KRISTALLNACHT Yaşanacak günler için oku ve anla

“Tanrım beni affetsin...

Protesto etmeliyim,etmeliyim ki tüm dünya protestomu duysun ve ben bunu yapacağım”

Perspektif
11 Kasım 2009 Çarşamba

17 yaşındaki bir Polonya Yahudi’si olan Herschel Grynszpan’ın Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ni basıp 3.Sekreter Ernst Von Rath’ı vurması sonrası tutuklandığında cebinde bulunan kartpostalda böyle yazıyordu…

Kim bilir belki de bu genç adam ailesinin 17.000 Alman vatandaşı olan Polonya kökenli dindaşıyla beraber 28 Ekim 1938 de Almanya-Polonya sınırına sürülmesiyle başlayan ve bir sınır kasabası olan Zbaszyn’de insanlık dışı şartlarda kapana kıstırılmış hayvanlar gibi yaşamaya zorlanmasıyla gelişen bir sürece tepki göstererek Yahudiliğin, var olduğu günden beridir, bir hayalet gibi peşinde dolaştığı o nefretin; antisemit duyguların ve onun faillerinin o güne kadar planladıkları en kapsamlı yok etme projesinin kıvılcımlarını ateşlediğinin farkında değildi..

Nasyonal Sosyalizm’in, Hitler’in 30 Ocak 1933 tarihinde iktidara gelmesi ve Reichstag yangınıyla pekişen katıksız hâkimiyetinin, bazı tarihçilere göre İkinci Dünya Savaşı’nın Almanya tarafından başlatılmasındaki belki de yegâne sebep olan - ve kendilerince var olduğu iddia edilen -  ‘Yahudi Sorunu’na çözüm olarak başlattığı süreçte kilometre taşı olacak bir adım atması için ihtiyacı olan fırsat böylece doğmuştu...

7 Kasım 1938 Von Rath vurulur… Resmi Nazi gazetesi haberi duyurur duyurmaz 8 Kasım’da seyrek de olsa Yahudi karşıtı ayaklanma başlar... Parti yönetimi hemen Yahudilere yönelik yeni baskı unsurlarını devreye sokar… Öncelikle o dönemde Almanya nüfusunun %0.76’sını oluşturan toplam 500.000 kişilik Yahudi cemaatinin kendi içinde ve en önemlisi yönetim organlarıyla arasındaki bağlantısı koparılır. Üç ulusal, dört kültürel, birkaç spor ve sadece Berlin’dekinin tirajı 40.000 olan yaklaşık bir düzine kadar yerel cemaat gazetesinden oluşan Yahudi basınının faaliyeti durdurulur… Unutulmamalı ki cemaati bilgilendirme ve oluşabilecek olan tehlikelere karşı uyarmada en önemli iletişim aracı basındı… Yahudi ilkokullarında kontenjan yetersizliği olması durumunda çocukların gitmelerine izin verilen Alman okulları yasaklanır; Almanya genelinde tüm Yahudi kültürel aktiviteleri durdurulur ve 1935 Nürnberg Vatandaşlık Kanunları sonrası elde kalan haklar da ellerinden alınmaya başlanır.

9 Kasım 1938 Von Rath karın bölgesine aldığı üç kurşun yarası ile hayatını kaybeder.

Aynı gün akşam yemeğinde Hitler konu hakkında bilgilendirilir. Kısa bir değerlendirmeden sonra Propaganda Bakanı olan Goebels beklenen açıklamayı yapar:

“Führer’imizin aldığı karara göre parti tarafından gösteri hazırlığı yapılmayacak ve organize edilmeyecektir; ancak oluşabilecek anlık olaylar da engellenmeyecektir…”

Aslında çok Hitlervari bir iletişim yaklaşımı ile tamamen bugünkü bilgi, algı yeteneğimiz ve tecrübelerimiz sebebiyle anlayabildiğimiz şekliyle düğmeye basılmış oluyordu... O dakikadan itibaren temelinde Nazilerin kendilerine hedef olarak koydukları ve teoride Yahudi mal varlıklarına el koyarak savaş hazırlığında olan ordunun silahlanması için gereken finansal gücün sağlanması, Yahudilerin toplumdan ayrıştırılıp izole edilmesi, kendilerine ait olan tüm ateşli silahlara el koyularak toptan silahsızlandırılması ve en önemlisi 1933 yılının başından beridir etkisini arttırarak süregelen antisemit ayrımcılık politikasını, tarih sahnesinde yerini gelmiş geçmiş en büyük Yahudi düşmanlarından biri olarak almış Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in yaş günü olan 10 Kasım 1938’de içine alan bir süreçte başlayan ve İkinci Dünya Savaşı’nın son günlerine kadar devam eden fiziksel bir şiddete dönüştürmek olan hedefler pratiğe dökülüyordu…

YİRMİ DÖRT SAATLİK YIKIM

Saat gece yarısından sonra 1.20’yi gösterdiğinde 10 Kasım gününün ilk ışıklarıyla başlayacak olan bu büyük ayaklanmanın emri verilmiş oluyordu. Uluslararası arenada yaratacağı diplomatik kriz nedeniyle hem zamanlaması hem de niteliği açısından birçok parti lideri açısından son derece yanlış olduğuna inanılan bu adım biraz da Goebels’in megalomanyak yaklaşımlarının bir sonucu olarak değerlendiriliyordu.

