Yeni bir sinema sezonuna hazırlanırken: Sinemada seks salgını

Cannes Film Festivali’nde görücüye çıkan filmlerinden yaklaşmakta olan yeni sinema sezonunda, iki trend öne çıkıyordu: Filmler çok uzundu ve seks çılgınlığı tavan yapmıştı. Klasik bir buçuk saatlik filmlerin tarihe karıştığını, yapımcıların iki saatlik süre çıtasını iki buçuk saate çıkarttıklarını gördük. Seks ise, filmlerin büyük bir çoğunluğuna, en cüretkâr sahneleriyle girmiş.

Viktor APALAÇİ
1 Temmuz 2009 Çarşamba

Titiz bir seçkiyle, Cannes Film Festivali’nin on iki günlük süresinde, sinema endüstrisinde o yıl üretilen kaliteli filmlerin yarısını izlemek mümkün.

Yarışma filmleri, festivalin “Belirli bir Bakış” ve “Yönetmenlerin 15 günü” başlıklı yan etkinlikleri, dünya prömiyerini burada yapıp görücüye çıkan yeni yapıtlar arasında, günün programını yapmak zordur. Son dakikada alınan tüyolarla, herkes kişisel programını sık sık değiştirmek zorunda kalır.

Filmlerin ortak bir özelliği uzunlukları ve seks ağırlıklı sahnelerin çokluğuydu. Ana temalar etrafında birleşmelere alışık olduğumuz, günümüzün politik ve sosyal hareketlerinin dünyamızı götürdüğü yeri sorgulayan sinema adamlarının arayışlarına cevap veren filmleri beklerken karşımıza seks çıktı.

Şüphesiz ki sinema düşünürleri insanlığın geleceği üzerine sorular sorma ihtiyacını sürdürüyorlar. Global kriz dünyamızı bir çıkmazın eşiğine getirdi. Ancak filmlerin tamamına yakınının çok cüretli seks sahnelerine itibar etmeleri dikkat çekiciydi.

Bu yıl Cannes’da yarışan 20 filmden on ikisinin süresinin iki saatten uzun olduğunu söylersem, aranızda sinemanın fazla geveze olmaya başladığını iddia edenler çıkacaktır.

BİR BUÇUK SAATLİK FİLM YAPANI DÖVÜYORLAR

En kısa film (Bir Saat, 44 dakika), klasik Fransız sinemasının 87’lik ustası Alain Resnais’nin elinden çıkmaydı. Diğer yedi filmin süresi iki saate yakındı.

İthal edildiklerini bildiğim bazı filmler, uzunlukları ve cüretli seks sahneleriyle, vizyona girdiklerinde sorunlar yaşayacaklar. Şöyle ki, bazı salonlarımızın 40 dakikaya varan fragman ve reklam girişinden sonra başladıkları uzun filmler seyirciyi sinemadan soğutuyor.

Bazı (genellikle yerli) filmlerin aylarca önce başlatılan bıktırıcı reklam kampanyalarını, estetik ve mizahtan yoksun reklam kuşaklarını, uzun tutmakta ısrar eden salon işleticilerini seyirci cezalandırmayı sürdürüyor.

Örnek mi? Açıldığı yıllar bilet bulmakta zorlandığımız Teşvikiye AFM Sineması, bıktırıcı ve uzun fragman-reklam ısrarınını, kapılarını kapamakla ödedi. Maçka G-Mall salonlarında film gösterileri boş koltuklara yapılıyor.

Sevdiğim ve alışkanlığını kazandığım bazı salonların müdürleriyle yaptığım sohbetlerde, seansların belediye talimatnamesinin müsaade ettiği sürenin dışına taşmasının seyirciyi sinemadan uzaklaştırdığını anlattım.

Önümüzdeki sezon, reklam ve fragman kuşağına yer açabilmek için (esasen uzun olan) filmlerin kırpılacağından korkuyorum.

AŞIRI SEKS

Sinema sezonu, özellikle aşırı seks içeren filmlerin yılı olmaya aday. Bunu kanıtlamak için Cannes 2009’un bu konuda öne çıkan bazı filmlerinden bahsedeyim.

20 yıllık sinema kariyerine sadece dört film sığdırabilmiş, Fransız sinemasının bir harika çocuğu (!) var. Gaspar Noé’nin ülkesini temsil eden “Aniden Boşluk / Soudain La Vide”in çok iddialı olduğu söyleniyordu, ama biz aktifinde sadece tek iyi filmi olan (Monica Bellucci’li İrreversible) yönetmeni pek ciddiye almıyorduk.

