Müzeyi tersten gezmek - Tarihsel “madde”cilik

Müze yapısı tarih ile izleyici arasında tarafsız bir alan oluşturabilmeli, izleyici ile koleksiyon arasında bireysel ilişki kurmasına izin verebilmelidir. Patinanın korunabilmesi günümüzde yenileme kavramının tartışmalı bir yönünü oluşturmaktadır

Perspektif
22 Nisan 2009 Çarşamba

Mim. Hayim BERAHA

“Zamanın nelere gebe olduğunu keşfetmeye çalışan kâhinler, onu ne homojen ne de boş bir şey olarak görürlerdi. Bunu akılda tutan kişi, hatırlama anında geçmiş zamanla geçmiş zaman ile kurulan ilişkinin de tıpkı böyle bir yaşantı olacağını anlayabilir belki. Yahudilere kehanetin yasaklandığı bilinir. Buna karşılık Tora ve dualar hatırlatmayı öğretir. Kâhinlerden bilgi umanların kapıldığı gelecek büyüsü bozulmuştur. Ama bu geleceği Yahudiler için içi homojen boş bir zaman haline getirmez. Çünkü zamanın her saniyesi, Mesih’in açıp gelebileceği dar bir kapıdır.” 

Walter Benjamin (*)Yahudi enstitülerini kurmak Yahudi kimliğini kurmaktır. Müzeler, sinagoglar, aktivite merkezleri okul binaları sadece işlevleri ve cemaati barındırmaları ile değil Yahudi kimliğinin imgeleridir. Bu kimlik sadece Yahudi kültürü veya yerleşimi ile ilgili değil yerinden edinmişlik ve tarihi ile ilgilidir. Sürmekte olan Yahudi yaşamı ile yok olan kültür ve özellikle II. Dünya Savaşı’nda yitirilen kimlik ve anılar arasındaki sürtüşme, bu kimliğin kaçınılmaz bir unsurudur. Bu durum Yahudilerin yaşam alanlarında esasını kaybetmemek şartı ile devamlık, adaptasyon veya yerel geleneklere göre farklılaşmaktadır.

Başlangıç noktası sessizliği kıran, Holocost müzeleri ile Yahudi yaşamına ve Yahudi kıyımlarının kentin bir parçası haline getirme çabası olmuştur. İlk başlarda mevcut binaların müze olarak dönüşmesi ile başlamıştır. Daha sonra Washington Holocaust Müzesi gibi yeni yapılar oluşturulmaya başlanmıştır. Ancak Daniel Libeskind tarafından yapılan Berlin Yahudi Müzesi, tüm paradigmaları alt üst etmiş strüktürün, iç ve dış mekânların Almanya’daki Yahudi yaşamının ve Nazi döneminin tam bir ifadesini kazanmıştır. Bununla birlikte Avrupa diasporasındaki Yahudi cemaatlerinde kimlik yönü daha güçlü bir mimari ifade kazanmıştır.

Mimari konseptlerin uluslararası bir yön kazanması ile Mario Botta’nın İsrail’deki yaptığı bina, Frank Ghery’nin Kudüs deki Tolerans Müzesi, Zvi Hecker ve Moshe Safdie gibi mimarlar İsrail, Avrupa ve Amerika’da çeşitli çalışmalar yapmışlardır. Daniel Libeskibnd ise Almanya’dan Amerika’ya geçip New Yok Dünya Ticaret Merkezi ve San Francisco’daki yeni Yahudi müzelerini tasarlamıştır.

Geçmişe kurulan ilişki kendi yaşamımız, yitirdiklerimizle kurduğumuz duygusal bağ ile ilgilidir. En basit hali ile bize “hatırlatan”; anıların, yaşadığımız hayatın ve bugün bulunduğumuz noktanın daha da anlamlanmasını sağladığı için geçmişle kurulan ilişki sadece belgesel, objektif değil sübjektif kişiselleşmiş duygularımıza (1) seslendiği ölçüde var olur.

