Neden Afrikalılar Beyaz Avrupalıları köleleştirirken, Kızılderililer Avrupa’yı keşfetmediler?

Medeniyetlerin gelişimi ve insanoğlunun dünyaya yayılışını etkileyen faktörler, Prof. Jared Diamond’un çalışmaları ışığında incelendi

Perspektif
1 Nisan 2009 Çarşamba

Selim AVİYENTE

Birçok şekilde 1492 Olayları bir sondan çok bir başlangıçtır. Bugünden 12,000 ile 18,000 yıl öncesinde ilk insanlar Bering Boğazı yoluyla Sibirya’dan Amerika’nın içlerine doğru yol aldıklarında on beşinci yüzyıla kadar eşi benzeri olmayan bir doğal deneye de sebep olmuşlardır. Birbirlerinden tamamen ayrı iki büyük grup insan, iki büyük toprak alanında yan yana ancak birbirlerinde habersiz ve birbirlerini etkilemeyecek şekilde var olmuşlardır. Bunlara Eski (Avrasya) ve Yeni (Amerika) Dünya denmektedir.

Bu eşsiz durumun sonuçları tabi ki insan doğasının ve insan gelişiminin çevresel etkileri hakkında bize çok şey söylemektedir. Bu sonuçlar eski ve yeni dünyanın düşüncelerini, inanışlarını bunların ortak noktalarını da anlatan bir hikayedir.

Temel başka bir soru daha vardır. Neden Avrupalılar, Amerika’yı keşfetti de tersi olmadı? Neden İnkalar Atlantik Okyanusu’nu doğudan batıya kat edip Portekiz’e veya Fas’a ulaşamadı? Bu tip konular Polonya asıllı Yahudi olan Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi (UCLA) Antropologu Prof. Jared Diamond’ın aklını meşgul etmiş ve ömrünü bu soruya cevap vermeye adamıştır. Cevaplardan biri kıtaların dünyada yayılış biçiminde yatıyor.

Basitçe Amerika ve Afrika kıtalarının ana aksı Kuzey-Güney yönünde; öte yandan Avrasya’nın ise doğu-batı oluşudur. Bunun önemi evcilleştirilmiş at, kuzu, domuz, inek gibi hayvanların ve buğday, arpa, çavdar vb. bitkilerin doğu-batı (batı-doğu) yönünde yayılmaları kuzey-güney (güney-kuzey) yönüne göre daha kolay olmasıdır. Bunun sebebi doğu-batı çizgisi aynı enlemi işaret etmesi bunun da aynı coğrafi ve iklimsel şartların mevcudiyetidir. Bu aynı sıcaklıkların, yağış miktarının, gece gündüz sürelerinin eşitliğini sağlar. Kuzey-güney yönünde ise, bu hayatın devamı için gerekli bu coğrafi şartları bulmak imkânsızdır ki, bu da bitkilerin ve evcil hayvanların dağılımını kısıtlamakta; yaşamın ve nüfusun artışını sınırlamaktadır.

Avrasya’da küçük baş ve büyük baş hayvanların nakliyesi Afrika ve Amerika’dan daha kolaydır. Bu da nüfusların hem geniş alana yayılmasını hem de büyük miktarlara ulaşmasını imkanlı kılmıştır. Bu toplumlar arasında rekabeti artırmış; yeni kültürel ve toplumsal oluşumlara yol açmıştır. Bu rekabet silahları ve savaş metodlarını, bunları meşru kılacak dinsel inanışları geliştirmiştir.

İkincil sebep ise evcil hayvanlarla yaşayan, seyahat eden insanlarda mikropların evrimini hızlandırmıştır.Bu tarz mikroplar ve hastalıklar ancak büyük nüfuslarla var olabilir aksi takdirde küçük bir nüfusu kısa süre içinde yok olur. Bu sebepten onlarla ilk defa karşılaşan ve bağışıklığı olmayan İnkalar ve Aztekler çok kısa sürelerde nüfusunun çok önemli bölümünü kaybetmişlerdi. Bunlardan ders almasını bilen “Beyaz Adam” savaşacağına, zannedildiğinin aksine Kızılderililere suçiçeği mikroplu battaniyeler dağıtarak onları kan dökmeden yok etmişlerdir.

Afrika’da ise 6 milyon yıl önce insan için hızlanan evrimsel motor üç tarafı okyanuslarla ve kuzeyi aşılmaz çöllerle çevrelenen kıtada aksi yönde çalışmış ve insan birkaç bitki ve hayvandan başka evcilleştirme yapamamış; sonunda bu yarışta geride kalmıştır.

Aynısı Amerika için de geçerlidir. Bering Boğazının dışında etrafı büyük okyanuslarla çevrili olduğundan birkaç hayvan ve bitkiden başka evcilleştirme olamamıştır. Akdeniz havzası tarım için dünyadaki en uygun alandır. Amerika’nın Akdeniz iklimine sahip alanları çok az olduğundan, bu alandan başka tarıma elverişli alanları çok değildir.

Avrasya’da 33 büyük tohumlu tarımsal bitki varken bu sayı Amerika’da 11’dir. Evcil hayvanlar ise 13 e 2’dir.

Yazı Mezopotamya’da M.Ö. 3,000’de bulunduğu halde Mesoamerika’da M.S. 600’da bulunmuştur.

Amerika’nın keşfi Avrupa düşüncesini temelden etkilemiş; yeni bulunan topraklar ve insanlar coğrafya, tarih, teoloji hatta insanın doğasıyla ilgili yerleşik görüşleri temellerinden sarsmıştır.

