneri oldu.  Fakat sonraki yıllarda, Brejnev’in Moskova’da işleri ele almasıyla etkisini kaybetti.

Gorbaçov, 1985 Mart’ında Sovyet Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri seçildikten hemen sonra, ülkenin bir gerilemeden kurtulması için Sovyet siyasi sisteminin radikal bir biçimde değişmesi gerektiğini açıkladı. 1987 Ocak ayında gizli oylama ve her mevki için birden fazla aday olacağını söyledi. 1988 yazında aynı prensiplerin Sovyet parlamento seçimleri için de geçerli olacağını ilan etti.

Seçimler Mart 1989’da oldu. Moskova, Leningrad ve Kiev’deki parti kalantorları, güçlü yerel parti sekreterlerinin yaklaşık dörtte biri ve eskiden yerleri garanti olan generallerin çoğu koltuklarından oldu. Yeni parlamentonun oturumları televizyondan canlı olarak yayınlanmaya başlandı. Bütün Sovyetler Birliği’nde ve harici dünyada insanlar işlerini bırakıp, Gorbaçov dahil, Sovyet liderlerinin eleştirilmelerini, ordu ve KGB’nin zalimliklerinden dolayı suçlanmalarını ve hiç bir şekilde sonucu kestirilemeyen oylamarı izlemeye başladı.

Yeni durum henüz tam bir demokrasi olmayabilirdi ama çılgın bir canlılık içeriyordu ve o güne kadar bir komünist ülkede görünen gerçek şeye en yakın olguydu. Moskova’da düzenlenen büyük kitlesel gösteriler Komünist Parti’nin, elinde bulundurduğu anayasal güç tekelinden feragat etmesine ve 1991’de muhafazakarların eski Sovyetler Birliği’ni yeniden kurmak girişimlerinden vazgeçmelerine yol açtı. Polonyalı liberallerin 1956’dan beri bekledikleri değişim gelmişti.

Gorbaçov daha 1985’te Varşova Paktı liderlerine, iktidardaki her partinin artık kendi meselelerinden kendilerinin sorumlu olması gerektiğini söylemişti. 1986’da yine onlara, Macaristan ve Çekeslovakya’da kullanılan yöntemlerin artık işlemeyeceğini anlattı. Liderler ikna olmamıştı ve Gorbaçov Nisan 1987’de Prag’a yaptığı bir ziyarette 1968 müdahalesini reddetmeyi ihmal edince neredeyse bütün tabloyu mahvedecekti.

Fakat o güne gelindiğinde, 1980’de sıkıyönetim idaresi boyunca General Jaruzelski tarafından bastırılan Dayanışma isimli anti-komünist sendika, yeniden güç kazanmıştı. Polonyalı komünistler taviz vermeleri gerekeceğini anladılar. Eylül 1988’de üst düzey bir yetkiliyi Gorbaçev’le görüşmeye gönderdiler. Gorbaçov kendisine, uygulayacakları yöntemlerin ve alacakları kararların Polonya liderliğinin bileceği iş olduğunu söyledi.

Bunun üzerine Polonya hükümeti ve Dayanışma sendikası arasındaki toplantılar düzenlendi ve bunlar Nisan 1989’da tamamlandı. Dayanışma’nın Haziran seçimlerindeki seçim zaferi müthiş bir olaydı. Bunu, bütün Doğu Avrupa’da gözlemlenen halkın karşı konulmaz değişim baskısı izledi. Fakat o zamana kadar Sovyet seçimleri zaten yolu belirlemişti.

Günümüzde birçok Batılı, Gorbaçov’u, o kasırgayı iyi yönetememekle suçluyor; Rusların çoğu da, bir süpergücü yıkan hain olarak görüyor. Ülkeleri içe dönük, milliyetçi, komşuları tarafından güvenilmez, kendinden ve dünyadaki konumundan kuşkulu olarak kaldı. Ülkenin tarihi, boyu ve yoksulluğu, Avrupa’nın geri kalanında başarılan demokrasiye nispeten daha hızlı ve kolay geçişi hiçbir zaman gösteremeyeceğine işaret ediyordu.

Ülke, korkularının üstesinden gelebilirse geleceğin Rus tarihçileri  Gorbaçov’un oynadığı rolü daha nazik yorumlayabilirler. Bizlerin ise, Gorbaçov olmadan Avrupa’da komünizmin sona ermesinin çok daha daha kanlı ve uzun bir olay olabileceğini unutmanın mazereti olamaz.

Sir Rodric Braithwaite, İngiltere’nin  Moskova eski büyükelçisidir.

 

 

Rodric Braithwaite

Financial Times / 5 Kasım 2009

Çev: Dani Altaras