basından... / 6-7 Eylül'ü Hatırlamak

Dünya
10 Eylül 2008 Çarşamba

İSTANBUL- Bugün 6 Eylül… Türkiye Cumhuriyeti siyasi ve toplumsal tarihinin kara lekelerinden birinin yıldönümü. 6-7 Eylül 1955 tarihinde gerçekleşen, vicdan sayfalarımıza bir çentik daha atacak korkunç olaylarla bu toprakların güzel renklerinden olan gayrimüslim vatandaşlarımızı adeta kovmuştuk kendi vatanlarından. 

53 yıl önce bugün, başta Rum vatandaşlarımız olmak üzere, gayrimüslim yurttaşlarımıza yönelik bir linç ve saldırı kampanyası başlatılmıştı. Binlerce vatandaşımızın evleri ve işyerleri yağmalandı, yakıldı, ibadethaneleri saldırıya uğradı, malları mülkleri sokaklara döküldü, kimisi yaralandı, kimisi ise öldürüldü. 

1938 yılının 9-10 Kasım'ında Nazi Almanya'sının Yahudi vatandaşlarına yaptığının aynısını, biz de 1955'te kendi azınlık vatandaşlarımıza yaptık. 

Nasıl ki Almanya'da Nazi'ler "âri ırk" kavramı çerçevesinde sadece üstün Almanlardan oluşan bir toplum yaratmaya çalışıyorlardı, biz de sadece Türklerden mütevellit bir Türkiye yaratmanın peşine düşmüştük. 6-7 Eylül 1955 olayları bu coğrafyada yaşanan ilk "Türkleştirme" girişimi de değildi üstelik. Türkiye Cumhuriyeti topraklarını sadece Türk etnik yapısına dayanan bir "ulus-devlet"e çevirmenin ilk adımlarını 1923-1924 yıllarındaki Türk-Yunan mübadelesi ile atmış, hem sermayenin (ekonominin) hem de nüfusun homojenleştirilmesi girişimlerine daha Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlamıştık. 

1942 yılında gayrimüslim vatandaşları ekonomik aktivitenin dışına atmanın en etkin yolu olarak Varlık Vergisi uygulamasını başlattık. Varlık Vergisi basit bir vergi uygulaması olmaktan çok öte, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Tek Parti döneminde başlatılan bu "Türkleştirme" politikalarının önemli bir parçasıydı. 

"Türkleştirme" politikaları, sokakta konuşulan dilden -"Vatandaş, Türkçe konuş!"- okullarda öğretilen tarihe, ticari hayattan, sermaye ve emek piyasaları da dahil ekonomik faaliyetlere ve devlet dairelerinde istihdam edilecek kişilerin kimlik aidiyetlerine kadar, toplumun her kesiminde Türk etnik kimliğini ve bu kimliğe sahip insanların egemenliğini hakim kılmaya yönelik bir uygulamaydı. Takip eden günlerde aynı Nazi kampları uygulamasını hatırlatan "sürgün" faaliyetleriyle, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan başta Rum, Ermeni ve Yahudiler olmak üzere, azınlık mensubu vatandaşlarımızı kendi ülkelerinden kaçırmak için elimizden gelen herşeyi yaptık. Gayrimüslimleri işlerinden çıkarttık. İşsiz kalan İstanbul Rumları Atina'ya göç ettiler. Ermenilerin durumu zaten 1915'ten beri pek parlak değildi ve sayıca gayet azalmışlardı. Yahudilerin büyük kısmını ticaretten dışladık. Kısacası azınlıkları "gayri milli unsurlar" olarak algıladık. Ülke topraklarını "millileştirmek" uğruna her türlü mezalimi göze alan bir yönetim vardı başta. Bizzat dönemin CHP'li Başbakan'ı Şükrü Saraçoğlu'nun azınlıkları "yabancı unsur" sayan açıklamaları "Türkleştirme" politikalarının özünü anlamak açısından çok önemli bir noktadır. 