Etienne Pasquier’in 1560’larda dediği gibi, “Bu Amerika sadece Avrupa tecrübesinin dışında değil aynı zamanda beklentilerinin de dışındadır. Afrika ve Asya çok kişiye uzak ve anlaşılmaz olmasına rağmen her zaman biliniyordu. Amerika kesinlikle beklenmedik bir şeydir; Avrupa onun getirdiklerine uyumda çok yavaş kalmaktadır.”

Büyük altın yataklarının getirdiği zenginlikler yanında karşılaşılan Kızılderililer, Hıristiyan inancına katılabilecek yeni ruhları temsil etmesi bakımından insanları heyecanlandırıyordu.

Kızılderililerle ilk karşılaşan Kristof Kolomb onları “canavar ve anormal” olmadıklarını görüp çok şaşırmıştı. Ne kadar “fakirler” diye not düşmüş.

Kolomb durmadan düşünmüştü. “Bu insanlar kutsal kitabın neresindeydi? Acaba bulduğum Yeni Dünya kutsal kitapta anlatılan cennet miydi, yoksa ‘Eden’ miydi? Onların basitliği, saflığı ve etrafta herhangi bir utanç duymadan çıplak gezmeleri bu düşüncelere onda bu düşüncelere yol açtı. Kiliselerdeki meleklerin resimleri ve hümanistlerin anlatımları bu düşünceleri pekiştirdi.

Kızılderililerin Avrupa’da geçerli tarih perspektifine oturmaması, onları acil şekilde insanlaştırılmalarını zorunlu kılmıştı. Onların Hıristiyanlaştırılmaları için bu insanların gelenek ve inançlarını öğrenmek misyoner kaşiflerin ilk işleri olmuştur.

O zamanlarda Avrupa’da insanlar iki şekilde kategorize edilirdi. Ya dini inancına göre (Judeo-Christian veya Pagan) ya da medeniyetinin seviyesi/barbarlığına göre...

16. yüzyılda Amerika keşfi ile bunun değişmesi gerekti. Kızılderililerin medeniyeti seviyesi, herhangi bir medeni Avrupalıyla karşılaşıp karşılaşmadığı ile ilgiliydi. Onun dışında saf primitif insanlardı.

Sonunda Kilise düşüncesini açıkladı. “Kızılderililer insan değilse o zaman inanç kapasitelerinin olmaması lazım. Görünen kadiri mutlak düşüncesini algıladıklarıdır o zaman onlar gerçek insandır.”

1492 yılında 75 milyon Kızılderili yaşıyordu. Günümüzde 2 milyon kaldılar.

Batı kültürünün anlattığı gibi savaş boyalarını sürmüş atlarının üzerinde saldıran vahşi Kızılderililer zannedildiğinin aksine çok azdır.

Zaten Avrupalılar gelmeden önce kıtada hiç at yoktu. Atları Avrupalılar getirmişti. Onlar çoğunlukla nehir kıyılarında aileleriyle beraber yaşayıp tarım yapan çiftçiler ve yaya avlanmaya çalışan biçarelerdi.

Avrupa’da patates, kakao, kabak, fıstık, avokado, domates, ananas, tütün ve acı biber yoktu; bunlar Amerika’dan dünyaya yayıldı.

Amerika’da Kolomb’dan önce tekerlek yoktu lakin hemen her yerde top oyunları yaygındı. Lama evcilleştirilmişti. Büyük yelkenli gemiler, para kullanımı, tek tanrı düşüncesi, deney yapma ve yazı yoktu. Bu eksiklikler ekonomik faaliyetlerin zayıf olmasına yol açtı ve kurumsal olarak güçlü devlet organizasyonlarının ortaya çıkmasını zorlaştırdı.

Amerika’nın keşfi Avrupa’da ekonomik değişimlere yol açtı. 1521 ve 1544 arası Habsburg topraklarında Amerika’da toplam üretilen gümüşün 4 katı üretilirdi. 1545 den sonra üretim tersine döndü ve Almanya – Hollanda merkezli ekonomik güç, İberya yarımadasındaki ülkelere (Portekiz-İspanya) geçti.

İspanya merkezli Avrupa bu gelişmelerden sonra geleneksel düşmanı olan Müslüman devletlerinin ve İslam’ın üstüne döndü.

Osmanlı da İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerini topraklarına katarak, Avrupa’nın bilim, sanat ve ekonomik olarak dinamik gücü olan Yahudileri denge unsuru gibi kullanıp Hıristiyan Avrupa’yla mücadelesine devam etti.

Asya ile ticaret yolunu kontrol eden Osmanlı, Amerika’nın keşfiyle eski stratejik konumunu yitirdi.

Amerika’nın keşfinin sarstığı sorgulanmaz düşünceler, yeni fikirleri yeşertti. Avrupa sanayi ve kültürde devrimler yaparak gücünü geliştirdi ve sonunda Osmanlı’yı alt edecek güce ulaştı.

Amerika kıtasının keşfinin dünyanın geri kalanı ve Avrupa üzerinde etkileri bugün bile tam anlaşılmamıştır; belki hiç anlaşılamayacaktır.

Bir dünya vardır; Eski ve Yeni dünya dememizin sebebi sonuncusu bizim tarafımızdan keşfedilmesidir. Kızılderililer Avrupa’ya ilk gelmiş olsaydı, Avrupa’nın ön adı “Yeni dünya” olacaktı.