62. Cannes Film Festivali: Eli boş gönderilenler

Bu yazımızda, hak ettikleri ödülleri alamayan yarışma filmlerinden söz edeceğiz. Otobiyografik filminde Filistinli Elia Suleiman, 1948’den günümüze İsrail sınırları içinde yaşayan ailesini “Geriye Kalan Zaman”da anlatıyor. Klasik İtalyan sinemasının prestijli temsilcisi Marco Bellochio, “Yenmek”te ülkesi yakın tarihinin bilinmeyen bir olayını perdeye taşıyor

Viktor APALAÇİ
17 Haziran 2009 Çarşamba

Gelişmekte olan güçsüz sinemaları cesaretlendirmek ve yarışma filmlerinin üçte birini oluşturan Asya sinemasını onurlandırmak amacıyla, 62. Cannes Film Festivali jürisi ödül listesine üç Asya filmi aldı.  Ken Loach, Pedro Almodovar, Marco Bellocchio gibi ustaların seviyeli filmleri Cannes’dan eli boş ayrıldı.

Bu yazımızda, 1948’den günümüze İsrail sınırları içinde yaşayan ailesinin öyküsünü “Geriye Kalan Zaman”d anlatan Elia Suleiman’ın filmini, İtalyan yakın tarihinin bilinmeyen bir olayını, Mussollini’nin metresi İda Dasler’i anlatan “Yenmek” filmini, İspanyol kadın yönetmen İsable Coixet’nin gizemli filmini anlatacağız.

 FİLİSTİNLİ GÖZÜYLE İSRAİL TARİHİ

“İlahi Direniş / İntervention Divine”, 2002 yılında Filistin sinemasının Cannes’daki ilk temsilcisi olarak festivalde yarıştı ve Jüri Ödülü ile Uluslararası Film Eleştirmenleri (Fibresci) Ödülü’nü kazandı. Bu filmin yönetmeni Elia Suleiman, 7 yıllık bir aradan sonra, şiirsel bir mizansenle ele aldığı bir filmle, İsrail-Filistin sorununu evrensel bir boyuta taşımayı deniyor.  Kendi hayatından yola çıkarak bu meseleyi anlatan Elia Suleiman “Geriye Kalan Zaman / The Time That Remains” ile, 1948’den günümüze İsrail sınırları içinde yaşayan ailesinin öyküsünü anlatıyor. 

Günümüzün en önemli sorunlarından biri olan Ortadoğu çıkmazına entellektüel bir bakış açısı getiren film, dört bölümde ele alınmış. İsrail Devleti’nin kurulmasına direnç gösteren babasının 1948’de yazdığı mektuplardan, annesinin Filistin’i terkeden aile bireylerine yazdığı mektuplardan esinlenerek ele aldığı senaryoda Elia Suleiman, doğduğu topraklarda kalmayı yeğleyen “İsrailli Araplar” diye adlandırılan bir azınlığın sorunlarını dile getiriyor.. Eila Suleiman’ın gözünde bir kahraman olan babası Fuad’ın, 1948’de Nazareth’teki direniş hareketini anlatmakla başlayan film, skeçli bölümler eşliğinde, günümüze kadar gelerek noktalanıyor. Ümmü Gülsüm’den ve popüler Arap şarkıcılarından derlenen, çok canlı müziklerle anlatımına dinamizm katan Suleiman, filmde kendisini sessiz bir şekilde canlandırıyor.

Buster Keaton, Charlie Chaplin’in sessiz filmleri ve Fransız dahi yönetmen Jacques Tati’yi hatırlatan, yüzünde hiçbir ifade bulunmayan yorumuyla, Suleiman “ben sadece bir gözlemciyim” demek istiyor.  İsrail sınırları içinde (her an sınırdışı edilme tehlikesi altında yaşayan) 1,5 milyon Filistinlinin sözcülüğüne soyunan sanatçı “ben film yaparak umudumu korumaya çalışıyorum” diyor.

Filmi izleyen basın konferansında Filistinli yönetmen, Primo Levi, Karl Kraus, Walter Benjamin, Hanna Arent gibi, tümü Musevi olan yazarlardan ilham aldığını, bu esin kaynaklarının sanatını çok etkilediğini söyledi.

Tarihsel ve politik konulara el atarken iyimserliğini koruduğunu söyleyen sanatçı, kara mizah yaparken dahi konuya sevgi ve şefkatle yaklaşmaya çalıştığını ilave etti. Eleştirmenlerin ödül listesinde yer almasını bekledikleri “Geriye Kalan Zaman” bu başarıyı yakalayamadı.

