DIŞ BASINDAN > Bankaları millileştirin! Şimdi hepimiz İsveçliyiz!

Ekonomi
18 Şubat 2009 Çarşamba

ABD bankacılık sistemi borcunu ödeyemez hale gelmeye çok yakın durumdadır ve eğer 1990’ların Japonya’sı gibi veya 1930’ların ABD’si gibi olmak istemiyorsak, sistemi kurtarmanın tek yolu millileştirmektir.

Dünyanın finansal başkentinin kalbindeki bir işletme okulunda eğitim veren serbest pazar ekonomistleri olarak, hükümetin bankacılık sistemini devralmasını önerirken kendimizi tam anlamıyla dine küfredermiş gibi hissediyoruz. Fakat Amerikan finansal sistemi öyle tehlikeli bir noktaya geldi ki, fazla seçenek kalmadı. Ve Hazine Bakanı Timothy Geithner’ın son kurtarma planında birçok doğru madde olmasına rağmen, temelde çok geç kalındı.

Sadece eşik altı mortgage karmaşası bile tek başına elimizi güçlendirmiyor. İçerdiği 1,2 trilyon ABD Doları problemin sadece başlangıcıdır. Ticari gayrimenkul borçları, kredi kartı borçları ve yüksek getirili ve kaldıraçlı borçların dâhil olduğu bir başka yedi trilyon Dolar, değerinin çoğunu kaybetme riski ile karşı karşıyadır. Ayrıca, durgunluk derinleştikçe ve daha fazla şirket ve hane halkı borçlarını ve mortgagelarını ödeyemedikçe, değerleri hızla düşecek yüksek kaliteli şirket bonoları ve borçları ile birinci sınıf mortgagelardaki trilyonlar da var.

Geçen sene Amerikan finansal kurumlarının kayıplarının bir trilyon Dolara vuracağını ve muhtemelen iki trilyon Dolara kadar ulaşabileceğini öngörmüştük. Abartmakla suçlanmıştık. Fakat o günden bu yana Amerikan bankalarının kayıpları bir trilyon Dolar seviyesini geçti ve şimdi IMF ve Goldman Sachs gibi kuruluşlar iki trilyon Doları aşan kayıplar öngörüyor.

Fakat eğer iki trilyon Doların yüksek olduğunu düşünüyorsanız, bir de web sayfamızdaki son tahminleri düşünün: Bu tahminlere göre Amerikan bankalarının, ürettikleri borçlanmalardan ve tuttukları varlıkların değer kaybından oluşacak toplam zarar yaklaşık 3,6 trilyon Doları bulacak. Amerikan bankacılık sektörü, bu rakamın yarısı olan 1,8 trilyon Dolarlık bölümle karşı karşıya. Geçen sonbaharda, bankaların varlıklarını destekleyen orijinal federal kurtarma fonu bile sadece 1,4 trilyon Dolardı ve bu Amerikan bankacılık sistemini 400 milyar dolarlık bir delikle yüz yüze bırakmakta.

Hazine Bakanı Geitner’in planının önemli iki bölümü şunlar: Birincisi, yaşayabilecek durumda olanlarla batmış olanları ayırmak için kayıtları incelenecek bankalara “dayanıklılık testi” yapmak ve ikincisi kötü varlıkları satın almak için özel ve kamu parasıyla bir yatırım fonu oluşturmak. Bunlar sağlıklı bir finansal sektöre kavuşmak için gerekli adımlar.

Fakat maalesef bu plan finansal dertlerimizi çözmeyecek, çünkü plan finansal sistemimizin, borcunu ödeme gücü olduğunu varsayıyor. Eğer plan vergi ödeyenlerin hakları gözetilerek uygulanırsa (yani artık düşük fiyatlı öz sermaye, tercihli hisseler, borç garantileri ve varlıklar üzerinde sigorta gibi avantalar olmazsa) işlerin gerçekte ne kadar kötü olduğunu teyit edecek.

Millileştirme, zehirli varlıklar sorununu düzenli bir şekilde çözmeyi ve nihayetinde borç vermenin tekrar başlamasını sağlayacak tek seçenektir. Tabi ki ekonomi hala iğrenç kokacak ama içinde bulunduğumuz ölüm sarmalı duracak.

