Çok zor değil!

İmre Kertesz: ‘Bir roman yazmayı düşündüğümde yine Auschwitz’i düşünüyorum. Ne düşünürsem düşüneyim, Auschwitz’i düşünüyorum. Çok farklı bir konuda konuşuyor gibi gözüksem de aslında Auschwitz hakkında konuşuyorum. Ben Auschwitz ruhunun bir elçisiyim. Auschwitz benim aracılığımla konuşuyor. Auschwitz ile karşılaştırıldığında herşey bana aptalca geliyor!’ (İmre Kertesz, ‘Galley Tagebuch’)

Holokost
12 Eylül 2008 Cuma

Süzet M. SİDİ

2002 yılı Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan İmre Kertesz’le tanışmam ‘Kaddish for a Child Not Born’*  adlı kitabını satın aldığım 1997 yılına dayanıyor. II. Dünya Savaşı sırasında önce Auschwitz’e oradan da Buchenwald ölüm kampına gönderilen, savaş sonunda Amerikan askerleri tarafından kurtarılan Kertesz’in bu eserini Macarca’dan İngilizce’ye çeviren Tim Wilkinson, kendisiyle yapılan bir söyleşide kitabın daha başlığının tüm  çevirisinde ne kadar zorlanacağının habercisi olduğunu söylüyordu: "‘Kadiş’... Nasıl çevrilebilir ki? Sonra, eserin önsözünde Paul Celan’ın, aslı Almanca olan ‘Ölüm Fügü’nden bir alıntı... Aynı derecede çevrilmesi zor, belki de imkansız..."

İmre Kertesz’in ‘Fateless’ (Kadersizlik) adlı eserini de çeviren Tim Wilkinson’un çeviri konusunda duyduğu kaygının asıl nedeni sözcüklerin çevirisindeki zorluk değil,  ‘konunun’ okuyucuya gerektiği, istendiği gibi aktarılmasındaki zorluk aslında... Holokost günümüz diline nasıl çevrilebilir ki?

Katletmenin kanunlaştığı, ölümün/öldürmenin sıradanlaştığı, insanın insanlığından arındığı/arındırıldığı Auschwitz’te, Buchenwald’da, Babi Yar’da, Bergen Belsen’de ya da daha nice aynı amaçla kurulmuş yoketme kamplarının birinde bulunmuş olanlar, orada yaşananları/ölünenleri hiç bir zaman gerektiği gibi aktaramayacaklarını, sözcüklerin böyle bir anlatım için yetersiz ya da içi boşalmış olduğunu söylerken, orada bulunmayanlar hangi sözcüklerde o günleri arayacaklar?

Holokost’u inkar edenlerin giderek çoğaldığı/çoğaltılmak istendiği, ya da daha da ileri giderek Holokost’un sıradanlaştırılmaya çalışıldığı günümüzde asıl sorun da bu zaten! İnanılması güç, vahşet, işkence dolu, ölüm kokan kamp yaşantısını, bu korkunç, tüyler ürperten cehennemi bir şekilde dile getirmek gerek... Ama nasıl? Açlığın, Zyklon B gazının, ölümün, ceset kokusunun, krematoryum alevlerinin hükmettiği, insanı insan yapan hiç bir erdemin varolma şansı olmadığı bir yeri ve burada yaşananları, anlatmak/anlamak mümkün mü ki?

Eğer İmre Kertesz, ‘Kadersizlik’ adlı eseriyle, Auschwitz’te bulunmamış birinin, bilmesi gereken her bilgiyi, anlaması gereken her anlamı, duyumsaması gereken her duyguyu sözcüklere dökebilmiş olduğunu düşünseydi, eserin sinemaya uyarlanması sürecinde senaryo yazarlığını başkasına bırakmayıp, 76 yaşına gelmiş biri olarak, o günleri tekrar tekrar yaşama pahasına bu işi  kendi yüklenir miydi?  Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış bir eseri bir de sinematografik boyuta taşıma isteği, korkunç kamp hayatının anlatılamazlığının ve anlaşılamazlığının altını çizmiyor mu?