Goebels kısa bir süre önce Sudetland krizinde yürütmüş olduğu etkisiz ve yetersiz propaganda kampanyasından dolayı aşağılanmış ve Çekoslovak asıllı bir sanatçı ile yaşadığı skandal ilişki nedeniyle de gözden düşmüştü. Kısacası kendini Hitler’in gözünde tekrar yüceltmek adına bir şeyler yapmalıydı.

Sonuçta Reinhard Heydrich tarafından tüm ilgili birimlere yollanan bir mektupta detayları a’dan z’ye tarif edilmiş olan bu şiddet kampanyasına zaten 10.30 saatlerinde harekete geçmiş olan çeteler ve SA’larla beraber asıl yıkıcı güç olan SS’ler de katılmış oluyordu.

Olaylar 11 Kasım’da yine Goebels’in vermiş olduğu resmi emirle sona erdi. Yaklaşık 24 saatlik bir süreçte meydana gelen bu organize yıkım özellikle günümüz toplumlarının geleceği nedeni ile son derece hassasiyetle okunması gereken dip notlar içermektedir. Açıkçası siz değerli okurlarımı hayal kırıklığına uğratmak istemem ancak bu noktada sizlere bu fiziksel yıkımın rakamsal detayları hakkında bilgi vermeyi düşünmüyorum. Temelinde 1990 yılında Yad Vaşem’de beş hafta boyunca katıldığım akademik seviyedeki Holokost eğitiminde edindiklerimden kaynaklanan sebeplerden dolayı rakamlar beni pek ilgilendirmiyor...

HOLOKOST’U DOĞRU OKUMAK

Üstüne üstlük geçen 19 yıllık süreçte Yad Vaşem’in kurum olarak sürdürdüğü çalışmalarında temel teşkil eden mesajlarıyla tüm dünyaya 1933-1945 yılları arasında Yahudi toplumunun başına gelmiş olması nedeni ile bize özelmişçesine mal edilmiş, ama özünde insanın insana yaşatmış olduğu bu yeryüzü cehenneminin gerçekleriyle çok önemli uyarılar aktarılmaya çalışılmış olsa da, 1994 Ruanda ve 1996 Serebrenica katliamlarının yaşanması bu konudaki yaklaşımımı haklı kılmaktadır... İşin belki de en ilginç yanı, 1994’teki Ruanda katliamıyla aynı tarihlerde İstanbul’da Avrupa Birliği’nin ırkçılıkla mücadele ve yaratabileceği toplumsal sonuçlarla alakalı son derece önemli bir sempozyumu düzenlenmekteydi. Bu sempozyumda 1990’daki eğitimimizde beraber olduğumuz Yad Vaşem’in önemli akademisyenleri, Yehuda Bauer gibi ünlü tarihçiler ve konunun uzmanları da yer almaktaydı.

Bu sempozyumun belki de en önemli söylemi adı ister toplu katliam (mass extermination, mass killing), ister soykırım (genocide) isterse Holokost olsun bu tarz fiziksel bir yok etmenin (physical annihilation) çatışma içindeki farklı ırksal,etnik,kültürel,dinsel özellikler içeren toplumlar arasında yaşanabileceği yönünde bir uyarı idi ve bu uyarı o toplantıda da ifade edildiği üzeri açık ve net şekilde Saraybosna odaklıydı…

İşte bu noktada Kristallnacht’ın özelinde Holokost’u neden doğru okumamız ve incelememiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. Antisemitizm, var olduğu günden beri, esasında, ister Hıristiyanlığın temel öğretileri olsun, ister üç çağdaş akım olan Nasyonal Sosyalizm (1919), Bolşevizm (1917) veya kökleri Mısırlı bir hoca olan Hüseyin El Bana tarafından 1928 yılında Müslüman Kardeşler adı altında kurulan örgütle atılmış radikal İslam olsun, hep tekrarlanabilir ve gözlemlenebilir ortak paydaları olan metot ve motiflerle tezahür etmiştir...

