Aşk insanı nasıl ele geçirir?

Yüzyıllardır şairlere ilham veren, müzisyenlere şarkılar besteleten ve efsanelere konu olan aşk, etkisini beyin fizyolojisine borçlu. Beyindeki kimyasalların etkisi geçtikten sonra aşıkların bir arada kalmasını sağlayan bazı faktörleri bilim adamları açıkladı

Melis NİYEGO Yaşam
11 Mart 2009 Çarşamba

Bir Şubat ayını daha geride bıraktık… Yıllardır bu kısacık ayın değişmez teması Sevgililer Günü. Gazetelerde, reklamlarda, dergilerde, nereye bakarsanız bakın mutlaka bir yerde bir kalp var. Herkes farklı algılıyor bu günü: tepkili olanlar, umursamayanlar veya bunu fırsat bilip sevdiğini şımartanlar var. Benim fikrimi sorarsanız, sevgi gösterisine bahane edebileceğiniz her şey çok güzel. Kimilerine göre tüm kişisel ilişkiler, hatta dünya aşk üzerine dönüyor. İnsanlık üzerinde bu kadar güçlü etkileri olan bir olgu şüphesiz kutlamaya değer.

Peki, yüzyıllardır şairlere ilham veren, şarkılara sığmayan, efsanelerde ve tarihte hep izlerini bırakmış olan, daha birkaç hafta önce tüm dünyanın kutladığı bu aşk denen şey nedir? Ve insanı nasıl ele geçirir?

Aşkın insanlık üzerindeki etkilerini yıllardır inceleyen antrolopolog* Prof. Helen Fisher, insan beyninin zaman içinde evrim geçirdiğini belirtiyor. Başlarda sadece cinsel güdü ile uyarılan insan beyninin, zamanla tek bir eşe konsantre olmak amacıyla aşık olacak biçimde geliştiğini, en son olarak da aşıkların birlikte çocuk yetiştirecek kadar uzun süre birbirlerine toleranslı olabilmeleri için beyinde bağlılık bölümünün ortaya çıktığını vurguluyor. Fisher, aşkın etkisini incelemek üzere aşıkların beyinlerini bir MR tarayıcısında incelemiş. Kişiler sevgililerinin resmine baktıklarında, beyinlerinde aktif olan bölgelerden birinin kokain alındığında aktif olan bölgeyle aynı olduğu ortaya çıkmış! Fisher, aşkın beynin şiddetle arzulayan kısmında oluştuğunu  belirtiyor. O parça çikolatayı mutlaka istemek, işinde illa o pozisyona terfi etmekte tutturmak gibi bir şey aşk.

Biyolog Prof. Robert Friar, milyarlarca sinir hücresinin bulunduğu bir buçuk kiloluk beynimizde bazı kimyasalların aşkı yaratmaktan sorumlu olduğunu belirtiyor. Dopamin, norepinefrin ve feniletilamin beynimizde doğal olarak bulunan uyarıcılar. Prof. Fisher bunların aşık olduğumuzda  milyarlarca sinir hücresine ulaşıp bir domino etkisiyle ruh halimizi değiştirdiğini vurguluyor. Bunların her biri farklı bir etki yaratıyor. Örneğin, feniletilamin aşık olduğumuzda hiperaktif hissetmemize neden oluyor. O kişiyi düşünmeden duramamaya kadar giden saplantı hali ise beyindeki serotonin seviyelerinin düşüklüğünden kaynaklanıyor.

Kime, neden aşık oluyoruz, peki? Fisher  beş ila sekiz yaşları arasında insanların bir aşk haritası oluşturduğunu ve bilinçaltında bir eşte aradığı özelliklerin listesini yarattığını belirtiyor. Bu haritaya uyan biri karşımıza çıktığında Eros okunu atıyor ve beyin fizyolojisi kontrolü ele geçiriyor.

