Basından > Balili vakası ve ırkçılığın kaynakları

Spor
4 Şubat 2009 Çarşamba

Son Galatasaray-Sivasspor maçında bir kısım Galatasaraylı taraftarlar, Sivassporlu futbolcu Pini Felix Balili’nin dini inancı ve yurttaşı olduğu İsrail devleti aleyhinde küfürlü tezahürat yaptılar.

Eğer Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK) yapılan tezahüratın “ırkçı” bir nitelik taşıdığına karar verirse, Galatasaray futbol takımı, disiplin talimatının 41. maddesinin 10. fıkrası uyarınca bundan sonraki ilk maçını seyircisiz oynama cezası alacak.

PFDK ne karar verirse versin, Balili’nin ırkçılığa maruz kaldığı konusunda en küçük bir tereddüt yok. Irkçı tezahüratın sorumluları mutlaka cezalandırılmalı. Ama Sivasspor Teknik Direktörü Bülent Uygun’un dediği gibi, kulüplere saha kapatma ve para cezası verilmesi çözüm olmadığı gibi, hukukun temel ilkelerinden biri olan suçun şahsiliği ilkesine de aykırıdır. Çünkü yapılan ırkçı tezahürattan sorumlu olanlar bütün Galatasaray taraftarları olmadığı gibi, bunlar arasında bu tezahürattan çok çok rahatsız olanlar bulunduğu da muhakkak. Dolayısıyla PFDK, maçlarda ırkçı tezahüratları kimlerin yaptığını kameralarla tespit etmeli, ama konu PFDK’dan çok savcıları ve (Uygun’un kurulmasını önerdiği spor mahkemelerini değil) ceza mahkemelerini ilgilendiriyor. TBMM, Ceza Kanunu’nun 126. maddesini boşuna kabul etmedi.

Sivasspor’un başarılı ve sevilen futbolcusu Balili, rakip takım taraftarlarının ırkçı küfürlerine ilk kez hedef olmuyor. Dolayısıyla, bunun İsrail’in son Gazze katliamıyla ilgisi yok. Balili sadece ve yalnızca Yahudi ve İsrailli olduğu için hakarete uğruyor. Balili vakası, kuşku yok ki, Türkiye’de kişilerin sadece ve yalnızca belirli bir etnik ya da dinsel gruba mensup oldukları için aşağılanmasının, hakarete ve saldırıya uğramalarının yeni ve en çarpıcı örneklerinden biri. İnsanları etnik kökenleri veya dini inançları yüzünden aşağılamak kuşku yok ki ırkçılıktır ve ırkçılık yeryüzündeki haksızlıkların, adaletsizliklerin, dolayısıyla kötülüklerin en büyüğüdür.

Ne yazık ki ırkçılık, ülkemizde yaygın bir eğilim. Uygar toplumun en temel ilkelerinden biri olan suç ve cezanın şahsiliği ilkesini hukuk metinlerine yerleştirmeyi başardık, ama bu ilkenin zihniyet dünyamıza da yerleşmesi için ırkçılıkla mücadele şart. Bu mücadelenin etkin bir şekilde yapılabilmesi için de, ırkçılığın kaynaklarının doğru teşhisi gerekiyor.

Önce şunu belirtelim: Kişinin etnik ya da dinsel kimliği, kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Her fert, etnik ya da dinsel kimliğinden gurur duyabilir. Her ferdin etnik ya da dinsel kimliği saygı görmelidir. Ne var ki etnik ya da dinsel kimliğe bağlılık, öteki etnik veya dinsel kimlikleri aşağı görmeye, etnik veya dinsel gruplar arasında çatışmayı tahrike yöneldiği, hele bütün tarihi etnik ya da dinsel kimlikler arasında kavga olarak yorumlamaya vardığı zaman, ırkçılığa dönüşür. Türkiye’deki ırkçılık tezahürlerinin kaynağında etnik ya da dinsel milliyetçilik olduğu muhakkak.

Türkiye’de yaygın etnik ve dinsel milliyetçi zihniyete göre, Yahudiler her zaman kötü ve haksız, Müslümanlar ise her zaman iyi ve haklıdır. Bu zihniyet, Yahudilerin hemen her ülkede uğradıkları haksızlıkları, maruz kaldıkları ayrımcılığı görmeyi reddeder. İsrail ile Filistin arasındaki çatışmayı Yahudilerle Müslümanlar arasında bir kavga olarak anlar. Yahudilerin aralarındaki ayrımları, İsrail’in politikalarını tasvip edenlerle etmeyenler, İsrail’de barıştan yana olanlarla olmayanlar arasındaki farkı görmezden gelir. Yahudileri toptan mahkum eder. Bunun içindir ki Sivasspor’da oynayan İsrailli futbolcu Balili, İsrail’in devlet terörizminden şahsen sorumlu tutularak, olmadık hakaretlere maruz kalır.

Irkçılıkla mücadele ancak, yeryüzündeki kavganın milletler ya da dinler arasında değil, bir yanda hak, hukuk ve adaletten yana olanlar ile öte yanda haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliği savunanlar arasında olduğunun herkesçe anlaşılmasıyla kazanılabilir. Bu mücadelede sorumluluk herkesten önce hükümetlere düşer.

Şahin Alpay / 3 Şubat 2009