Lajos Koltai’ın yönettiği ‘Kadersizlik’ filmini seyretmek... Dünyaya bir kez de Auschwitz ve Buchenwald’da bir yılını geçirmiş olan filmin başkahramanı György Köves (Marcell Nagy)’in gözleriyle bakmak... György’nin bir şalmışcasına omuza atılıp tedaviye götürüldüğü sahne... Başaşağı dönmüş bu dünyayı izlemek! Cesetler, cesetler, cesetler...  Hepsi ekranın üst tarafında, ekranın altı ise gökyüzü ve gökyüzüne aşağı doğru yükselen/inen bir bacadan çıkan alevler, aşağı doğru...  Fiziksel kanunların bile şaşırdığı, olmayacak bir dünya! Nasıl anlatılabilir? György Köves’in Buchenwald Ölüm Kampından kurtarıldıktan sonra, daha Budapeşte’ye varmadan tren istasyonunda karşılaştığı, seyircinin gazeteci olduğunu tahmin ettiği birinin György’e ısrarla aynı soruyu sorduğu sahne... ‘Gaz odalarını sen kendi gözlerinle görmedin, değil mi?’ ‘Sen kendi gözlerinle gaz odasını görmedin, değil mi?’... İşte kasıtsız bir Holokost inkarcısı... İnanmak istemeyenlere Holokost nasıl anlatılabilir?

Bugüne kadar yazılmış binlerce eser, Spielberg Arşivlerindeki söyleşiler, onbinlerce sayfalık mahkeme tutanakları, binlerce resim, heykel, nice sanat eseri, film, belgeseller, her yıl düzenlenen anma törenleri, belgeler, belgeler, konuşmalar, konuşmalar... Yeterli mi? Değil mi? Fazla mı? Az mı? Çok söylendi, çok anlatıldı da, sözcüklerin içi mi boşaldı? Yoksa az söylendi, insanoğlu içindeki kötünün nelere kadir olduğunu hala anlayamadı mı? Hangisi?

Cevabı bilinemeyen sorular bunlar!

Ama kesin bir bilinen var, ortada: Holokost yaşandı! 

İnsanoğlu dünya üzerinde bir kere kurulmuş olan bu cehennemlerin tekrar kurulmayacağı konusundaki umudunu her gün biraz daha yitiriyor! Oysa umut etmenin anahtar kelimesi ‘anımsamak’...

Bir daha asla!’ nidalarının gerçeği ifade etmesini, ‘bir daha asla’ insanın insana karşı böylesine kötü olmayacağını umut etmek istiyorsak, anımsamalıyız.

 

Nasıl?

Savaşın 61 yıl geride kaldığı günümüz insanı için anımsamak ancak öğrenerek mümkün. O günlerde yaşananları, o cehennemleri  ‘anlamak’ mümkün olmayabilir, ama ‘öğrenmek’ mümkün...  ‘Öğrenmek’ için ise okumak, okumak, okumak, seyretmek, seyretmek, seyretmek, dinlemek, dinlemek, dinlemek gerek...

İmre Kertesz’in ‘Galley Tagebuch’ (Galley Güncesi) adlı eserinden bir alıntı yazarın ve tüm toplama/ölüm kampı kurtulanlarının duygularını dile getiriyor:

‘Bir roman yazmayı düşündüğümde yine Auschwitz’i düşünüyorum. Ne düşünürsem düşüneyim, Auschwitz’i düşünüyorum. Çok farklı bir konuda konuşuyor gibi gözüksem de Auschwitz hakkında konuşuyorum. Ben Auschwitz ruhunun bir elçisiyim. Auschwitz benim aracılığımla konuşuyor. Auschwitz ile karşılaştırıldığında herşey bana aptalca geliyor!’

Elçilere kulak vererek insanlığın ileri doğru bir adım atmasını sağlamak her insanın insanlık borcu olmalı... 

Auschwitz, Buchenwald ya da herhangi bir toplama ve/veya ölüm kampından kurtulmuş her birey, orada bir zamanlar yaşamış ve oradan kurtulmuş olmanın kendisine bir görev yüklediğini söylüyor. Kimileri susarak, kimileri yazarak, kimileri anlatarak, kimileri çizerek, kimileri resmederek, kimileri heykelleştirerek, kimileri intihar ederek, kimileri ise koluna dağlanmış numarayı büyük bir özenle gizleyerek, ama asla unutmayarak görevlerini yerine getirdiler, getiriyorlar...

Günümüz insanına ise sadece onların yaşadıklarını öğrenmek ve gelecek nesillere aktarmak kalıyor... Çok zor değil!

 

ß Imre Kertesz, Doğmamış Çocuk İçin Dua,   Can Yayınları