Euro 2009 Katowice’den İzlenimler

Euro 2009’da Türk Milli Takımı beklentilerin yüksek olduğu ve kazanması gereken maçları kazanamama alışkanlığını sürdürdü. İşte Polonya’nın güneybatısındaki küçük kasabadan basketbol turnuvası notları…

Alp ALKAŞ Spor
7 Ekim 2009 Çarşamba

EuroBasket 2009 öncesinde yazdığım yazıda beklentiler ile Türk takımlarının performansları arasındaki ters orantıya değinmiştim. Neticede, milli takım turnuva başında beklentiler daha düşük iken ilk üç maçı kazandı ardından beklemediğimiz Sırbistan ve İspanya galibiyetleri ile beşte beş yapmayı başardı. İşte ondan sonra Slovenya’yı da yeneceğimize inanmaya başladık. Her şekilde gruptan ilk ikiden biri olarak çıkmayı garantilediğimiz için çok da önemli gözükmeyen fakat aslında çapraz eşleşmede Yunanistan ile mi Hırvatistan ile mi eşleşeceğimizi belirleyecek bu maçı kronik problemlerimize uygun şekilde kaybettik. Ardından çeyrek finalde eşleştiğimiz Yunanistan’a da yenilince sonraki maçlar formalite haline geldi. Neticede beklentilerin yüksek olduğu ve kazanmamız gereken maçları kazanamama alışkanlığımız devam ediyor.

Milli takımın durumunu bir kenara bırakırsak, turnuvanın çeyrek finaller ve sonrasını içeren son dört gününü seyretmek için Katowice’ye gitme fırsatım oldu. Katowice Polonya’nın güneybatısı civardaki kömür madenlerinin çokluğu dolayısıyla şehir statüsüne yükseltildiğini düşündüğüm bir kasaba aslında. Ayrıca, insanlarının çok küçük bir bölümünün İngilizce biliyor olması da bir turist için şartları oldukça zorlaştırıyor. Fakat yine de yaşamış olduğum bu müthiş tecrübenin ardından böyle negatif şeylere takılmak istemiyorum.

Öncelikle maçların oynandığı salondan başlayayım. Uzay gemisine benzemesi dolayısıyla Lehçe’de aynı manaya gelen Spodek adını verdikleri bu salon final maçı hariç hiç tam dolmasa da yaklaşık 10.000 kişilik bir kapasiteye sahip. Mimari olarak dışarıdan çok güzel gözükmekle birlikte, eliptik şeklin sebep olduğu tribünlerin sahadan uzak kalması durumu haricinde oldukça iyi bir salon. Arena’nın önünde organizasyonun bir parçası olarak oluşturulmuş olan Fan Zone alanı ise maçların oynanmadığı zamanlarda vakit geçirmek için elimizdeki sayılı fırsatlardan idi.

Fan Zone maçlar arasında bir şeyler yeme içme fırsatı bulunan, kurulmuş olan potalarda farklı milletlerden insanlarla basketbol oynanabilen ve basketbol ile ilgili jetonlu oyunların olduğu bir alan. Sabah erkenden açılıp gece yarısına kadar açık kalan bu alanda farklı ülkelerden birçok insanla tanışma fırsatı buldum. En ilginç gruplardan biri ise Litvanyalılar idi. Takımları ilk turda elenmiş olmalarına karşın yaklaşık 2000 kişi olarak Katowice’ye gelen Litvanyalılar bu turnuvanın da en renkli taraftar grubu olmayı başardılar. Hatta turnuvanın bitimindeki madalya töreninin ardından kendilerine organizasyon ekibi tarafından özel olarak teşekkür edildi. Maçlarda, Fan Zone’da hatta şehrin her tarafında beklemediğiniz bir anda “Lie-tu-va!” sesleri duymak oldukça olağan bir hale gelmişti. İşin daha da ilginç kısmı bu tezahüratı duyan kişiler hangi milletten olurlarsa olsunlar kendilerine katılıyordu. Orada tanıştığım Slovenlerden biri kendilerine orada takımları elenmişken hâlâ niye Katowice’de olduklarını sorduğunda bir Litvanyalı şöyle cevap verdi “Biz öncelikle basketbolu seviyoruz, sonra takımımızı destekliyoruz. Avrupa Şampiyonası yılın en önemli basketbol etkinliklerinden biri ve ne olursa olsun bu kadar güzel bir basketbol organizasyonunu kaçıramazdık” 

Gerçekten de belki de oynanan üst düzey basketboldan daha güzel olan şey buydu. Binlerce basketbol aşığı bir arada basketbolun ve birlikte olmanın keyfini çıkarıyordu. Hepsinin üzerinde kendi ülkelerinin “çoğunlukla basketbol” takımları için tasarlanmış atkıları, formaları ve t-shirtleri vardı. Düşününce bizde basketbol milli takımına dair herhangi bir ürün bulmak ne kadar zor. Sanırım en son 2001’de ev sahibi olduğumuz turnuvada üretilen imzalı takım formaları vardı. Sonrasında basketbol için üretilmiş bir ürün olduğunu hatırlamıyorum. Zaten toplam seyircimiz de oyuncuların yakınları, federasyon görevlileri dahil 250 kişiden fazla değildi. Bizim maçlarımız hariç diğer maçlarda salonda olmamaları, maçtan on dakika önce salona girip maç bitiminde hemen terk etmeleri de cabası.

Buna karşın güzel şeyler yine de çoğunluktaydı. Fanatiklikleriyle bilinen Yunan ve Sırp seyircileri bile kazandıkları ya da kaybettikleri her maçtan sonra rakip takıma teşekkür etmek için tezahüratlar yapıyorlardı. Üstelik arena ve çevresinde farklı takımları tuttuğunuz ve maç boyunca karşılıklı tezahüratlar yaptığınız seyircilerin hepsi ile maçları, oyuncu performanslarını objektif ve seviyeli bir şekilde rahatça tartışabiliyor olmak da mükemmel bir histi.

Son olarak, umuyorum ki sporla birazcık da olsa ilgilenen herkes buna benzer tecrübeler yaşama fırsatı bulur çünkü gerçekten yaşanmaya değer ve unutulmaz bir tecrübeydi. Şimdi sıra Final Four’da...