Ortalık yatışınca...

TBL’de olduğu gibi NBA’da yavaş yavaş sezonun sonuna geliniyor. 4 Haziran günü Final serisi başlayacak ve bu senenin şampiyonu belli olacak. Yedi maçlık serilerin bir getirisi olarak aslında sezonun en verimli takımının da belli olacağını iddia edebiliriz

Alp ALKAŞ Spor
3 Haziran 2009 Çarşamba

Pazar sabahı itibariyle finalin adı da belli oldu. Herkesin beklediği, sponsorların ve pazarlama yetkililerinin beklediği hatta bir adım daha ileri gidersek sene başından beri belli olduğu iddia edilen final eşleşmesi yerine hak eden takımların bir final serisini seyredeceğiz. Ümit ediyorum ki final serisi de en az konferans finalleri kadar keyifli geçer.

Bu noktada benim esas değinmek istediğim konu ise Cleveland Cavaliers ve takımı çevreleyen garip, tanımlamakta güçlük çektiğim bir hava. Sezonun en başarılı takımlarından biri olarak Cleveland doğu konferansının da favorisiydi. Bu sezon LeBron’un yanındaki destek biriminin parçalarını oturttuklarına inanılmaktaydı ve sonuçlar konferans finaline kadar bunu gösteriyordu. Konferans finallerinde ise kendilerine sezon boyunca ters gelen – aslında pek çok takıma ters gelen – Orlando Magic’e elendiler.

Bu süreçte en çok konuşulan konulardan biri NBA’da sıkça tartışılan süper starları koruma politikası dahilinde LeBron’un süperstar korumasının kabul edilebilir limitleri aştığı doğrultusundaydı. Geçtiğimiz senelerde playoff’larda LeBron lehine çalınan ve çalınmayan düdüklerin serilerin ve hatta takımların kaderini etkilediğine tanık olmuştuk.(O sene Cleveland’a elenen Washington’un geldiği nokta ortada) Kolay çalınan faul düdükleri ve çalınmayan hatalı yürümeler en çok göze çarpan kararlardı. O kadar ki, bu sene bir Washington (tesadüfe bakın!) deplasmanında maçın son toplarından birinde LeBron topla yürüyüp üstüne bir de hücum faul yaptıktan sonra hakemler geç bir düdükle hatalı yürüme kararı verdiler. Bir hafta boyunca tüm takım anlaşmışçasına konu ile ilgili şikâyetlerini mızmızlık düzeyine varacak şekilde dile getirdiler. LeBron bunun kendisinin özel hareketi olduğunu, adının “yengeç adımı” olduğunu iddia edecek kadar densizleşti. Oysa ki hareketin bir tek tanımı var: Hatalı yürüme. İlla ki, bir benzetme yapılacaksa “Kırkayak” yengeçten daha uygun bir adım. Esas ilginç olanı maçtan sonra Washington’dan Caron Butler’ın yaptığı “Hareketin hatalı yürüme olduğuna emindim ama hakemlerin çalmasını beklemiyordum” açıklamasıydı.

Bu güvensizlik hissiyatı ne yazık ki, sadece bir pozisyona özel ve küçük kitlelerin inanışı olmaktan artık çok uzakta. Konferans finalleri boyunca konu hakkında LeBron ve Kobe’nin karşı karşıya gelebilmesi için düzenlenmiş bir senaryo olduğunu iddia eden komplo teorileri üretildi. Ben bu teorilere çok inanmamayı tercih ediyorum. Sebebi için ise TNT yorumcusu David Aldrige’in NBA’in web sitesinde yazdığı 28 Mayıs tarihli yazıyı okuyabilirsiniz. Aldridge özetle, NBA’in eğer ekonomik güçlerin, pazarlama faaliyetleri ve izlenme oranları kaygıları etkisi altında işleyen bir düzen olması halinde, Spurs gibi küçük şehirlerin takımlarının başarısını ve New York’un son 35 yıldır hiç şampiyon olmayışını açıklamanın çok zor olacağını iddia ediyor. Ben kendisine katılıyorum ve konuyu Cleveland’ın hakemler üzerinde baskıyı en iyi kuran takım olduğunu söylemekle yetiniyorum. Sürekli mızmızlanarak kamuoyu yaratmaları hiç hoşuma gitmese de, LeBron’a karşı düdük çalan hakemlerin üzerindeki baskının neticeye etki etmesi keyfimi de kaçırıyor olsa, bu kamuoyu spor dünyasının bir parçasıdır. Bence esas problem düzene olan güvenin seyirciler, oyuncular ve takımlar için kaybedilmeye başlamasıdır. Bu uzun vadede ligin geneli için oldukça negatif sonuçlar doğurabilir.

