Takasın etik boyutu

Geçtiğimiz hafta İsrail ile Hizbullah arasında yaşanan takas olayı birçok açıdan durup düşünülmeye değer. Bir yanda, siyasi erkin seçimle el değiştirdiği, demokratik yapıya sahip bir hukuk devleti… Öte yanda, içinde yuvalandığı devlete her istediğini dikte ettiren, bunu yaparken mantıktan, kanundan ve genel kabul görmüş etik kurallardan ziyade, aşırılıklara hitap eden, körü körüne itaati, ve dolayısı ile otoriter bir idareyi benimseyen bir örgüt

Perspektif
23 Temmuz 2008 Çarşamba

Derleyen: Marsel RUSSO

Bu birbirine denk olmayan iki kişilik, zamanı neye göre ayarlandığı veya gereksinimi neden ve ne zaman oluştuğu çok ta belli olmayan bir esir değişimine imza attılar. Takasın öznesi, 2006 yılında sınır boyu devriye gezerken kaçırılan ve akıbetlerinin üzerindeki sır perdesi son günlere dek aralanmayan iki İsrail askeri ile giriştikleri saldırılar nedeni ile İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunan 5 azılı terörist ve onlarca Lübnanlı’nın cenazesi idi…

AKP’nin kapatılması davası, Ergenekon duruşmaları, PKK’ya karşı yürütülen operasyonlar, Alman dağcıların söz konusu örgüt tarafından kaçırılması, ABD konsolosluğuna yapılan saldırılar gibi sıcak gelişmelerle gündem yakalamakta zorluk çekmeyen basınımız, bu değişimi son derece kısıtlı bir şekilde işledi.

2006 yılındaki İsrail – Hizbullah savaşından bu yana havada asılı duran kaçırılan askerler konusu, muhakkak ki İsrail kamuoyu vicdanında bir yara olarak kanamaya devam etmekteydi. Güneyde Hamas’ın Gilad Shalit’i, kuzeyde de Hizbullah’ın Ehud Goldwasser ile Eldad Regev’i görev başındayken, neredeyse eş zamanlı olarak kaçırmaları toplumu derinden etkilemişti … Bir de çok önceleri, 1986 yılında uçağı Lübnan üzerinde vurularak düşürülen ve o tarihten beri kendisinden doğru dürüst haber alınamayan pilot Ron Arad’ın akıbeti vardı ki, artık sonuca bağlanması gereken bir konu olarak, son derece kırılgan bir yapıya sahip Olmert hükümetinin gündemine girmişti.

İşte pazarlıklar askıda kalan bu konuların sona erdirilmesi için başlatılmıştı. Goldwasser ve Regev’in öldürülmüş olabilecekleri dillendiriliyordu. Arad’tan ise 20 yılı aşkındır haber alınamıyordu. Savaşlarda yitip giden ancak yerleri belli olan yüzlerce askerin yanında, belirsizliğin esrarlı perdesi arasında kendine yer bulmaya çalışan bu isimler için düğmeye basılmıştı. Hamas ile yapılan ateşkes anlaşmasının bölük pörçük olsa da yürürlüğe girmesinden sonra, gözler Hizbullah ile yürütülen görüşmelere dönmüştü.

Steven Emerson, 17 Temmuz günü  “Jewish World Review” da yayınlanan yazısında, İsrail’in,  terörist bir grup olarak nitelendirdiği Hizbullah’la bir alış veriş içinde girmesini affedilmez bir talihsizlik olarak nitelendirir. Hele hele, iade edilen iki askerin cenazesine (Ehud Goldwasser ve Eldad Regev tahmin edildiği gibi ölmüşler / öldürülmüşlerdi…) karşılık, aralarında Samir Kuntar’ın da bulunduğu 5 azılı saldırganın değişime tabi tutulmalarının hiç de doğru olmadığının altını çizer…

Samir Kuntar, henüz 17 yaşında iken, 1979 yılında deniz yolu ile İsrail’in Nahariye kentinde sahile çıkan bir saldırı timinin lideridir. Girdiği çatışmada bir polis memurunu ve rehin almaya çalıştığı bir baba ile kızını öldürür. Baba sırtından aldığı kurşun yaraları ile, henüz dört yaşındaki kızı ise, öldürme kastı ile başına yediği dipçik darbelerinden hayatlarını kaybederler. Yakalanan Kuntar mahkemeye çıkarılır ve tam beş kez yaşam boyu hapis cezasına çarptırılır. Davayı gören Haifa mahkemesi, Kuntar’ın suç dosyasını ve buradaki delilleri, kendisinin bir esir değiş tokuşunun öznesi olmasından hemen önce, Yediot Aharonot’un başvurusu üstüne yayınlar. Kuntar uzun zamandır Şeyh Nasrallah’ın geri alınması gerekenler listesinde önemli bir yere sahip kozlardan biridir.

