Diaspora Yahudileri

Avrupa Fransız ihtilaline hazırlanırken, Türkiye Yahudiliği’nin, siyasal ve sosyal açıdan koyu bir karanlığa gömülmüş olduğunu görüyoruz. İspanya Yahudileri’nin getirmiş oldukları kültürel servet adeta hiç işlenmeden “yenmiş” görünmektedir. Gerçekten de, 18. yüzyılın eşiğinde önemli bir eğitim krizi geçirmekte olan Türkiye Yahudi cemaatlerinin, dinsel icapları yerine getirecek kadar dahi İbranice bilmedikleri ortaya çıkmaktadır.

Sara YANAROCAK Kavram
23 Temmuz 2008 Çarşamba

İbranice yerini İspanyolca’nın klasik şekline dayanan Ladino’ya bırakmış ancak bu dilde ne bir eğitim sistemi, ne de bir edebiyat geliştirecek ortam yaratabilmişti. Daha sonra inceleyeceğimiz Meam Loez edebiyatı da bu ihtiyaçtan doğmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Yahudiler Viyana Cemaati

18. yüzyılın hemen başında İspanya ve Portekiz kökenli bir grup Osmanlı Yahudi Cemaati’nden ayrılarak Viyana’ya yerleşti. Burada yeni bir yaşam arayan küçük cemaatin başına, daha çok Diego de Aguilar, konverso adıyla tanınan Moiz Lopez Pereyra getirildi. Portekiz asıllı Diego de Aguilar Viyana’ya Londra’dan gelmiş, burada tütün tekelini başarıyla yönetmiş, Avusturya Hükümeti’ne büyük mali yardımlarda bulunmuş, hizmetlerine karşılık Baron unvanını almıştır. Sefarad Yahudileri Viyana’ya geldiklerinde aynı kökenden olan, bununla birlikte hiç Osmanlı’da yaşamamış olan Diego de Aguilar’ı kendi cemaatlerinin lideri seçmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin Avusturya ile yapmış olduğu Pasarofça (21 Temmuz 1718) ve Belgrad (18 Eylül 1739) anlaşmalarına göre, iki devletin vatandaşlarının diğer devletin topraklarında oturabilecekleri ve serbestçe ticaret yapabilecekleri tespit edilince, Viyana Türk-Sefarad Cemaati rahat bir döneme girdi ve bu anlaşmaların himayesinde yaşamını sürdürdü. Hatta sınırlayıcı ve antisemitik yasalar altında ezilen Avusturya Yahudileri Viyana’ya girmek için özel bir izin çıkarırlarken, Türk vatandaşı olmalarından dolayı himaye gören bu Yahudiler, Avusturya’da ve özellikle Viyana’da serbest yaşadılar. Bu durumda meydana gelen kayda değer ilginç olaylardan biri de, birçok Avusturya Yahudisi’nin, bu imtiyazlardan yararlanmak ve Yahudi düşmanı baskı havasından kurtulmak için Türk vatandaşlığına geçmeleri olmuştur. Çünkü Avusturya Yahudileri Viyana’ya giriş izinlerini her yıl yenilemeliydiler.

Bununla birlikte Viyana’daki Türk-Sefarad cemaatinin yaşamı her zaman sorunsuz olmadı. Tarihe büyük bir Yahudi düşmanı olarak geçmiş olan Marie Therese bu cemaati kovmak istedi. Bu gelişme üzerine cemaat lideri Diego de Agnilar, Temeşvar Yahudi cemaatinin başkanı rabi Meir Amigo’yu gizlice İstanbul’a yollayarak padişahın yardımını istedi. Rabi Amigo İstanbul’da, Bab-ı ali’de Sarrafbaşı olan Yuda Baruh aracılığıyla padişahla temas kurdu ve Türk makamlarını durumdan haberdar etti. Osmanlı padişahı bunun üzerine Marie Therese’e özel bir temsilci yollayarak, ülkesinden kovacağı Yahudileri Osmanlı topraklarına kabul etmeye hazır olduğunu bildirdi. Bu jest karşısında Marie Therese “Bir yanlış anlama” olduğunu bildirerek padişah temsilcisinden özür diledi. Buna rağmen Viyana Sefarad cemaatinin başkanı Diego de Aguilar kaçmayı tercih ederek Londra’ya yerleşti. Tarihçi Franco bu noktayı anlatırken hangi Osmanlı hükümdarının söz konusu olduğunu belirtmemektedir. Marie Therese zamanında (1740-80) Osmanlı tahtına dört padişah çıkmıştır. Bunlar 1. Mahmut, 3. Osman, 3. Mustafa ve 1. Abdülhamit’dir.

Diğer Cemaatler ve Kültürel Uyanış

18. yüzyılın genel duraklama ve gerileme havası imparatorluğunun diğer cemaatlerine de yansıdı. Selanik’teki Yahudi kültür merkezi olağan faaliyetine devam etti, ancak bu dönemde bu ekollerde ayrıntılara inmeye değer gelişmeler olmadı. Sabetay Sevi’nin sebep olduğu sarsıntılardan sonra cemaat kendi içine çekildi. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Dönmeler burada örgütlendiler ve kentin ayrı bir kesimine yerleştiler.

İzmir Cemaati de bu yüzyılda, Sabetay Sevi fırtınasından silkinme çabası içinde, kendine çeki düzen vermeye çalıştı. İsrail ülkesi ve çevresinde de tarihsel açıdan kayda değer olaylar Yahudi cemaatinin dışında geçti. Bu dönemde Osmanlı makamları bazı ciddi isyan eylemleriyle uğraştılar ve yüzyılın sonunda Napoleon’un Mısır’ı alıp birdenbire Kudüs ve Akka kapılarına dayanması karşısında zor anlar geçirdiler. Bununla birlikte yüzyılın sonuna doğru yükselen Hayim Farhi, Akka ve Şam valilerine büyük hizmetlerde bulundu ve yerel Yahudi cemaatini himayesi altında tuttu. Farhi, Napoleon kuvvetlerine karşı verilen mücadelede faal bir rol oynadı.

Sabetaycılık, zaten kültürel açıdan oldukça zayıflayan Yahudi cemaatlerini, kısa bir süre için de olsa hepten eylemsizliğe itti. Sabetay Sevi’nin yaratmış olduğu mesihi sarhoşluğun doruğundayken birden bire ortadan kaybolup sahneden çekilmesi, Yahudi kitleleri bir anda yönsüz, acımasız, şaşkın ve derin bir hayal kırıklığı içinde bıraktı. Ancak tarihte de sık sık görüldüğü üzere, Yahudilere özgü savunma mekanizması bu noktada işledi: Kitleler kendi içlerine kapandılar ve varlıklarını korumak için pasif ve kültürel savunmaya geçtiler. Bunun sonucu, Yaakov Kili’nin İstanbul’da başlattığı “Meam Loez” edebiyatı oldu. İbranice’yi ve okuma zevkini kaybeden Yahudi cemaatleri bu eserde kendilerini ve kültürlerini bir kez daha keşfetmeye başladılar ve Sürgün koşullarında yaşamlarını devam ettirmek için gerekli ruhani yakıtı kazandılar. Meam Loez’in ilk cildi 1732’de İstanbul’da yayımlandı. Kili öldükten sonra başka yazarlar bu büyük eseri devam ettirdiler.

 

devam edecek...