Bir daha yaşamamak ve yaşatmamak için…

17 Nisan günü, on sekiz kişilik Türkiye grubu olarak uçağa bindiğimde daha önce seyretmiş olduğum filmler, okuduğum kitaplar gözlerimin önüne gelmeye başladı; koşuşan ve ezilen Yahudiler, bağıran ve ateş eden Naziler. Yerlerde yatan binlerce ölü… Çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-genç ayırımı olmadan öldürülen 6.000.000 (altı milyon) önce insan, sonra Yahudi…

Perspektif
29 Nisan 2009 Çarşamba

NEDİM BÜYÜKABOLAFYA

 

“Bir tanığın tanıklığı, sizi de tanık yapar”

Geziyi, gördüklerimi ve hissettiklerimi sizlere aktarmadan evvel, öldürülen altı milyon Yahudi’nin ciddiyetini algılayamayanlar için bir örnek vermek istiyorum:

Biliyoruz ki, ilk toplama kampları 1933 yılında kuruldu. Kampların amacı Yahudileri çalıştırmak idi. Bu kamplarda Yahudiler, hem Alman ekonomisine katkı sağlayacaklar, hem de öleceklerdi. Hitler için bu yöntem hem ağır işliyor, hem de masraflı oluyordu. Bunun üzerine Hitler 1941-1945 yılları arasındaki dönemde, insanlık tarihinde ilk defa, insanların öldürülmesi için sınaî tesisler kullandı. Yahudi soykırımı için sonradan düzenlenen, toplam altı imha kampında Naziler üç milyon Yahudi’yi kitleler halinde katlettiler. Bu sayı, altı milyon Holokost kurbanının yarısına tekabül ediyordu.

Her bir dakikada bir Yahudi’nin öldürüldüğünü düşünürsek (gaz odalarında ve krematoryumlarda kısa sürede binin üzerinde Yahudi’nin öldürüldüğünü biliyoruz)

6.000.000 dakika = 100.000 saat = 4.167 gün = 139 ay = 11,5 yıl

gibi bir sonuca ulaşırız.

Ben böyle duygu karmaşası yaşarken, uçağın tekerlekleri piste indi. Polonya bizi parçalı bulutlu bir havada, tek düze binalarla, geniş ve sessiz caddeleriyle selamladı.

Bizi, beşinci senedir Türk kafilesine rehberlik eden Dvora Cohen karşıladı. Böylece hayatı tekrar sorgulamamıza neden olan kısa ama yorucu, renkli ama siyah-beyaz ve kırmızı tonlamalı gezimiz başladı.

İlk ziyaret yerimiz Varşova’daki Jewish Historical Institute oldu. Günümüzde müze olarak kullanılan binada, Varşova’daki Yahudi yaşamı ve kültürü hakkında bilgiler aldık.

II. Dünya Savaşı arifesinde Varşova Yahudileri, aralıklı olarak kendini gösteren pogromlarla karşı karşıya kaldılar. Varşova Yahudileri Avrupa’daki en büyük Yahudi cemaatiydi. Yaklaşık 350.000 kişilik Yahudi toplumu, 30 Eylül 1939’dan sonra Varşova’nın sadece yüzde iki buçukluk alanını kapsayan gettoya sıkıştırıldılar. Gettoda 15 yaşın altıda 100.000 çocuk bulunmaktaydı.

Bu binadan ayrılırken hayallerim gördüğümüz film ve resimlerle tekrar harekete geçmişti. İlk günün akşamı Şabat duası için Varşova’nın beş büyük sinagogundan geriye kalan Noyzik Sinagogu’na doğru yola koyulduk.

Turun ikinci gününde ise filmlerdeki siyah-beyaz karelerin altıdaki kan kırmızısı renkler kendini göstermeye başladı. Artık, Getto kalıntılarını ve Nazilerin vahşet izlerini görmeye başladık. Daha önce filmlerde gördüğümüz sahnelerin geçtiği mekânlarda dolaşmak, 60-65 sene önceki vahşeti yanı başımızda hissetmemize sebep oldu. Polonya Hükümeti tarafından koruma altına alınan Getto duvarlarını görmek, günümüzde dahi dört kişilik bir ailenin güçlükle yaşadığı dairelerde yaklaşık 100 kişinin yaşadığını öğrenmek, hayal dünyamızın sınırlarını zorladı.

19 Nisan’da Varşova’dan ayrılarak Yahudilerin çoğunlukta yaşadığı Kazimiers’e doğru yola çıktık. Savaş sonrasında sinema salonu olarak kullanılan Kazimiers Sinagogu günümüzde müzeye dönüştürüldü. Sinagogun ve kentin Lordu ile köylü kızı Esterke’nin hikâyelerini dinledikten sonra yönümüzü Lublin yakınlarındaki Majdanek Ölüm Kampı’na çevirdik.

Yolumuza mezar taşlarından yapılmış bir duvar çıktı. Dvora, duvarın arkasında Kazimiers’in bir eski Yahudi mezarlığının bulunduğunu, Nazilerin bu küçük kasabaya girdiklerinde Yahudilerin inançların ve dirençlerini kırmak için mezar taşlarından yol yaptığını ve herkesin bu yolu kullanması için zorladığını anlattı. Duvarın arkasında ise yerini hâlâ korumayı başarmış 3-5 mezar bulunuyor. 1983’de Polonya Hükümeti hem ölülere saygısını göstermek hem de Nazilerin yaptıkları sergilemek amacıyla, geride kalan mezar taşlarından bir duvar örmeye karar vermiş. Duvarı yapan kişi de, kadın ve erkek mezar taşlarını bir yarık ile ayırmış. 