“Bir Çocuk Katilinin Eve Dönüşü” başlığını attığı 18 Temmuz tarihli yazısında  Mona Charen, 16 Temmuz’da yapılan değişimden arda kalanları toparlarcasına bazı tespitlerini sıralamış, şöyle diyor:

“İsrail bu değişimden ne kazandı? İki cenaze!  2006 yılında kaçırılan Eldad Regev ve Ehud Goldwasser’in tabut içinde iade alınan cansız bedenleri. Cansız bedene karşılık azgın teröristlerin değişime malzeme yapılması sonucu Hizbullah amacına ulaştı. 2006 yılında Hizbullah, sınırı geçip 3 İsrail askerini öldürdü, ikisini yaraladı, ikisini de kaçırdı. Kaçırılan Regev ve Goldwasser’in akıbetlerini titiz şekilde saklamayı başardılar. Hizbullah lideri Şeyh Nasrallah kaçırılan askerlere karşılık İsrail hapishanelerinde tutulan tüm Lübnanlı tutukluların salıverilmesini talep etti. İsrail bu talebe savaşla cevap verdi. Tüm dünya – hatta bir çok Arap devleti dahi - bu savaşın İsrail’in başarısı ve Hizbullah’ın tasfiyesi şeklinde bitmesini arzu etti. Ancak çatışmalar kazananın belli olmadığı bir hafiflikte sona erdi. Daha fazla sivilin zarar görmemesi ve yer değiştirme zorunda kalmaması için belki bu gerekliydi… Ancak şimdi, bu takas işleminden sonra, savaşı kimin kazandığı belli… İstediğini alan taraf Hizbullah oldu…”

 

Yazarın ikinci tespiti ise en az birincisi kadar can alıcı:

“Bugün Kuntar, Beyrut’ta serbest bırakılan kahramanlar onuruna serilen kırmızı halının üstünden yorgun ancak mağrur bir ifade ile geçti. Hükümet bugünü resmi tatil ilan etti. Lübnanlı on binler zaferi coşku ile yudumladılar. Bayraklar sallandı, konfetiler atıldı…

Kimler yoktu ki kahramanları karşılayanlar arasında…(Seçimi yılan hikayesine dönen ve tüm Arap dünyasını aylarca meşgul eden) Lübnan Devlet Başkanı Michel Süleyman, (siyasi anlamda Hizbullah ile yıldızları hiçbir zaman barışmayan) Başbakan Fuat Sinyora, (Hizbullah’ın Şii bloğundaki eski rakibi Emel hareketinin kurucusu) Meclis Başkanı Nebih Berri… Hepsi oradaydılar… Dahası, Filistin Özerk Yönetiminin ılımlı başkanı Mahmut Abbas, Samir Kuntar’ın ailesine kutlamalarını gönderirken, Filistin – İsrail görüşmelerinde sözcü olarak masaya oturan Ahmet Abdülrahman, Hizbullah’ı sıcak duygularla kucaklıyor ve başta Büyük Samir Kuntar olmak üzere özgürlük savaşçılarının eve sağ salim dönmelerini mesajında samimi şekilde alkışlıyordu… Ve elbette, baş oyuncu olarak Şeyh Nasrallah: Kuntar ve diğerlerini tek tek sarılıp öperken, bozgun zamanı geçti, bugün zafer zamanıdır diyordu: Bunun yanlış olduğunu kim iddia edebilir?”

 

Lübnan cephesinden yürütülen pazarlığın vardığı noktanın algılanması böyle olmuştu. Ancak bir de madalyonun öbür yüzü var. Shmuel Rosner 16 Temmuz’da Haaretz’in internet sitesine girdiği ve daha önce Slate’te yayınlanan yazısında, konuyu moral anlamda irdeliyor…

“Buna benzer konular konuşulduğunda İsrail’de toplumsal heyecan artar. Kamuoyu çocukların ne pahasına olursa olsun eve dönmesini talep ederken, siyasi otorite bu talepler ile profesyonellerin tespitleri arasında gidip gelir. Konunun gündeme taşındığı son iki haftadır Başbakan Ehud Olmert’in hemen hemen hergün fikir değiştirdiği yansıdı basına. Hükümetin takas ile kararı oylamasından yalnız üç gün önce, Ehud Goldwasser’in eşi Karnit ile yaptığı görüşmede, henüz konu ile ilgili kesin bir karara varamadığını söyler Olmert… Oylama günü ise, neredeyse tüm bakanları gibi olumlu oy verir.

Oyun rengi ne olursa olsun savunulması çok kolay olmayan bir durumdan söz ediyoruz. Neredeyse tüm İsrail hükümetleri benzer oylamalara tanık olmuştur. 1985 yılında rehinelere, 1996 yılında ceset torbaları içinde gelen cansız bedenlere karşılık salınan katiller, teröristler olmuştur, ve İsrail defalarca terörist örgütlerle benzer pazarlıklar yürütmüştür. Dolayısı ile son pazarlık, yeni bir durum oluşturduğu için değil, eskilerle beraber gitgide geri dönüşü olmayan bir eğilim haline geldiği için eleştiriliyor, endişe ile izleniyor. Konu rehinelerin değiş tokuşuna, onların eve geri getirilmesine gelince, İsrail tüm stratejik bilinenleri pencereden dışarı atıyor. Bu anlamda, 32 yıl önce Uganda’nın Entebbe Havaalanında rehin tutulan insanların kurtarılması olayı bir kuralı değil bir istisnayı işaret ediyor.