Millileştirme – ya da daha uygun geliyorsa “alma” diyebilirsiniz – kolay olmayacak ama hükümetin izlemesi gereken bir dizi prensipler şunlardır:

Birincisi ve açık ara en zoru, hangi bankaların borçlarını ödeyemez durumda olduğunu belirleyin. Geitner’in dayanıklılık testi burada yardımcı olacaktır. Hükümet dış borcu olan büyük bankalarla başlamalı ve paniği önlemek için, hangilerinin iyi, hangilerinin kötü durumda olduğunu bir çırpıda belirlemeli. Aksi takdirde, bir büyük bankayı aşağı indirmek, hemen diğerlerinin öz sermayelerine ve uzun vadeli borçlarına bir hücumu başlatır. Bankaları ayrıştırma işlemi zorlu bir süreç olacak fakat yetkililerin sağlam durması gerekir.

İkincisi, borcunu ödeyemeyecek durumda olan kurumları hemen millileştirin. Hisse sahipleri silinecek ve uzun vadeli borç kâğıdı bulunduranlar, ancak mevduat sahipleri ve kısa vadeli borç kâğıdı bulunduranlara ödeme yapıldıktan sonra hak iddia edebilecekler.

Üçüncüsü, bir kurum devralındığında varlıklarını iyi ve kötü varlıklar olarak ayırın. Kötü varlıklar cari (ve çökmüş) değerlerden hesaplanmalı. Yine, Geitner’in planı uyarınca, özel sermaye bu kötü varlıkların bir kısmını satın alabilir. İyi varlıklar ise, ya halka arz yoluyla, ya da stratejik bir alıcıya satışla, yine özelleştirilmeli.

Bu kötü ve iyi varlıklardan elde edilen gelirler önce mevduat sahiplerine, sonra da borç verenlere gider. Belki, bir takım yönetim masraflarını karşılamak için hükümetin payına da bir miktar düşebilir. Eğer mevduat sahiplerine tam ödeme yapılabilirse, hükümet başa baş gelmiş demektir.

Dördüncüsü, kalan bütün kötü varlıkları tek bir kuruluşta birleştirin. Bu varlıklar vade sonlarına kadar tutulabilir veya sonuçta, kazançları ve riskleri vergi ödeyenlere ait olacak şekilde satılabilir.

Nihai sonuç, iyi varlıklarla sermayelendirilmiş birçok banka içeren sağlıklı bir finansal sistem olacak.  Borcunu ödeyemez durumda olan ve batamayacak kadar büyük olan bankalar, bütün finansal sistemi tehdit edemeyecek şekilde küçük parçalara bölünmüş olacak. Düzenleyici reformlar da, gelecekte ortaya çıkabilecek yüksek maliyetli kriz ihtimalini azaltacak.

Bankaları millileştirmek benzeri olmayan bir olay değil. 1992’de İsveç hükümeti borcunu ödeyemez durumdaki bankaları devraldı, temizledi ve özelleştirdi. Tabi ki İsveç bankacılık sistemi Amerikan sisteminden çok daha küçüktü. Ayrıca, bazı mevcut Amerikan finansal kuruluşları, analiz yapmayı güçleştirecek kadar büyük ve karmaşık. Ve bugünün küresel sermaye piyasaları, sistemle oynamayı, 1992’ye göre daha kolaylaştırdı. Fakat biz inanıyoruz ki, İsveç çözümü, eğer iyi uygulanırsa, burada işleyecektir.

İsveç’in yeniden yapılandırma ajansı kontrol dışı bir bürokrasi değildi. Temizleme işleminin bütün ayrıntılarını, hükümet tarafından işe alınan özel bankacılara ve yöneticilere vermişti. Süreç kayda değer derecede yumuşak olmuştu.

Temelde şimdi hepimiz İsveçliyiz. Bütün mermilerimizi harcadık ve gulyabani üzerimize doğru gelmeye devam ediyor. Bazukamızı çekelim ve işini bitirelim.

Matthew Richardson ve Nouriel Roubini
The Washington Post / 15 Şubat 2009

Matthew Richardson ve Nouriel Roubini, New York Üniversitesi, Stern İşletme Fakültesi profesörleridir ve yakında yayınlanacak “Finansal İstikrarı Yeniden Tesis Etmek: Başarısız Olmuş Bir Sistemi Nasıl Tamir Edebiliriz” başlıklı kitabın yazarlarıdır.