Tarihin, tarih yazmanın resmi tarih veya popüler tarih gibi farklı isimlerin ortaya çıkması esas itibarı ile bu duygusal ilişkinin arınık bir ortama taşınması, bireysellikten uzaklaşmaya bir bakıma teknik bir kılıf ile kuşanmaya başlaması ile ilgili bir durumdur. (2)

Tarihi çevre veya eski mahallelerde gezmek bir bakıma bu nedenle daha ilginçtir. Yaşamın hangi evresinde olduğumuzu anlayabilmemiz bir önceki evreleri hissedebilmemizle ilgidir.

Bu yönü ile kendimiz bizzat yaşamamış olmasak da insan olmanın evrensel güdüsü bizi geçmişe bakmaya iter. Eskilik yitiklik bir bakıma geleceğin kanıtıdır. Belki de bu gözle bakılmalıdır eski sokaklara. Ancak eskiyi günümüze taşımak adına imgeleri kopyalamak tekrarlamak yepyeni tarih ile aramızdaki kişisellikten uzaklaştıran steril bir noktaya taşır. Bu nedene patinanın korunabilmesi günümüzde yenileme kavramının tartışmalı yönünü oluşturmaktadır. Müzeler de bir bakıma bu görevi yerine getirmektedir. Geçmişi bir cam fanusa koyarak steril bir ortama taşıyarak geçmiş işe kurulan ilişkiyi geçmişin nasıl okunması gerektiğini dikte eder.(3) Şüphesiz korumacılık bu steril ortamı mecbur kılar, nesneleri sınıflandırır ve birbiri ile ilişkisini bir metin ile oluştur, anlamlandırır ve tarihi yazar. Ancak tarih yazımın esas olarak kolektif bir yönü olmalıdır. Tarih taraflı okunur, yazılır; yazmanın doğası taraflı olmayı gerektirir.

İşte bu noktada müze-müzecilik kavramları anlam kazanmaya başlar. Müze bir bakıma tarih ile karşı karşıya gelinen önümüze sunulan mekânlardır. Geleneksel anlayışta müzeler doğrusal çalışan mekânlardır. Müze içindeki insan hareketleri belli bir düzen içerisinde olmalıdır. Ancak burada temel problem her objenin sadece kronolojik veya küratör tarafından belirlenen temalar dışındaki anlamının yitmesidir.(4) Her ne kadar küratör kendi tecrübesi üzerinden anlatsa da izleyici bireysel teması üstünden okur.(5)

Bu iki nokta arasındaki sürtüşme müze yapısı ile anıt deposu arasındaki farkı gösterir. Müze yapısı tarih ile izleyici arasında tarafsız bir alan oluşturabilmeli, izleyici ile koleksiyon arasında bireysel ilişki kurmasına izin verebilmelidir. Müzeyi her gezen bu tarihi kendi tarihini tekrar yazar, bireysel geçmişi ile pekiştirir ve zenginleştir. Koleksiyon bir senaryo dikte etmekten (6) çok, parçalar etrafında oluşabilecek hikâyeler ön plana çıkar. Dolaşım rotaları lineer tek boyutlu olmaktan çıkıp hacimsel bir düzleme taşınır. Ancak bu şekilde müze, geçmişin bugüne ve geleceğe taşınmasının (7) ve izleyicicinin pasif olmaktansa hikâyeyi oluşturan bir unsur olmasını mümkün kılar. (*) “Son Bakışta Aşk

- Tarih kavramı hakkında”,

Metis Yayınları, Çev: N. GürbilekDİPNOTLAR

(1) Geçmişin gerçek imgesi uçucudur. Geçmiş ancak, bir daha görünmemek üzere kendini gösteren bir resim olarak yakalanabilir. (...) Geçmişin imgesi uçucudur. Geçmiş ancak, bir daha görünmemek üzere kendini gösterdiği an bir resim olarak yakalanabilir. Geçmişin imgesi kendini amaçlanmış olarak bulamadığı her an yitip gitme tehdidi taşır; (...) Geçmişi tarihsel olarak kurmak “onu gerçekten olmuş gibi tanıtmak değil” bir anda parlayan anlıyı ele geçirebilmektir. Tarihsel maddeciliğin meselesi, tarihsel öznenin karşısında beliren geçmişin imgesini alıkoymaktır.

