Sanat mı, ideoloji mi, yoksa her ikisi mi?

8 Nisan 2009 Çarşamba

Rubi ASA

İstanbul Kültür Başkenti 2010 organizasyonu kapsamında hazırlıkları yürütmek üzere gelen mimar  ve akademisyen Remo Salvadori  bir söyleşisinde  Sanat ın güncel ve toplumsal sorumluluklarını şu sözlerle tanımladı.

“Günümüzde artık sanat, ideolojilerin yerini aldı. Bu yer değiştirme sanatçıya toplumun önderliğinde bir kimlik ve geleceği biçimleme sorumluluğu yüklüyor.”

Öncelikle bu ifadeyi duyduğumda oldukça tehlikeli ve sanat, sanatçı tanımlarının gelenekselleşmiş açılımının dışında algıladım. Sonrası üstünde düşündüğümde;

Sanatçının elbette evrensel bir misyonu olacaktı gerek kişisel gerek toplumsal duyarlılıkları önemseyecek ve dışavurumuyla yaşadığı toplumun ötesinde insanlığa katkıları olacaktı. Ama bir ideolog olmalımıydı? Bu sanatçının özgür düşüncesine ve yaşamı algılayışına bir engel değimliydi. İdeolojiler sürekli olamazlardı, değişen toplum değerlerine ve etkileriyle zamana  karşı kendilerini güncellemeliydiler.

Sanat bilincini, görünenin arkalarına doğru uzatabilenler, algılarının derinliğine bağlı olarak cennetin, cehennemin, güzelin, çirkinin, doğrunun, yanlışın, gerçeğin, hayalin birbirlerine sarılmış her yerden kendine baktığını görebilecekti. Sanat, çatışmaların, dünya savaşlarının, şiddetin, katliamların karşısında olası bir barışın ve tüm insanların eşitlik özgürlük ve mutlulukları adına bir eylem sorumluluğunu taşıyabilir miydi. Bu amaca yönelik üretilen sanat gerçekten elde edilebilecek küresel etik ve insansal bir ideolojinin estetik değerlerini tanımlayabilirmi?

Oysa Remo nun tanımı sanata oldukça politik bir yüklem ve statik bir zemin kazandırmaktaydı.

Kişisel olarak yakın tarihimizi düşünüp, sanat tarihi ile eşleştirmeye çalıştığımda; dünyada uzun soluklu  bir barışın olmadığını toplumların tarih sahnelerinin çoğunlukla şiddete ve kitlesel dünya savaşlarına yol açtığını görüyorum. Buna sebep olan ideolojiler toplumlarında çeşitli boyutlarda faşist baskılar ile egemen güçlerini sürdürmeye çalışmışlar  sanatı ve bilimi bu ideolojilerinin alt segmenti olarak değerlendirmişlerdir.

Sanatçıyı yok etmişler onun özgür iradesine ipotek koymuşlardır.

Günümüz Türkiyesinde yaşanan garip politik ve ideolojik düzenin sonucu olarak  örneğin Ergenekon gibi karanlık ve kanlı hesaplaşmaların değerlendirilmesiyle, topluma yeni ve farklı başlangıçlar kazandıracağı umulmaktadır.

Sanata ve sanatçıya yine geri dönelim:

Yarım yüzyıl öncesi bir yazarın kaleminden çıkmış olan yapıtlar, günümüz dünyasının karşılaştığı etik ve ideolojik erozyonla şaşırtıcı bir biçimde örtüşmektedir.

Sorunlar ve çözüm yöntemleri hiç mi değişmedi, insanlar egolarıyla güç gösterilerini sürdürmekten hiç mi yorulmadılar, koyunlar gibi sürülerle önder olduklarına inandıklarının peşlerinden yol almaya halen niye devam ediyorlar. Yoksa insanlık tarihi kendini yenileyen bir kader dizgesi mi?

