Linet yeniden Türkiye’de > Dönüşü muhteşem oldu...

Arabesk-fantazi müziğin güçlü sesi, Bursalı Leya Bonana ve İstanbullu Şumuel Menaşe’nin İsrail doğumlu kızları Linet, on yıllık bir sessizlik döneminin ardından “Paylaşmak İstiyorum” adlı albümüyle yuvaya döndü

Tuna SAYLAĞ
8 Nisan 2009 Çarşamba

İtiraf etmek gerekir ki, yıllardan beri Türkiye’de müzik yapmasına ve hiçkimsenin inkar edemeyeceği müthiş gırtlağına rağmen, sırf arabesk okuyor diye görmezlikten gelip, “öteki” muamelesi çekmedik mi Linet’e?  “Arabesk müzik- Yahudi- İsrailli” formülünü bir türlü beynimizde kuramadık. Ama geç de olsa artık Linet’i ağırlamanın sırasıdır dedik ve bir tabuyu yıkarak ilk kez bir arabesk müzik sanatçısını sanat sayfasına konuk ettik.

Eğrisiyle doğrusuyla huzurlarınızda Linet!

Olağanüstü bir sesiniz var, müzikle ilgili bir eğitim gördünüz mü?

Sahneye ilk kez 5 yaşında, Leyla Özgecan adıyla, İsrail’de Türk Sanat Müziği okuyan annemle birlikte çıktım; hep Türkçe şarkılar söyledim. İbranice şarkıları ise okuldaki müzik öğretmenim sayesinde öğrendim. Zaman içinde Türk müziği albümleri yaptım; daha sonra Türkçe bilmeyenlere hitap edebilmek için aynı şarkıları İbranice sözlerle söylemeye başladım. Dört yıl piyano ve şan dersleri aldım, ayrıca annemin makam, usul konusundaki bilgileriyle gelişerek  bugünlere kadar geldim. İsrail’de Türk Müziğine meraklı çok sayıda insan var, özellikle Arap ülkelerinden gelenler bu konuda başı çekiyorlar.

Bu uzun zamandır ortalarda yoktunuz…

1994-1999 yılları arasında Türkiye’de idim. Üç albüm yaptım. Sesim, dinleyenler ve ustalar tarafından takdir edildi, belli bir üne kavuştum. Ancak 1999’da bazı ailevi sorunlar nedeniyle İsrail’e dönmek durumunda kaldım. Niyetim bir iki sene kalmaktı ama bir baktım ki, aradan  6-7 yıl geçmiş. 2006 yılında Bakırköy Felek’ten gelen bir teklif üzerine bir aylığına Türkiye’ye geldim ama iki yıl çalıştım. Geliş o geliş… Üç yıldır çeşitli televizyon programlarına canlı performansla katılıyorum. Fiziğim çok değiştiği için kendimi tekrar seyirciye hatırlatıyorum bu şekilde. Albümü çalışıp kazanarak kendim yaptım. Bu yüzden ayrıca mutluyum. Şimdi de tanıtım çalışmalarıyla meşgulum. Albümde değişik tarzda parçalar var; bunu bilhassa ben istedim. En çok hangi şarkı ilgi görürse bundan sonraki tarzımı ona göre belirleyeceğim. Albümde Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur’dan birer parça var; ayrıca eskiden hit olmuş bazı şarkıları gençlere hitap edebilecek şekilde güncelleştirerek söyledim. Flamenko tarzındaki “O kim oluyor” adlı parçaya çok inanıyorum, sayesinde genlerimin, sesimin renginin, fiziğimin ne kadar İspanyol olduğunu farkettim. Endülüs tarzını, ki içinde hem Arap hem Flamenko gırtlağı vardır, kendimle çok özdeşleştiriyorum. Ama uzun bir ara verdiğim için karar vermeden önce bu konuda hem kendime hem dinleyecilerime zaman tanıyorum.

Fiziğiniz ve kostümlerinizle adeta küllerinizden doğdunuz…

Teşekkür ederim. Ekip çok önemli; menajeriniz, sizi tanıtan  basın danışmanınız… Bunlar bende eksik olan noktalardı. Linet sadece ses olarak biliniyordu. Bugün ise çok daha fazla tanınıyorum, konuşuluyorum; bu da Özgür Aras (basın danışmanı) farkı…

Albümünüz henüz çok yeni; ilgi nasıl?

Çok iyi, yaklaşık bir buçuk ay önce çıkmamıza rağmen  üçüncü klipimizi çektik. Tüm parçalara güvendiğim ve halkımızın tüketim hızına ayak uydurmak için, her ay bir klip çekmeğe karar verdik. Bu da beni çok heyecanlandırıyor. İnsanlar müziği görüntülü izlemeyi seviyorlar, bu şekilde şarkılar farklı bir boyut kazanıyor. Yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim; Power Türk FM’e çok kırgınım, sarkılarımı yayınlamıyor. Oysa albümde bir çok pop müzik şarkısı var, mesela bir Sezen Aksu bestesi olan “Aslan gibi” onlardan biri. Bir kalemde Linet  arabeskçidir diye beni bu piyasadan soyutlamalarına kızıyorum ve onları kınıyorum, bu ülkede iyi sesi olan sanatçı sayısı çok az, desteklenmeleri lazım. Türkiye’de pop müzik sanatçısı olarak bilinen bir çok şarkıcının, Sezen Aksu, Serdar Ortaç hatta Hande Yener’in bile parçalarında arabesk renkler vardır. Bütün iş şarkıyı nasıl okuduğunuzla ilgilidir; düz okursanız o şarkı pop, nağmeli ve hakkını vererek okursanız arabesk olur. Bir şarkı arabesk olarak da okunuyorsa yani  çeyrek nota orada varsa o arabesk bir parçadır. Bir Whitney Houston’u asla nağmeli okuyamazsınız çünkü şarkı size izin vermez. Uzun yıllar arabesk bu ülkede küçük görüldü, oysa bu müziği okumak herkesin harcı değildir, çok iyi bir gırtlağa sahip olmak gerekir. 