(Yazar: Walter Benjamin,

“Son Bakışta Aşk- Tarih kavramı hakkında”, Metis yayınları, Çev: N. Gürbilek)

(2) Geçmiş kendini kurtuluşa yönelten gizli bir dizini beraberinde taşır, zaten bizden öncekilerin içinde yaşadıkları havadan hafif bir esintiyi biz de duyumsamazıyız? Kulak verdiğimiz sesler içerisinde artık susmuş olanların yankısı yok mudur? Kur yaptığımız kadınların hiç bir zaman tanıyamadıkları kız kardeşleri olmamış mıdır? Böyle ise eğer o zaman geçmiş kuşaklar ile aramızda gizli bir anlaşma var demektir. O zaman demektir ki bizler bu dünyada beklenmişiz...

Walter Benjamin-COGITO

(3) Tarihsel materyalist, tarihin epik öğesinden vazgeçmelidir. Tarih onun içi boş zamanda konumlanmayan, aksine belirli bir dönemde, belirli bir yaşamda ve belirli bir yapıtta terkip edilen kurgunun nesnesidir. Tarihsel materyalist, dönemi somutlaştırılmış “tarihsel devamlılığından” çekip alır. (...) Tarihselcilik geçmişin ebedi imgesini sunar; tarihsel materyalizm geçmişle tekil bir deneyimi sunar.

Walter Benjamin-COGITO

(4) Historisizm, tarihin çeşitli anları ile arasında nedensellik ilişkisi kurmakla yetinir. Ama hiçbir olgu sırf bir neden oluşturduğu için tarihsel sayılmaz. Bir olgu ancak sonradan, binlerce yıl uzağındaki olaylar aracılığıyla tarihsellik kazanır. Bundan yola çıkan tarihçi, olaylar dizisini tespih çeker gibi peş peşe sıralamaktan vazgeçecektir. Bunun yerine yaşadığı dönemin çok belli bir dönemle oluşturduğu kümenin farkına varır. Böylece bugün kavramı, içinde Mesiyanik zaman kırıntılarının uçuştuğu “şimdi’nin zamanı”dır.

(Pasajlar Walter Benjamin)

(5) Nasıl ekonomide sermaye, geçmiş işgücü üzerindeki hakimiyet anlamına geliyorsa, tarih de bilinç için böyle bir mülkiyet kategorisini ifade eder.

(Carl Korn, “Proletariats und Klasik”,

Stuttgart 1908-COGITO)

(6) Tarih, bir inşa faaliyetinin nesnesidir: Yapı homojen ve boş bir zamanda değil, “şimdi’nin Zamanı”nın doldurduğu bir zamanda yükselir (...) Tarihsel ilerleme kavramı, insanlığın homojen ve boş bir zaman içinde durmadan yol aldığı tasavvurundan ayrışamaz. İşte bu tasavvurun eleştirisi, ilerleme kavramına temel oluşturmak zorundadır.

(Yazar: Walter Benjamin, “Son Bakışta Aşk- Tarih kavramı hakkında”, Metis yayınları, Çev: N. Gürbilek)

(7) Tarihsel deneyimde aslen bizi ilgilendiren konuları bir araya getirilmiş bulgularından ayırt eden, diyalektik yapıdır. “Asli olan hiçbir zaman olgusal olanın çıplak, aşikâr varoluşundan çıkmaz ortaya. Asli olanın ritmi kendisini sadece çift görüşe açar. Bu görüş, asli olanın ön ve izleyen tarihi ile ilgilidir.

(W. Benjamin, Ursprung des deutschen Trauerspiels, Berlin 1928-COGITO)