Suç dünyasının karanlık labirentlerinde dolaşmaktan pek hoşlanan Noé, iki saat 40 dakika, dur durak bilmeyen bir koşuşturma içinde, sürekli sallanan kamerası omuzunda, Tokyo’da başımızı döndürüyor. Üç saate yakın kıpır kıpır kamerasıyla, kisch bir renk cümbüşü içerisinde gözleri yorup izleyiciyi perişan eden bir film seçici kurulundan nasıl geçer?

Tokyo batakhanelerinde striptizcilik yapan bir Fransız kızla, esrar satan erkek kardeşinin, sıradan ama kaotik ve kâbus gibi serüvenlerini, seks sosuna batırıp servis yapmanın adı ne zaman sinema oldu. Filmin son 45 dakikasını, konu ile alakasız bir şekilde, bir Tokyo otelinin (hepsinde) seks yapılan odalarında gezdirmenin adı ne zaman sanat oldu? Festivalin en çok yuhalanan (ama Charlotte Gainsbourg’a ödül getiren) filmin senaryosu, üç yıldır depresyon içinde yaşayan Lars Von Trier’in hastalıklı ruh halinin aynası gibiydi. Yoksa, akıl sağlığı yerinde bir sanatçı, kadın karakterinin (deli de olsa) eline bir makas verip klitorisini kesmesini istemez, kocasının cinsel organına balyoz vurmasını talep etmez. Von Trier, psikiyatrisine olan randevusu için Cannes’ı hemen terketmek zorunda olduğunu söyledi.

Çocuklarının ölümüne neden olan bir sevişme sahnesiyle açılan filmin belki yarısında seks var. Acılarını unutmak için bir orman evine sığınan bir çift, depresyondan çıkmak için yalnız seksten mı medet umar?

Evli bir adamın erkek sevgilisine olan imkânsız aşkını anlatan Çin filmi “İlkbahar Ateşi” yazar-yönetmen Lou Ye’ye En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandırdı. Evli adamın karısını tuttuğu dedektiin de eşcinsel çıkmasıyla iş çığırından çıkıyordu.

Filmin üçte birinde, erkeklerin sevişmelerini bütün çıplaklığıyla tekrar tekrar gösteren seks sahneleri estetikten yoksundu.

Eşcinsel aşkın yanında ensest de ödül listesinde yer buluyordu. Altın Palmiye Ödüllü “Beyaz Kurdele”nin baş karakteri, mağrur, burnundan kıl aldırmayan ama kızı ile ensest ilişkiden geri kalmayan, anlı şanlı bir doktordu.

Yine ödüllü (en iyi yönetmen) Filipin filmi “Katliam”da mafyaya borcunu ödemekte geciken bir kadın, öldürülmeden önce sıradan tecavüze uğruyordu.

Tayvanlı Ming-Liang’ın “Yüzler” fantazisinde, filmin tamamında çıplak dolaşan Laetitia Casta, sıkıntıdan bunalan izleyicilere ilaç gibi geliyordu.

Jüri Özel Ödüllü İngiliz filmi “Akvaryum”un evli olduğunu gizleyen erkek kahramanı, ilişki kurduğu genç ve güzel kadının 15 yaşındaki kızının da yatağına giriyordu.

Aynı ödülü paylaşan Kore filmi “Susuzluk”un rahip erkek kahramanı, çocukluk arkadaşının karısıyla çılgınca bir aşk yaşıyor, vampirleştikten sonra, cüretli seks sahnelerinde sevgilisinin kanını emiyordu. Oscar Ödüllü Tayvanlı yönetmen Ang Lee’nin “Taking Woodstock” filminin erkek kahramanı eşcinselliğini anne-babasına itirafta zorlanırken, Liev Schneiber görkemli bir travesti kompozisyonu çiziyordu.

“Belirli Bir Bakış” yarışmasının Büyük Ödülü’nü kazanan Yunan filmi “Dogtoooth”ta, cinsel ilişki yakın plandan bütün detaylarıyla perdede yer alıyordu.

Oyuncu kadrosunda Mariah Carey ile Lenny Kravitz’in yer aldığı, Sundence Ödüllü “Precious” filminin obez kız kahramanın hayatı, ensest yüzünden kararıyordu.

Japon filmi “Air Doll”un bekar erkek kahramanının hayat arkadaşı bir şişme bebekti. Brezilya filmi “A Deriva”da Vincent Cassel’in oynadığı erkek karakter güzel karısı ve yetişkin iki kızını ihmal edip vaktini seksapelli Amerikalı genç komşusunun yatağında geçiriyordu.

Geçen haftaki yazımızda bahsettiğimiz İsrail filmi “Gözleri Tamamen Açık / Einaym Pkuhot” Kudüs Ortodoks kesimi Meashearim’de, genç bir erkekle tutkulu bir aşk yaşayan evli bir erkeğin cesur öyküsünü anlatıyordu. Haim Tabakman, ilk filminde iki erkek arasındaki cüretli sevişme sahnelerine bol bol yer veriyordu.