İyi veya kötü, bu İsrail’in psikolojik yapısını ortaya koyan önemli bir gösterge aslında. Siyasi liderler kamuoyunun değiş tokuş görüşmelerinde kendilerine destek olacağından emindirler. Rehinelerin ailelerinin içinde bulunduğu durum zaten konu ile ilgili kararların alınmasında azımsanmayacak bir ağırlığa sahiptir.

Bu anlamda Mossad’ın patronu Meir Dagan’ın son takasa kesin karşı olmasını, buna mukabil Genelurmay Başkanı Gabi Ashkenazi’nin ise karara tam destek vermesini anlamak gerek. Ashkenazi bir komutan olarak gençleri savaşa gönderen bir kurumun başında, ve bu gençlerin ailelerine karşı kendini bir yerde sorumlu hissetmektedir. Dolayısı ile, olayları mantıkla tartabilecek ve hesaplayabilecek konumda olan Dagan’a karşılık daha duygusal boyutta davranabilmektedir.

Ancak yine de bunlar haksız yorumlar. Şunu anlamak gerek. İsrail herkesin birbirini tanıdığı bir toplum. Her askerin başına gelen dolayısı ile toplumun geneli tarafından sahipleniliyor. Her genç kızın ve genç erkeğin askerlik yapması gereken, 60 yıllık yaşantısı boyunca güvenliği için hep savaşmak zorunda bırakılan bir yapıdan söz ediyoruz, ulusal dayanışmanın olmazsa olmaz olduğu bir toplumdan bahis ediyoruz… Böylesi bir toplumda kim, kaçırılmış bir askerin anne veya babasının gözlerinin içine bakarak, çocuğunun geri getirilmesinin ülke için çok pahalı olacağını söyleyebilir? Dolayısı ile, orduya güvenin bir var oluş meselesi haline gelen böylesi bir ülkede, duygusallık zaman zaman mantığın önünde yer alabiliyor.”

 

Konu ile ilgili daha birçok şey söylemek mümkün. Doğruydu, yanlıştı… Şimdi İsrail benzer kaçırmalara daha açık hale geldi diyenler… Hamas’ın elinde iki seneyi aşkın zamandır rehin tutulan Gilad Shalit’in şansının azaldığını, Hamas’ın bu anlamda elinin güçlendiğini savunanlar. Tarih bu konuda zaten yorumunu ileride yapacak… Fazla söze gerek yok.

Ancak Şimon Peres’in söylediklerini es geçmek belki de birçok İsraillinin aldatılmışlık ile haklılık arasında gidip gelen duygularına değer vermemek olacak.

“İsrail askerleri için ağır bir bedel ödedi… Udi ve Eldad’ın uluslarının kucağında, evlerinde yatmalarını istedik. Elbette ki medya (bizdeki) hüzün ile (Lübnan’daki) mutluluğu bir arada gösteriyor ve mukayeselerde bulunuyor. Ancak yazılanlarda, söylenenlerde üzerinde durulması gereken moral kod nerede? Cesur askerleri için mum yakıp yas tutan bir ulus ile, azılı katillere kollarını açanları bir mi tutuyoruz?

Cevap açık. Adalet İsrail’in yanında, çünkü adalet insanlığın zaferinden doğar.

Katiller artık kahramanlaştırılmasın.  Kendilerini savunmak için hayatlarını feda edenlerin ruhları onurlandırılsın.

Lübnan gün gelecek bu durumdan utanacak. Utanacak ki kendini doğru şekilde konumlandırabilsin. Bizler, başlarımızı kaybettiklerimizin anısına eğeceğiz, ve etik değerleri kendisine düstur olarak kabul etmiş uluslar gibi dimdik duracağız…”

 

Eşi Dani Haran ve kızları Einat ile Yael’i 1979 yılında Samir Kuntar’ın organize ettiği terörist eylemde kurban veren Smadaar Haran, bu duygular içinde “Kuntar benim kişisel tutuklum değil” demiş ve ailesinin katilinin, Ron Arad’ın bir çift sararmış resmi ve içeriği hiç te doyurucu olmayan 80 sayfalık raporu ile iki askerin cansız bedeni karşılığı Lübnan’a geri gönderilmesini anlayışla karşıladığını söylemiş. Ondan öte fazla söze gerek yok.

 

 

 

Kaynakça:

 

Kuntar Dosyası Açığa Çıktı - Yediot Ahoronot

Nir Gortrans – 14.07.2008

 

İsrail Neden Tutuklu Takasını Devamlı Onaylıyor

Shmuel Rosner – Haaretz – 16.07.2008

 

Şeytanla Pazarlık – Jewish World Review

Steven Emerson  - 17.07.2008

 

Bir Çocuk Katilinin Evine Dönüşü

– Jewish World Review

Mona Charen – 18.07.2008