Kurulu düzenin temsilcileri Varlık Vergisi uygulamasından hızını alamamış olacak ki 6-7 Eylül 1955'te ortaya atılan bir asparagas'ı temel alarak, Nazilerin uyguladığına benzer bir pogroma (örgütlü katliam) girişmekte beis görmemişlerdir. 

Nedir peki 6-7 Eylül olaylarının çıkış noktası? 1956 yargılamalarının hâkimi olan amiral Fahri Çoker'in arşivinden, Toplumsal Tarih dergisinin aktarımıyla anlatalım: 

Kıbrıs sorunu, 1955 yılında Türk kamuoyunun gündeminde baş köşeye oturmuştur. Dışişleri yetkilileri Londra'da Kıbrıs temaslarına devam ederken, Atatürk'ün Selanik'teki evinde bir bomba patlamasıyla ilgili haber, önce 6 Eylül 1955 günü Türkiye radyolarında yayımlanır. Bunun üzerine, 'Atamızın evi bombalandı' manşetiyle ikinci baskı yapan İstanbul Ekspres gazetesi o dönemde kurulmuş olan 'Kıbrıs Türktür Cemiyeti' üyelerince bütün İstanbul'da satılmaya ve halkı galeyana getirmek üzere kullanılmaya başlanır. Bu cemiyetin üyelerinin başı çekmesi ve diğer gençlik örgütleri, meslek kuruluşları, Demokrat Parti teşkilatı, bazı resmi ve gayriresmi makamların telkin ve teşvikiyle yerel kalabalıklar ve şehre dışarıdan getirilmiş olan kitlelerce esas olarak İstanbul'daki gayrimüslim vatandaşlarıma yönelik olmak üzere inanılmaz bir yağmalama harekatı başlatılır. Rum, Ermeni ve Yahudi vatandaşlarımızın ev ve işyerleri yağmalanır, ibadethaneleri saldırıya uğrarken, emniyet pasif bir tutum sergiler. Kiliselerin içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalar tahrip edildiği ve yakıldığı gibi, bazen kilisenin tamamı ateşe verilir. Mahkeme zabıtlarına göre, 4 bin 214 ev, 1004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân saldırıya uğramıştır. Hasarı yaklaşık 150 milyon TL'yi bulmaktadır; bu rakam, o dönemin 54 milyon Amerikan Doları'na eşdeğerdir. DP hükümeti ise zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon TL tazminat öder.

Sonuç olarak, 6-7 Eylül 1955 olayları, Rum, Ermeni ve Yahudilerin büyük göç dalgalarıyla ülkeden ayrılmasına neden olur. Gelecekte de ayırımcılığa uğrayacaklarını sezinleyen gayrimüslim vatandaşlarımız çareyi yurt dışına göç etmekte bulurlar. Böylece İstanbul'da dini anlamda çoğulculuğun da sonu gelir. 

Evet, 6-7 Eylül bu toprakların toplumsal tarihinde bir dönemin sonudur. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi makamları tarafından "azınlıkların tasfiyesine" yönelik bir uygulamadır. Çoğul kimliklerin tek bir etnik kimliğe indirgenerek, bütün renklerin silinmesine yönelik bir anlayışın temsilcisidir. 

6-7 Eylül'ün bir başka anlamı daha vardır ama. 

6-7 Eylül, Rahip Santoro'nun, Hrant Dink'in ve Malatya katliamının altyapısını döşeyen taşlardan en önemlisidir. Ta o günlerden tohumları atılan "ötekileştirme" politikaları, "farklı olanı yaşatmama" güdüsü ve "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" zihniyeti, bugün hâlâ bu coğrafyanın renklerini elimizden almaya devam etmektedir. 

6-7 Eylül'ü unutmamalıyız!

Çünkü ancak 6-7 Eylül'ü hatırladığımız sürece Hrant'ımıza, rahip Santoro'ya, Malatya'da katledilen gayrimüslim vatandaşlarımıza, Kürtlerimize, Alevilerimize, emekçilerimize, transseksüellerimize, sokak çocuklarımıza, mağdur kadınlarımıza, vicdani retçilerimize, yani "öteki"lerimize sahip çıkabiliriz.  

Dr. Maya ARAKON 
http://www.sansursuz.com