Temelinde her bir akım – ‘’izm’’ – olan bu hareketler bir ideolojiye sahiptiler ve her ideolojide olduğu gibi bir karşıtlığa ihtiyaçları vardı. Bu karşıtlık, ister maddi varoluşunda yer alması gereken gerçekler, ister salt dialektik mantık çerçevesinde rahatlıkla sömürülerek kullanıma sunulabilecek yansıttığı değerler açısından Yahudilikte fazlasıyla vardı. Kısacası bu ideolojilerin yaşamak için mutlaka bir karşıtlığa ihtiyacı vardı ve Judaism (bu noktada tarif ettiği içerik sebebi ile daha az vurgusu ve yetersiz algısı olan Yahudilik yerine terminolojiyi bu şekilde kullanmayı tercih ediyorum) biçilmiş bir kaftandı…

İşte tarih boyunca yüzleşmek zorunda kaldığımız antisemit olguların temel mekaniği içinde yer alan bu gerçek Nasyonal Sosyalizm’de kendinden evvelki ideolojilerde olduğunun tam tersine bir “araç” değil bir “amaç” olmuştur. Artık antisemitizmde vücut bulan tüm öğeler bir var olma, kendini ispatlama ve güç kazanma mücadelesi için gereken motiflerden çıkıp tamamen o kaynağın yok edilmesi için tüm dünyaya sunulacak ve haklılığı tartışılamaz bir yargılamanın tarifi olacaktır.

İşte Nasyonal Sosyalizm’in antisemitizmi ve sonucu olan Holokost bu sebepten dolayı kendinden evvel ve sonra yaşanmış ve kim bilir ileride yaşanabilecek tüm fiziksel yok etmelerden tamamen farklı ve hepsinden çok daha korkunçtur…

Tarih sayfalarında, bir milletin diğerine karşı olan nefretinin, konferans adı altında, tamamının listelendiği kağıtlar üzerinde hepsini yok etme planı yaptıkları başka bir hareket yoktur…

Ne Stalin, ne Kızıl Khmerler, ne Hırvatlar, ne Çin’i 1935’te kılıçtan geçiren Japonlar ne de 1994 Ruanda katliamının sorumluları dünya üzerinde yaşayan tüm karşıtlarını trenlerle, adı tarihe acıyla kazınmış, insan eliyle yaratılmış birer yeryüzü cehennemi olan Auschwitz, Birkenau, Treblinka, Sobibor, Dachau, Majdanek gibi kamplarda toplayıp yok etmeyi planlamamışlardır…

Herman Goering’in 11 Kasım’da bir konferansta ifade ettiği üzere;

‘’Yahudi sorunu çözümüne ulaşacaktır, eğer yakın bir zamanda sınırlarımızın ötesinde bir savaşa girersek Yahudilerle son bir hesaplaşmayı yönetmek zorunda kalacağımız açıkça görülmektedir’’… Ne dersiniz acaba?  52 milyon cana mal olmuş bu savaş sadece ve sadece Yahudilere karşı bir toplu yok etme amacının sonucu olabilir mi?

Bu tartışma bekli de uzun yıllar devam edecektir. Ancak 12. yüzyıldan beridir Hıristiyan terminolojide yaşanmış tüm toplu katliamlara ad olmuş Holokost terimi, her ne kadar pagan Grek kültürü kaynaklı holos (toptan) ve kaustos (yanmış,tanrıya adak olarak sunulmuş kurban) kelimelerinden oluşan HOLOKAUSTON’ dan kaynaklanması nedeni  ile semavi bir dinin takipçileri olan bizler tarafından tercih edilmeyip de Judaic kültürümüzde Shoah (felaket) kullanılıyor olsa da,  bize ait bir olayın markası şeklinde tescillenmiştir… Ki bu da yukarıda birbiri ardına sergilediğimiz örneklerle beraber ısrarla üzerinde durduğumuz farklılığı pekiştirmektedir.

İşte Yad Vaşem öncelikle bize ait olmasından dolayı kaynaklanan sebeplerle ve onun ötesinde tüm insanlığı içerdiği evrensel değerleri nedeniyle her zaman karşı karşıya kalabileceği bu felakete dair uyarmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir.

Unutmayın ki, bu inanılmaz yok etme operasyonunun tüm detayları halen kayıtlarda yer almakta, fiziksel olarak yaşandığı mekânlar ayakta durmakta ve ironik bir gerçekçilikle önde gelen çözüm ortaklarından AG Farben ve Dupont halen faaliyetlerine devam etmekte. Kısacası öğrenme maliyeti ve zamanı neredeyse sıfır olan bir operasyondan bahsediyoruz.

Holokost radikal İslam kökenli antisemitizmin ve David Irwing gibi revizyonist tarihçilerle diğer Yahudi karşıtlarının inkar ettiği, amacı İsrail Devlet’inin kurulmasına hizmet etmek olan ve uşaklığını tüm dünyaya hizmet etme amacında olan Yad Vaşem gibi yüce bir kurumun yaptığı bir yalan değildir.

Haim Weizman’ın 1936 da dediği gibi;

“Görünen şudur ki dünya, Yahudilerin yaşayamayacakları ve giremeyecekleri yerler olarak ikiye bölünmüştür.”

Maalesef fiiliyatı farklılaşsa da bu tarz bir bölünme ile halen karşı karşıyayız. Şair Cornelius Eady’nin dediği gibi;

“Şairler dünya üzerindeki yönlerini yazarak bulurlar…”

Bizler sahip olduğumuz mirasın bize yükledikleriyle başa çıkabilmek için yazamasak bile okumalı, anlamalı ve öğretmeliyiz...

Moiz Messeri