Dayanıklı kalıcı Filistinliler ve barış hakkında soru sorulduğunda, İsrail’in yeni hükümetindeki yetkililer şimdi, İran ve nükleer savaş tehditi üzerine korkunç konuşmalarla karşılık veriyorlar. Yetkililerden biri, “Barış yolunda ne kadar ilerleme kaydetmiş olursak olalım, İran’ın bir bomba yapma ve bunu yayma gücüne erişmesi durumunda herşey dağılabilir” diyor.
Bu, dikkati başka yöne çekecek bir taktik olabilir. Sonuçta, yeni Başbakan Binyamin Netanyahu bir önceki görev döneminin (1996-99) büyük bir bölümünü sağcı-dinci destekçilerini hoşnut etmek için Oslo Barış Süreci olarak bilinen şeyin İsrail’e getirdiği yükümlülüklerden çeşitli bahanelerle sıyrılmaya çalışarak geçirmişti. Fakat bu yeni tutum, büyük bir pazarlığı dikkate almaya hazır olmanın da işareti olabilir: Filistin’i kolonileştirmekten vazgeçme karşılığında İran’ın gücünü azaltma.
Gelecek ay Netanyahu ile Barack Obama arasındaki ilk görüşmeye hazırlanan İsrailliler ve Amerikalılar giderek İran-Filistin denklemine odaklanıyorlar. Obama’nın İran’la görüşmeye çalışma politikası bazı İsrailli siyaset yapıcılarını endişelendiriyor. Fakat aynı zamanda İsrail’de, hem bu politikanın başarı şansının, hem de İran’ın nükleer hırsına karşı Sünni-Arap muhalefetinin güç ve etkinliğinin, Amerika’nın İsrail-Filistin barışında göstereceği beceriye bağlı olabileceği hususunda giderek artan bir farkındalık var.
Bu, Amerikalılar tarafından Netanyahu üzerine ılımlı fakat alışılmadık bir baskı koyuyor. Gerçekten de İsraillilerin, Obama Yönetimi tarafından, geçen yönetime oranla biraz farklı davranılmaya alışmaları gerekiyor. Örneğin Netanyahu’nun Obama’yı Mayıs ayı başında ziyaret edebileceğine dair birçok işaret vardı, fakat Beyaz Saray Başkan’ın o zamana kadar müsait olmadığını ilan etti. Ürdün Kıralı Abdullah ise Obama tarafından Beyaz Saray’da 21 Nisan’da ağırlandı.
Buna içerleyen Netanyahu bir aylık bir “politika gözden geçirmesi”ne girişti. Yardımcılarına göre bu, İsrail-Filistin sorununa iki devletli bir çözümü kabul edip etmediğine yönelik soruları yanıtlayamayacağı anlamına geliyor.
Şubat’taki seçim kampanyasında Netanyahu iki devlet arasında tam siyasi bir barıştan ziyade “ekonomik barış”tan söz etti. Filistinlilerin bir devlet hakkını onaylamazken, Amerika’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell’e, Filistinlilerin İsrail’i açıkça bir “Yahudi Devlet” olarak tanımalarında ısrar edeceğini söyledi. Filistin Yönetimi’nin başı Mahmut Abbas böyle bir beyanda bulunmakta isteksiz. Netanyahu bunun görüşmeler için bir ön şart olmadığını fakat bir anlaşmaya varmak için bir “temel şart” olduğunu belirtti. Yardımcıları, İsrail’in Yahudiliğinin tanınmasının, Filistinli mülteciler için sınırsız bir “dönüş hakkı” iddiasından vazgeçme anlamına geleceğini açıkladılar. Sağcı olsun, solcu olsun İsrailliler herhangi bir “dönüş”ün, ülkelerinin Yahudi çoğunluğun ve Yahudi ulusal karakterinin korunması için İsrail tarafından ciddi bir şekilde sınırlanması gerektiği konusunda ısrarcı.
Başkan Obama ve Mitchell “Yahudi Devleti”ni son konuşmalarına dikkatli bir şekilde dokudular. Fakat söylendiğine göre Amerikalılar İsrail’in erken inatçılık gösterilerine, Netanyahu’nun ilk dönemindeki bahane bulma ve ayak diremeleri andırdığını düşünerek soğuk tepki verdiler.
Ne var ki bu sefer, o zamandan farklı olarak Netanyahu’nun ekibi tek bir ideolojik banttan oluşmuyor. Bu seferki ekipte, lideri Ehud Barak’ın Savunma Bakanı olduğu İşçi Partisi var. Netanyahu, Ehud Barak’ı, kendi katı görüşlülerinin siyasi ve aritmetik köleliğinen kurtulmak için hükümete almaya kararlıydı. İşin içindeki kişilere göre Ehud Barak ise, partisinde acı bir şekilde eleştirilen kararını, barışı kuvvetli bir şekilde destekleyerek korumaya azimli. 1999-2001 arasında başbakanlık yapmış ve Başkan Bill Clinton aracılığında Filistinlilerle yürütülen kısır bir barış görüşmesinde İsrail’in bugüne kadarki en en cesur ödünlerini öneren Ehud Barak şimdi bir “bölgesel barış” çabasını savunuyor.
İşin içindekilere göre Barak’ın kendi barış ajandasını ilerletmek için İran’ın nükleer ‘kendini beğenmişliğinden’ etkilenmeye ihtiyacı yok. Fakat Mitchell’i, “Filistin barışına karşı bir İran bombası” anlaşmasının erdemi konusunda Netanyahu’yu ikna etmeye yardımcı olmaya hazır olduğuna temin etti.
Bu esnada bu (geçen) hafta İran bağlantısı, Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad’ın, BM’nin ırkçılık hakkındaki bir toplantıda diplomatların salonu terketmesini tetikleyen İsrail karşıtı bir tiradı ile büyük ve çirkin bir karaltı olarak belirdi.
Kötü bir şans veya aksi bir planlama varmış gibi bu olay, Holokost (Yahudi Soykırımı) Günü’nde Kudüs’teki Yad Vaşem Müzesi’nde Holokost’un kurbanları anısına düzenlenen törenden hemen önce oldu. Netanyahu, “Holokost inkârcılarının Yahudi halkına bir başka Holokost daha yapmalarına izin vermeyeceğiz,” dedi.
Netanyahu’nun görevlileri, petrol fiyatlarındaki düşüş ve bunun sonucundaki ekonomik sıkıntılar nedeniyle İran’ın nükleer tutkularından vazgeme yönünde uluslarası baskılara her zamankinden daha fazla duyarlı olduğunu söylüyorlar. Netanyahu’nun kendisi, 1990’ların ortalarından bu yana bütün İsrailli siyasetçilerden daha fazla, İran’ın bir nükleer bombaya sahip olmasının İsrail’e olan tehditinin üzerinde durdu. Bu onu, Filistinliler hakkındaki sert konuşmalarına rağmen, İran ve Filistin’i büyük bir bölgesel barış görüşmesinin içine sarmalamayı amaçlayacak Amerika önderliğinde bir siyasete karşı özellikle duyarlı yapabilir mi? Obama ve danışmanları bir Ortadoğu diplomasisi atağına hazırlanırlarken bunu merak ediyor olacaklar.
Economist, 23
Nisan 2009
Çeviri: Dani
Altaras