Babi Yar’da yaşananlar UNUTULMAYACAK

2. Dünya Savaş'ı sırasında yaşanan katliamların sembolü haline gelen, yakın geçmişte ise üzerine otel inşa etme planları ile yeniden dünya kamuoyunun gündemine gelen Babi Yar'ı, katliamının yıldönümünde bir kez daha hatırlıyoruz...

Perspektif
14 Ekim 2009 Çarşamba

‘‘…Şu ağaçların olduğu yerlerde yaşardık. Eskiden buraları çoraktı. Küçük bir köydü burası. Her şeyi gördük. Zavallı insancıklar saatlerce bekliyorlardı. Bilmiyordum, anlayamıyordum. Erkek, kadın, çocuk herkes yerde oturmuş bekliyorlardı. Büyük bir halka oluşturmuşlardı. Hava günlük güneşlikti. Öğleden sonra saat 4 gibi getirilmişlerdi buraya ve akşam saat 10’a kadar SS‘lerin gelmelerini beklediler. İşte şurada, asfaltın olduğu yerde,  adını şu an anımsayamadığım SS, üstü açık bir askeri arabada gözüktü. Herkes onun ‘KALK’ komutuyla ayağa kalkıp derin vadinin kenarına doğru yürümeye başladılar. Çocuklar ailelerinin yanlarındaydılar. Kurşunlar insanları isabet alıyor ve zavallıcıklar çukura düşüyorlardı.

SS’ler köydeki herkesi topluyordu. Çünkü çukurların kapatılması gerekiyordu. Arkadaşlarımızı, komşularımızı gömme görevini bizlere vermişlerdi. Görevlilerden bir tanesi bana bir kürek verdi. O an dini bir liderin bir sözü aklıma geldi, ‘Hiçbir zaman mezar kazma, çünkü seninki olabilir’ Çukurda hâlâ kıpırdayan vücutları gördüğümde sendelemeye başladığımı ve kendimi çok kötü hissettiğimi hatırlıyorum. Çok zordu… Tanıdık köylülerden biri beni görüp geri çekti. Bir müddet sonra annem gelip beni aldı. Benimle konuşmak istedi. Bana sorular sordu. Cevap veremedim.

Çukurlar doldurulmuştu. Eve döndük. Başka bir şey de görmedim.’’

Samuel Arabski, 1927’de Dovbyzh yakınlarında Zhytomir Bölgesi’nde Ousitchno’da doğdu. 1941’de bu vahşete tanıklık yaptığında on dört yaşındaydı.

…Ve daha yüzlerce tanık. Tarihin en büyük, en acımasız vahşet treninin bir durağı daha; 29-30 Eylül 1941. İki gün içersinde 33.771 masum insanın sistematik bir şekilde, makineli tüfeklerle katledildiği derin vadi. Ünlü Rus Şair Yevgeni Yevtuşenko’nun katledilen bu insanlara ithafen yazdığı şiir, 20.yüzyıl bestecilerinden Dimitri Şostakoviç’in 3. Senfonisi: BABİ YAR

Kiev’de Babi Yar adlı vadide yaklaşık 100.000 insan katledildi.

 

ALMAN İŞGALİ… PATLAMALAR VE SONRASI

22 Haziran 1941’de Naziler, Sovyetler Birliğine saldırdıktan sonra doğuya doğru ilerlemeye başladılar. 19 Eylül’de Kiev’e ulaşmışlardı bile. Kiev halkını oldukça zor günler bekliyordu. Nüfusun büyük bir bölümünün ailesinin Kızıl Ordu’da olması ya da Sovyetler Birliği’nin içine tahliye edilmesine rağmen bu işgal, Kiev halkı tarafından çok da kötü karşılanmamıştı. Birçoğu Almanların onları Stalin’in baskıcı rejiminden kurtaracaklarına inanıyordu. Ama çok kısa bir süre zarfında gerçek yüzleri ortaya çıkacaktı.

Yağmalama hemen başladı. Ardından Almanlar şehir merkezine Kreshchatik Street’e taşındılar. 24 Eylül - yani Almanlar Kiev’e girdikten beş gün sonra - Alman bölgesinde saat öğleden sonra 4 sularında bir bomba patladı. Almanlar şok olmuşlardı. Bölgeyi kordon altına aldıktan sonra şüphelileri de gözaltına aldılar. Daha sonra Kreshchatik başka bir bombayla sarsıldı. Almanlar Kiev’i terk ettiler. Bombalar birkaç gün devam etti. Almanlar arasında sivil, çok sayıda yaralı ve ölü vardı.

Savaş sonrasında bu direnişin NKVD üyeleri tarafından düzenlendiği anlaşılsa da fatura savaş sırasında Kiev Yahudilerine çıktı.