 MUSSOLLİNİ’NİN METRESİ

1960’lı yılların İtalyan sinemasının isyankar yönetmeni, günümüz klasik İtalyan sinemasının prestijli temislicisi Marco Bellochio, Cannes’a ilk kez 1965’te başyapıtı “Cepteki Yumruklar / I Pugni İn Tasca” ile gelmiş, 1980’de “Boşluğa Atlayış / Il Salto Nel Vuoto” ile Anouk Aimee ve Michel Piccoli’ye çifte En İyi Oyuncu Ödülü’nü kazandırmıştı.

2003’teki “Günaydın Gece / Buengiorno Notte”den beri Cannes’a katılmayan sanatçı, 1995’ten bu yana beraber çalıştığı Daniella Caselli ile senaryosunu müştereken yazdıklarını “Yermek / Vincere” ile 62. festivalde yarıştı.  İtalyan yakın tarihinin bilinmeyen bir olayını perdeye taşıyan film, İtalyan faşizminin lideri Benito Mussollini’nin sevgilisi İda Dalser’le olan gizli aşkını ve mevcudiyetini gizlediği oğluyla olan ilişkisini anlatıyor.

Genç Mussolini’ye tutkuyla aşık Dalser’in, aşkı uğruna sonuna kadar kullandığı maddi olanaklarıyla Mussolini’yi Mussollini yapan kadının, “İl Duce’ye verdiği Benito isimli erkek çocuğu, hayatı ve servetine karşın benzersiz bir nankörlük ve trajedinin öyküsünü izledik. Evli olduğunu sonradan öğrendiğI Mussoli’yi derin bir aşk ile sevmeye devam eden, kendisinden kurtulmak istediğI sevgilisi tarafından akıl hastanesine kapatılan Dalser’in kötü bitten hazin öyküsü, faşizmin yükselişine parallel olarak anlatılıyor.  Mükemmel bir senaryoyu, enfes, özgün stili ile işleyen Bellocchio, başarılı bir kurgu ve oyuncu desteğI, dönemin belgeleriyle ustaca bezenmiş, kusursuz bir film yapıyor.  Tebessümüyle perdeyi aydınlatan güzel Giovanna Mezzogiorno’nun, festivalin en başarılı pergormansını çıkardığı film jüri tarafından görmezden gelindi. Ferzan Özpetek’in fetiş oyuncusu Mezzagiorno yükselişini sürdürdüğünü kanıtladığı muhteşem performansı yerine jüri “deli” rolünü oynayan Charlotte Gainsbourg’u “En İyi Aktris” seçme kolaycılığını gösterdi.

 KATALAN YÖNETMENDEN TOKYO ÖYKÜSÜ

İspanyol sinemasının festivaldeki ikinci temsilcisi İsable Coixet’in mükemmele yakın filmi “Map of the Sounds of Tokyo” tıpkı vatandaşı Almodovar’ın “Kırık Kucaklaşmalar”ı gibi Cannes’dan eli boş ayrıldı.  1960 Barcelona doğumlu Katalan sanatçı, 25 yıllık sinema kariyerine sığdırdığı 11. Filmiyle Cannes’da ilk kez yarıştı. Tamamına yakını Tokyo’da geçen konusuyla film, çifte mesleği olan asosyal bir Japon kızının öyküsünü anlatıyor. Halde çalışırken balık ayıklarken gördüğümüz Ryu, gizli hayatında azılı bir kiralık katildir. 

Ryu’yu tanıyan ve sırlarını paylaşan bir ses mühendisinin gözünden anlattığı bu gizemli öyküde, İsabel Coixet bizlere kaderin yollarını kesiştirdiği beş karakteri senaryosunda işliyor.

Güçlü Japon sanayici Nagara biricik kızının intiharıyla sarsılır. Psikolojik sorunları olan kızının ölümünden, Tokyo’daki bir şarap dükkanı işleten İspanyol sevgilisi David’i sorumlu tutar. Kızını gizlice seven yardımcısı Midori’den, David’i öldürmesi için bir kiralik katil tutmasını ister. Ryu’nun sırdaşı, ihtiyar ses mühendisi, beş karakterin de davranışlarından haberdar olan tek kişidir. Ryu’nun David’in intihar eden kızı halen sevdiğini görmesi, ona aşık olması durumu değiştirir. Acılı babaya, David’i öldürmekten vazgeçtiğini söyleyip aldığı avansı iade etmesinden sonra, olaylar trajik bir finalde düğümlenir.  İsable Coixet, beş filminde beraber çalıştığı Fransız görüntü yönetmeni Jean – Claude Larrieu’nun de desteğiyle, mükemmel bir sinematografi eşliğinde anlattığı bu gizemli öykünün tansiyonu hiç düşürmüyor.  Kariyerini Fransa’da sürdüren Katalan aktör Sergi Lopez’in usta oyunculuğuna, Alejandro Gonzales İnarritu’nun “Babel’inden tanıdığımız güzel Japon aktris Rinko Kikuchi da uyum sağlıyor.

Haftaya: Cannes’da başarılı

iki İsrail filmi