Tiyatro Pera da sahnelenen bir oyun tüm bunların çarpıcı yanıtını bizlere sunuyor. Nesrin Kazankayanın yönetmenliğini üstlendiği ve kendisinin de oynadığı Brecht’in oyunlarından derlenen “Rahat yaşamaya övgü” bir tiyatro sahnesinden çok kabare dünyasının ışıltılı estetiğinde sahneleniyor.

Berthold Brecht in en önemli üç yapıtı “Arturo Ui’nin önlenebilir tırmanışı, Uysal asker Schweyk ve Üç kuruşluk opera” bir arada ve birbirlerinden geçişlerle alıntılar yapılarak anlatılıyor. Brecht dönemi Almanyasına faşizmin ayak seslerine ve ardından gelecek büyük diktatörlükle yaşanacak bir dünya savaşının sonuçlarına ışık tutuyor.

”Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı” nda oyundaki gangsterlerin öyküsü 1932-38 yılları arasındaki Alman tarihinde yaşanan olaylarla paralellikler kurularak anlatılıyor.  Nasyonal Sosyalizmin yükselişi, ırkçılığın  artışı ve sonrasında  hedeflenen soykırım ile dünya savaşının gerçeklerine nasıl ulaşıldığı gösterilir.

Brecht in oyuna ait yazılarında:

“Ui, bir öğreti oyunudur, büyük tarihsel katillere olan hayranlık tehlikesini yıkmak üzere yazılmıştır. İdeallerde yaratılan liderler toplumların zaaflarını kullanarak onları tarihin yargılayacakları sulara taşırlar. Anlatımda çevre özellikle dar tutulmuştur. Bu çevre devlet, sanayiciler, asalak soylular, burjuvalar, askerler ve bürokratlarla sınırlanarak daraltılmıştır. Oyun hiçbir zaman, otuzlu yılların tarihsel kesitinin bütününü ve Alman toplumunun temellerini vermek için yazılmamıştır.”

Günümüze döndüğümüzde, oyunun toplumumuzun bütün katmanlarıyla şaşırtıcı bir şekilde uyuştuğunu görürüz. Kazankaya nın incelikli yorumu, Brecht in ironik anlatımını ön plana çıkartarak  özellikle günümüz olgularına paralellik kurmamıza olanak sağlar ve ideolojilerin tekrarlanabileceğini, sanatçı olarak tavrımıza Brecht bakışını katmamızı önerir.

Günümüzde yaşadığımız küresel ekonomik kriz etik değerleri yok ettiği gibi toplumsal dengeleri de sorgulamaya ideolojileri masaya yatırmaya yol açtı.

Karl Marx dünyada iz bırakan önemli düşünürlerden biri. Dünya toplumlarını uzun süre yönlendirdi, devrini tamamladığı sanılsa da, bu günlerdeki krizin sonuçlarıyla ideolojisi yeniden tartışılmaya başlandı.

Yine önemli bir sanatçı Genco Erkal. Yönetip oynadığı Howard Zinn in yazdığı “Marx ın dönüşü” nde günümüz değerlerindeki keskin dönüşlere bir sanatçı duyarlılığı ile yorum getiriyor. Hem devrimci hem düşünür hem aile babası hem insansal kaygı ve tutkularıyla Marx, Kapitalin tozlandırılan sahifelerinden çıkıp günümüze yeniden geliyor ve acaba haklımıydı dedirtiyor. ”Siz İsa yı bekliyordunuz ama işte ben geldim”diyor.

Bu gün dinlerin çözüm önerilerine toplumsal ideolojiler üreten bir süreçten geçiyoruz. Bu geçiş ve değişim karşısında çelişkiye düşüyor bireysel ve toplumsal değerlerimizi yeniden sorguluyoruz. Görüyoruz ki, Marx yine güncel, sanat ve sanatçı yine sorumlu. Yapıtlarından söylemlerinden ve eylemlerinden sanatçı yine yaşadığı topluma olduğu kadar geleceğe ve insanlığa karşı sorumlu.

Bu bekli de “Sanat İnsanının” evrensel varoluş gerekçesi.