Bir paragrafta Cleveland Coach’u Mike Brown’a ayırmak gerektiğini düşünüyorum. Bu sene yılın koçu ödülünü alan Brown bence son senelerdir bu ödülü alan coach’lar arasında aldığı ödülü en az hak eden kişilerden biridir. Bunu bence, düzenini 4 numaralı pozisyonda Rashard Lewis’i oynatarak alışılmış düzenin dışında bir basketbol düzeni içinde oynayan Orlando serisinde, takımını bu farklılığa adapte etmekte yaşadığı zorluktan da çıkarmak mümkün.  Son çeyreklerde topu LeBron’un eline tepe noktada verip dizginleri tamamen LeBron bile olsa “bir” oyuncuya bırakıp bir şeyler yaratmasını beklemek de üst düzey bir coach’ın tek tercihi olmamalı diye düşünüyorum. Buna ek olarak eğer seriyi izlediyseniz, NFL’de gördüğümüz adıyla hücum koordinatörü olarak görev yapan John Cuester, bütün molalarda elinde board ile kritik oyunları çizmekteydi. Bunu yenilikçi bir uygulama olarak görmek de mümkün. Kimi takımlarda bu tip iş bölümleri biraz daha az göze sokularak yapıldığını da biliyoruz ama bu kadar alenice yapılan bir uygulamanın Cavs yönetiminin de konu ile ilgili kaygıları olduğu şeklinde yorumlamak da mümkün.

Son olarak Lebron James hakkında bir çift laf etmek istiyorum. Yetenekleri, yapabildikleri, takımın yükünü neredeyse tek başına taşıyor olması, yarattığı mucizeler, tutturduğu istatistikler için saygı duymaktan başka yapılacabilecek bir şey yok. Bütün bunları yapan kişinin henüz 24 yaşında olması ise inanılmaz ve bize önümüzdeki yıllarda daha neler yapabileceğini düşünmek heyecan veriyor. Fakat karakter olarak olgunlaşması gereken pek çok şeyin olduğu da aşikar. Başarıya çok alıştıkları bir sezon geçirirken, takım arkadaşlarıyla rakibine saygı göstermeyi bile zaman zaman ihmal ederek sürekli eğlenirken gördüğümüz LeBron elendikten sonra kulaklığını takıp, basına sırtını dönüp salondan tabiri caiz ise sıvıştı. Daha sonra yaptığı açıklamada ise kendisini yenen kişiyi tebrik etmesinin onun “winner” ruhuna aykırı düştüğünü ve tebrik etmeyi mantıksız bulduğunu söylemiş. Kaybetmeyi bilmek ve kabul edip rakibine saygı göstermeyi bilmek gerekir. Maalesef yaptığı inanılmaz hareketlerden sonra çirkin suratlar yapmayı, rakiplerine bağırıp çağırmayı çok iyi şekilde beceren LeBron yenilgide hepimizi hayal kırıklığına uğrattı.  Aslında bu bağlamda tenisin en yetenekli çocuklarından biri olan Rafael Nadal’a benzediğini düşünmeye başladım.

Ne ilginçtir ki, 24 saatlik bir zaman diliminde LeBron senelerdir halini kurduğu NBA şampiyonluğunu bir sene ertelerken, senelerdir toprak kortu domine eden Nadal’da 4 sene sonra ilk defa Roland Garros’taki merkez korttan elinde kupa olmadan ayrıldı. İlahi adalet olarak mı yoksa profesyonel sporu sevmek için bir neden daha mı olarak göreceğiniz size kalmış.