Ben her tarzda ve altı dilde şarkı söyleyebiliyorum. Sahnede İngilizce “Bodyguard”ı okuduktan sonra peşinden “Batsın bu dünya”yı söylüyorum ve her tür müziği herkesden daha iyi, daha duygulu okuyabileceğimi iddia ediyorum, pop’u da arabeski de…

İsrail’de ne tür müzik yapardınız?

Aynı tarz, Türk Sanat Müziği ve arabesk. Daha gençken hiç pop müziği dinlemezdim, tamamen İbrahim Tatlıses’e odaklanmıştım. Daha sonraları ise MTV’i izleyerek pop’u öğrendim; Whitney Houston, Bryan Adams, Sting, Michael Bolton, Céline Dion gibi isimleri takip ettim. İsrail’in yerel müziğinden hiç faydalanmadım. Ama orada  bir çığır açtım, İsrailli şarkıcılardan bir çoğu beni takip etmiş, ilk şöhretlerini İbraniceye çevirdiğim şarkıları okuyarak kazanmışlardır.

Siz İsrail’de de müzik piyasasının ve sanatçı çevresinin içindeydiniz,  o ortamı buradaki ile kıyaslarsanız neler söyleyebilirsiniz?

İsrail çok küçük bir ülke; yaptığınız tarzdaki müzik her kesime ulaşmaz. Türkiye’de çok daha büyük bir potansiyel var. İsrail’deki sanatçılar halktan Türkiye’dekiler kadar ilgi görmez. Ayrıca orada buradaki gibi paparazzi tarzı, sanatçının özel hayatı ile ilgilenen  tv programları yok. Burada ise rant yaptığı için, sanatçı özel hayatı ve polemikleri gündeme geliyor. Bütün bunlar o sanatçıyı ulaşılmaz kılıyor ve halkın gösterdiği ilgi, sevgi bu mesleği yapmak için insana büyük bir güç veriyor. Egonuzu parlatıyorlar, sizi yüceltiyorlar. Türkiye’de sanatçı olmak  büyük bir ayrıcalık.ve keyif. Ancak temiz, dedikodusuz bir yaşam da sürüyorsanız farklı puanlar da kazanıyorsunuz. Ben kişilik olarak polemiklere girecek bir yapıda olmadığım için, uzak duruyorum. Gündeme gelmek için ekstradan olay yaratmıyorum. Tamamen doğal, müziğimle ya da gerçekten konuşulması gereken bir konu varsa fikrimi beyan ederek duruşumu sergiliyorum. Sonuçta  bir kukla değil düşünen, dünya görüşü olan bir insanım. Çok okurum, çok gezerim ve bir çok konuda fikir yürütecek birikime sahibim.

Kariyerinizi neden Türkiye’de sürdürmeyi tercih ettiniz ?

Tercih etmek zorundaydım çünkü çok küçük yaşlardan itibaren bu dille yoğruldum ve anlamadan, bilmeden yarış atı gibi  bu müziğe, bu lisana, bu kültüre adapte edilerek büyütüldüm. Annem bizi Tel Aviv’de büyüttü ama İstanbul’dan hiç bir farkı yoktu.

İstanbul’daki Yahudi Cemaati ile temasınız var mı?

Bu seneye kadar hiç olmadı çünkü Türk müziği söyleyen bir İsrailli olarak beni nereye oturtacaklarını bilemediler; ilk kez bu yıl Purim balosunda şarkı söyledim. Hep birlikte çok güzel bir gece geçirdik, çok mutlu oldum. Bundan sonra ilişkilerimiz  hep sürsün istiyorum. Mesela iki yıl önce Hahambaşılığı arayıp Yom Kipur’da bir ailenin misafiri olmak istediğimi bildirmiştim. Gerçekten de o günü Kemerburgaz’da yaşayan bir ailenin yanında geçirmiştim. Bu sene de bayramları Istanbul’da başka bir dostumun evinde geçirdim, hep birlikte Ortaköy Sinagogu’na gittik.

Hobileriniz var mı?

Kabala ile ilgileniyorum ayrıca numeroloji ve tarota meraklıyım. Altıncı hissim çok güçlü. Eskisi kadar olmasa da el sanatlarıyla uğraşıyorum, yemek pişirmeyi çok seviyorum, sık sık da pırasa köftesi yapıyorum. Ağristada’ya (bir tür köfte yemeği) bayılırım. Evde vakit geçirmeyi severim arkadaşlarımla, komşularımla. Benim için en büyük eğlence hoş bir restoranda dostlarımla yemek yemektir

Başka ne gibi projeleriniz var?

Kariyerimle ilgili çalışmalara devam etmek, başka albümler yapmak, solo konserler vermek istiyorum ama en büyük projem ve arzum bir an evvel bir aile kurmak; gerçi bu işler planlı programlı olmaz ama kısmet diyelim artık…

Bu arada modacınızı da sormak istiyorum.

İrem Onar; bir yıldır birlikte çalışıyoruz, onu çok başarılı buluyorum.