Güneş tepede pırıl pırıl parlarken bizler de Majdanek Ölüm Kampı’na vardık.

65 yıl sonra Majdanek

Majdanek, tüm yaşananları yalanlamak istermiş gibi yemyeşil. Fakat ne mümkün, birden o yemyeşil alanı çamur kaplıyor.  Kuş sesleri yerine kulaklarımıza insan çığlıkları, Nazi emirleri ve kurşun sesleri doluyor; masmavi gökyüzü birden bire koyu gri bir renge dönüşüyor. Etrafta yanmış insan kokusu var sanki. Tarih filmini geri sarıyor; ben mi o zamana gidiyorum yoksa zaman mı bana geliyor?

Sağımıza kamp komuta binasını alarak Yahudi mahkûmların yürüdüğü yoldan gaz odalarına girdik. Kapılarda “dezenfekte odası” yazıyor. Gözlerimin önüne şaşkın bakışlı insanlar geliyor. Kulaklarıma kadın-erkek, yaşlı ve çocukların çığlıkları doluyor. Belki de gözlerimin gördüğü, ellerimin değdiği bu gerçeğe inanmak istemiyorum. Burada bir KADİŞ okuduk, ama kelimeler boğazıma düğümlendi…

Ölüm ocaklarında ise Nazilerin Yahudileri öldürme işini nasıl bir sanayi haline getirdiklerine şahit olduk.  İlk deneme fırını, cesetleri taşıyan araçlar ve daha çok Yahudi yakmak için geliştirilmiş fırınlar…

Majdanek Ölüm Kampı bitmişti, beni de bitirmişti…      

Futbol sahası büyüklüğündeki getto

20 Nisan’da durağımız Krakow. 1939 yılında burası 60.000 Yahudi nüfusu, beş irili ufaklı sinagogu, okulu, günlük gazetesiyle canlı bir Siyonist merkezi idi. 3 Mart 1941’de Krakow valisi tüm Yahudileri 600x400 metrelik (iki futbol sahası) bir gettoya hapsetti. Burada bulunan Yahudilerin çoğu Belzec, bir kısmı da Auschwitz’e gönderildi.

 Krakow, Varşova’nın aksine bütün tarihi benliği ile ayakta. Die Alte Schulle, Rama Sinagogu, Tapınak olarak ifade edilen son derece görkemli modern sinagog ve sadece binası ayakta kalan Schindler’in fabrikası… Ve Plashow, Krakow yakınlarındaki ölüm kampı. Fakat Naziler bu kamptan ayrılırken taş üstünde taş bırakmamışlar. Yalnız ne acıdır ki, ölülerin gömüldüğü çukurlar hala belli oluyor.21 Nisan, Büyük Gün 

March of the Living (Yaşam Yürüyüşü) ya da March of the death(Ölüm Yürüyüşü)

Ocak 1945’de Kızıl Ordu Auschwitz’e girdi ve çoğu Yahudi olan 60.000 sağlıklı mâhkumu serbest bıraktı. Mahkûmlar, Almanya’nın merkezindeki Buchenwald’a doğru yola çıktılar ancak olumsuz hava ve Buchenwald koşulları sadece birkaç bin kişiye Amerikalılar gelene kadar hayatta kalma şansı verdi.

Yürüyüş başlamadan evvel,  Auschwitz’in müzeye dönüştürülmüş birkaç binasını dolaştık. Gördüklerimizi anlatmaya kelimeler yeterli değil.

800,000 çift ayakkabı, yüzlerce valiz, binlerce gözlük, yüzlerce takma kol ve bacak, onlarca tallet… Mengele’nin akıllara sızmaz deneyler yaptığı baraka, dışarıdan belli olması olmasın diye kamufle edilen krematoryum, Nazi subaylarının asıldığı darağacı…

Varış noktası ise Birkenau. Bir zamanlar vagonlar dolusu Yahudi’nin girdiği görkemli kapıdan, o gün Yahudi olan-olmayan,  antisemitizm karşıtı insanlar kol kola geçtik. Altı milyon Yahudi için yakılan altı büyük ateş ve onların ruhu için okunan dualar…22 Nisan’da son ziyaretler ve dönüş…

Varşova Gettosu, bir avuç Yahudi gencinin gerçekleştirmiş olduğu bir direniş hareketine, diğer bir deyişle, Yahudi tarihin en önemli isyanına tanıklık etti.  Öyle ki, bu isyanın başlangıç günü, Holokost Anma Günü olarak belirlendi.

120 kadar genç Yahudi savaşçı ve üç hafta boyunca SS’lerle savaştı. Fakat 8 Mayıs 1943’de SS’ler 100 kadar Yahudi genci Mila Sokağı 18 numaralı evin sığınağında sıkıştırdı. Mordechai Anielewicz idaresindeki gençler kurtuluşun imkânsız olduğunu anlayınca teslim olmak yerine ataları gibi intihar etmeyi seçtiler. Mila 18, Varşova Gettosu’nda düşen en son sığınak oldu. Tüm bu gördüklerimiz ve yaşadıklarımızdan sonra bu dolu dolu maneviyatımızla, belki de en anlamlı yeri en son ziyaret ettik; başlangıcı simgeleyen Bereşit. Bereşit benim içimde ayrı bir anlam kazandı.

Judy Cohen’in dediği gibi “Bir tanığın tanıklığı, sizi de tanık yapar.”

Artık bizler de bir tanıktık…