Konuya farklı bir açıdan yaklaşan Dr. Charles Wysocki, insanlardan aldığımız “kimyasal koku”nun kime aşık olacağımızı etkilediğini belirtiyor. Wysocki, “feromon” adı verilen bu kimyasalların kadınların muhtemel eşlerini seçmesindeki etkisini araştırmış. Farklı erkeklerin iki gece üst üste giydiği tişörtleri koklayan kadınlar, daha sonra her kokuyu “çok seksi”den “hiç seksi değil”e kadar giden bir ölçekte değerlendirmişler.  Sonuçlar kadınların genetik olarak tam zıtlarını seçtiğini ortaya çıkarmış. Kısacası, kadınlar çocuklarının daha güçlü bir savunma mekanizmasına sahip olmasını sağlayacak eşe yöneliyor. Görülen o ki biyoloji, aşık olurken bile biz farkında olmadan işini yapıyor.

Fisher’a göre beyindeki fizyolojik süreçler o kadar kuvvetli ki, bazı insanlarda yeniden aşık olma bağımlılığı yaratabiliyor. Şöyle açıklıyor; “Bazı insanlar aşık olur, o kişi için dünyanın öbür ucuna gidebilir. Ama bir süre sonra beyin kimyası yavaş yavaş değişmeye başladığında, bu insanlar ilişkiyi bitirir. Onlar beyindeki dopaminin kendilerine yaşattığı sarhoşluğun peşindedirler. Bu nedenle sıradaki tanımadıkları kişiye giderler ve aynı şeyi tekrar yaşarlar. Ama bu bağımlılık bazıları için acı verici olabilir.”

Yapılan araştırmalara göre, ilişkinin 18. ayıyla 3. yılı arasında beyinde aşıkların ruh halini değiştiren bazı olaylar oluyor. Kimyasallar onlara alışan beynimiz üzerindeki etkilerini giderek kaybediyor. Bilim adamları bu aşamada aşıkları bir arada tutan özel bir şey olduğunu keşfetmişler. Berkeley’de Kişilik ve Sosyal Bilimler Araştırma Bölümü’nde profesör olan Robert W. Levenson bu özel şeyin empati, yani diğer kişinin ne hissettiğini ve düşündüğünü bilebilme yeteneği olduğunu belirtiyor. Empati bir kişinin ne hissettiğini anlamaya çalıştığınızda sadece zihninizde gerçekleşmiyor. Bazı insanlar başkalarının duygularıyla aynı frekansa girebiliyor ve bedenleri empati kurdukları kişiyle aynı tepkiyi vermeye başlıyor. Aynı şekilde terliyorlar, nabızları aynı şekilde atıyor ve bedenleriyle aynı şekilde hareket ediyorlar. Levenson’ın araştırmaları bu duygusal ve fiziksel senkronizasyonun en çok aşıklar arasında görüldüğünü gösteriyor. Anlaşılan, beyin kimyası ve feromonlarla başlayan aşk alevini körüklemede en önemli rolü empati oynuyor.

Aşkın yıllarca süren derin bir bağlılığa nasıl dönüştüğünü Fisher şöyle açıklıyor:  “Şans, biraz kararlılık ve sizinle aynı değerleri ve hedefleri paylaşan doğru kişiyi bulmanız. Aşk kendiliğinden olur, ilişkiler inşa edilir.” Yaşayan en yaşlı çiftlerden biri Joseph ve Anna Bendoritis’e göre ise 74 yıllık evliliklerinin sırrı yola çıkarken verdikleri sözlere bağlılık ve her konuda açıkça iletişim kurmak.

Aşk bu, elbette bu makalenin sonunda da kafanız karışmıştır… Ancak şunu da eklemeliyim: Kaliforniya’da yapılan bir araştırmaya göre sevgiye dayalı bir ilişkide olmamak insan sağlığı için kilolu olmak, egzersiz yapmamak, kötü beslenmek ve hatta sigara içmekten bile daha zararlı. Kıssadan hisse, siz siz olun hayatınızda sevgisiz ve aşksız kalmayın!

*Antropoloji insanın ve insanlığın

incelenmesini konu alan bilim dalıdır.

 

Kaynakça: National Geographic

“Aşkın Bilimi” adlı belgeseli