28 Eylül’de patlamalar sona ermişti fakat Almanların misilleme planı çoktan hazırdı. Katliamın fermanı aynen şöyle düzenlenmişti:

Kiev’de yaşayan tüm Yahudiler 29 Eylül 1941 sabahı saat 8’de Meinikovsky ve Dokhturov sokaklarının kesiştiği yerde, mezarlığın yanında; belgeleri, paraları, kıymetli eşyaları, iç çamaşır ve kışlık giysileriyle hazır bulunacaklardır. Bu talimatlara uymayanlar veya başka bir yerde görülenler anında vurulacaklardır. Yahudiler tarafından boşaltılan bu dairelere giren veya ziynet eşyası çalanlar da aynı cezaya çarptırılacaklardır.

Ne yazık ki Yahudiler dâhil birçok kişi bu notu bir sürgün eylemi olarak algıladılar. Ama yanılıyorlardı… 29 Eylül sabahı Kiev’de bulunan tüm Yahudiler tayin edilen yere, tayin edilen saatte geldiler. Bazıları ise trende yer bulacağı ümidiyle çok daha erken geldiler. Büyük bir kalabalık vardı. Hiç kimse ailesinin ve eşyalarının yanından ayrılmıyordu. Çocuklar ağlıyordu. Herkes olacaklardan habersiz bir şekilde bekliyordu.

İnsanlar Yahudi mezarlığının kapısından içeri girip kalabalığa doğru ilerliyorlardı. Burada herkesten bagajları bırakılması istendi. Bazıları ise bagajlarını nasıl bulacaklarını düşünürken diğerleri de bagajların başka bir vagonla geleceğini düşünüyorlardı.

Almanlar planlarını uygulamaya başlamışlar, insanları yavaş yavaş ön tarafa geçirmeye başlıyorlardı. Makineli tüfek sesleri duyulmaya başlamıştı. Neler olup bittiğini anlamak isteyenler için artık oldukça geçti.

Yahudiler onar kişilik gruplar halinde SS’lerin sopa darbeleriyle ölüme sürükleniyorlardı. Atlatmak veya kaçmak söz konusu bile olamazdı. İnsanların midelerine, kasıklarına, kaburgalarına her taraftan gelen acımasız darbeler, akan kanlar ve bu manzarayı bir sirk gösterisi izlerken eğlenirmişçesine “çabuk çabuk” diye bağıran SS’ler…

Koridordan çığlık çığlığa çıkan bu masum insanlara soyunmaları emredildi. Kıyafetleri SS’ler tarafından ölümcül darbelerle paramparça edilmiş bu insanlar artık ölümle yüz yüzeydiler. Vadinin kenarında dizildiler ve bu kan gölünün bir parçası oldular.

Raporlara göre 29-30 Eylül ‘de Babi Yar’da 33.771 masum insan katledildi. Ne yazık ki bu rakam sabit kalmadı.

Babi Yar daha sonraları çingenelere de mezar oldu. Pavlov Psikiatri Hastanesi’nin hastaları da gazlanarak öldürülüp bu çukura atıldılar. Sovyet esirler de vadide kurşuna dizildiler. Katliam aylarca devam etti. Yaklaşık 100.000 masum insana mezar oldu Babi Yar.

 

BABİ YAR: DELİL İMHASI

1943 ortalarında Kızıl Ordu batıya doğru ilerlerken Almanlar geri çekilmeye başladılar. Yakında Kiev ve çevresi özgürlüğüne kavuşacaktı. Naziler bu korkunç vahşetin delillerini ortadan kaldırmak istiyorlardı. Ama nasıl? Bu toplu mezarlar nasıl yok edilebilinirdi?

Bunu ancak ve ancak kamplardaki esirler yapabilirlerdi.

Babi Yar bölgesine yakın olan Syretsk Kampı’ndan neden seçildiklerini bilmeyen 100 Yahudi esir, vadide kurşuna dizileceklerini düşünerek oraya doğru umutsuzca yürümeye başladılar. Nazilerin onları prangaya bağlaması ve onlara akşam yemeği vermeleri esirleri çok şaşırtmıştı.

Esirler, geceleri esirler vadinin yanında bir mağarada muhafaza edildiler. Giriş çıkış kapısı büyük bir asma kilitle kilitlendi. Kapının karşısındaki kuleden, bir makineli tüfek herhangi bir firara mahal vermemek için hazır bir şeklinde duruyordu. Cesetleri yakma görevi için seçilen 327 kişiden 100’ü Yahudi’ydi.

18 Ağustos 1943 günü esirler ekipler halinde çalışmaya başladılar.

Bazı mahkûmlar toplu mezarların içlerini kazmak zorundaydılar. Cesetleri ortaya çıkarmak için de toz tabakasını çıkartmaları gerekiyordu.

Cesetler iki yıl gibi toprağın altında kaldığından kemiklerin bükülmüş olması mahkûmlara zorluk çıkartacaktı. Cesetler Almanların yaptırdıkları, bir ucunda çengel olan yeni bir araç sayesinde daha kolay çıkartılabilecekti. Alt tabakada kalanlar da dinamitle yok ediliyordu. Mahkûmların ellerini yıkamaları yasakken SS’ler kokudan ve gördükleri manzaradan rahatsız oldukları için devamlı votka içiyorlardı.

Cesetler çıkarıldıktan sonra bazı esirler ise pense ile cesetlerin ağızlarının içindeki altın dişleri topluyorlardı. Diğer mahkûmların görevleri ise giysi ve ayakkabıların çıkartılmasıydı. Öldürülmeden soyunmaları emredilen mahkûmlar daha sonraları giyinik şekilde vuruldular.

Yakın Yahudi mezarlıklarından granit taşları getirilip yerin üstüne konuldu. Tahtalar üzerlerine istif edildi. Cesetler üst üste, kafalar boşta kalacak şekilde üst üste kondu. Yakma işlemi benzinin cesetlerin üstüne dökülmesiyle başladı.

Büyük kemikler yanarak yok olmadığından mezar taşlarıyla kırılarak un ufak edildi. Bütün bu sistematik çalışma geride en ufak bir delil bırakmamak içindi.

 

KAÇIŞ PLANI

Bu korkunç görevde tutuklular tam altı hafta çalıştılar. Aç, yorgun, pis olmalarına rağmen en azından hayatta kalabilmişlerdi. Bireysel olarak birkaç kaçma girişimi kötü sonuçlandı. Daha planlı bir kaçış için ne yapılabilinirdi? Ayaklarında prangalar kapılarında kocaman bir asma kilit ve kapılarına doğrultulmuş hazırda bekleyen makineli bir tüfek. Ceset yakma işinde çalışma esnasında kurbanlara ait bazı eşyalar bulmuşlardı: makas, bazı aletler, anahtar… Bu şekilde prangaları açabilecek, asma kildi kırabilecek, makineli tüfekten de kaçabilme olanağı yaratılabilinecekti. Bir umut. Sahip olabildikleri tek zenginlik.

İlkönce asma kilidi açacak anahtarı bulmak gerekiyordu. Ellerinde denenecek yüzlerce anahtar vardı. Bir gün Yahudi tutsaklardan Yasha Kaper kilide uyan anahtarı buldu.

Her şey yolunda giderken talihsiz bir olay bütün planı mahvetti. Bir gün çalışma esnasında bir tutsak SS tarafından tartaklandığı sırada cebinden düşen makas subayı şüphelendirmişti. Saçını kesmek için kullandığını söyleyen mahkûm kötü bir şekilde, ölümle, cezalandırıldı. Çalışmak, yaşamak demekti. İşin bitmek üzere olduğu 29 Eylül günü Vogt adında bir SS ertesi gün mahkûmların öldürüleceklerini söylediğinde kaçışın tarihi belli olmuştu. O gece. En ufak bir şüphe, gürültü, tüm umutları boşa çıkarabilirdi. Bu anahtar onların yaşam kapılarını açacaktı.

Babi Yar katliamından sadece on dört esir kurtulabilmişti.

Babi Yar katliamının baş sorumlusu Paul Blobel 1948’de Nuremberg’de yargılandıktan üç sene sonra, 8 Haziran 1951’de Landsberg Cezaevi’nde idam edildi. Gunter Fuchs, Karl-Arthur Harder, Walter Helfsgott, Max Krahner, Hans-Elmar Legath, Franz Radif, Hermann Rohlfing, Walter Schallock, Dr Freidrich Seekel, Hans-Fritz Sohns, Georg Winkler, Fritz Zietlow bu vahşetin diğer sorumlularıydılar.

Rus Şair Yevgeni Yevtuşenko  ‘Hiç anıt yok Babi Yar’da/Tek mezar o dik yamaç’  dizeleriyle başlayan şiiriyle, 20.yüzyıl bestecilerinden Dimitri Shostakovich 13. Senfonisiyle, yapılan anma törenleriyle, tarihin en büyük insanlık ayıbı olan Holokost’un bir başyapıtı olarak nitelendirebileceğimiz Babi Yar unutulmayacak. İnsanlar birbirlerine karşı daha hoşgörülü ve duyarlı olacaklardır. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” felsefesi bu şekilde yok olacaktır.

Emin olun dostlar o aydınlık, huzurlu dünya o kadar da uzakta değil…