basından > Davos analizi: Ne kaybettik, ne kazanmadık

Dünya
4 Şubat 2009 Çarşamba

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos’taki panelin moderatörü David Ignatius’la ilişkisinden başlıyorum... Bir panelde moderatör konuşmacılara vereceği süreyi önceden ilan eder. Ignatius bunu ihmal etmişse yönetim hatası sergilemiştir...

Ancak, Başbakan Erdoğan da kendisinin ve diğer konuşmacıların sürelerini sorup öğrenmeden paneldeki yerini almışsa ki benim izlenimim sormadığı yönünde, ihmalkâr davranmış oluyor.

Panele katılan üç kişinin dördüncü panelist olan Şimon Peres’in ülkesini suçlayacakları belliydi ve nitekim öyle olmuştur. Moderatör bu özel durum nedeniyle panel sürerken inisiyatif alarak, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e cevap hakkını tam kullanabilsin diye diğerlerinden uzun bir süre vermiş olabilir. Bu düzenleme için de öngörülü davranarak nezaket gereği diğer konuşmacıların görüşünü almalıydı.

Bu arada dünkü Hürriyet Daily News’dan öğrendiğime göre Erdoğan 15 dakika 58 saniye, Peres ise 21 dakika 2 saniye konuşmuşlar... Aradaki fark 5 dakika.

Omuza konan o el

Deniyor ki, Ignatius elini Başbakan’ın omzuna koyarak saygısızlık etmiştir... Bizim kültürümüzde  mevki sahibi bir şahsa böyle bir gergin anda dokunmak “vücut diliyle müdahale” olarak anlaşılabilir ve doğrudur, bu saygısızlıktır. Ama salondaki birçok kişiye sorsanız onlar da Ignatius’un sinirli Türkiye Başbakanı’nı teskin etmek için hafifçe omzuna dokunduğunu söyleyeceklerdir. Burada bir kültür farkının vücut dili algılamasında sorun yarattığı görülüyor.

Başbakan da Ignatius’un kolunu tutarak indirmiş, konuşurken belli bir süre kavrayarak tutmaya devam etmiş ve moderatöre panelin davranış sınırlarının limitlerinde “haddini bildirerek” durumu eşitlemiştir.

Bu tür uluslararası forumlarda panelleri yöneten moderatörlerin büyük ülkelerin koca liderlerine söz vermeye veya onları susturmaya hakları vardır. Bu hak da panel süresince moderatörlere, ne kadar “önemli kişi” olurlarsa olsunlar, panelistlerle sınırları olan bir eşitlik bahşeder.

Peres’in ayarlı öfkesi

Peres’e geliyoruz... Peres’in Başbakan Erdoğan’a dönerek öfkeli ve yüksek bir sesle “İstanbul’a roketler düşerken siz ne yapardınız?” demesi kışkırtıcı bir tavırdır... Ama bu, panelin adabı içinde meşru kabul edilmesi gereken bir kışkırtıcılıktır. Peres, Başbakan’ın konuşmasına cevap veriyordu ve bu noktada salonu etkilemeye dönük, “ayarlanmış bir öfke” sergilediğini düşünüyorum.

Bu oyunun kurallarının izin verdiği bir “sertlik” olarak anlaşılmalıdır...

Netice itibarı ile ne Ignatius’un ne de Peres’in tutumu Başbakan Erdoğan’ın öfke patlamasını haklı ve geçerli gösterebilir.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na düşen görev, oyun sahasında kalarak, İsrail Cumhurbaşkanı’na layık gördüğü cevabı, diplomatik zekâsının, bilgisinin ve tecrübesinin gücünü kullanarak vermekti...

Erdoğan, Peres’e cevap hakkını Ignatius’tan söke söke aldı... Ama bu hakkı kötü ve yersiz biçimde kullandı.

Başbakan Peres’e “sen” diye hitap etmekten başlayıp, İsraillileri kastederek “Siz adam öldürmeyi iyi bilirsiniz”e varan bir hakaret çizgisine savurdu kendisini. Bundan salonda Peres’i alkışlayanlar da nasibini aldı. Ve sonra hışımla sahayı terk etti.

Bu ölçüsüz davranış halk yığınlarını mest edebilir ama bunun sorumlu devlet adamlığıyla bir ilgisi olamaz.

Başbakan Davos’ta bir kamu diplomasisi skandalına imza atmıştır.

Olayın cereyan ettiği yer bir kamu diplomasisi platformuydu ve bildiğimiz gerçek diplomasi, ikili ilişkilerin bundan çok fazla zarar görmemesi için anında harekete geçti.

Peres’in Erdoğan’a telefonunu bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Oysa bu telefon son derece başarılı bir spin doktorluğuyla kamuoyuna “özür telefonu” şeklinde yansıtıldı. AKP camiası ve AKP destekçisi medya o sözde özür telefonundan bir “zafer” kurgusu üretti. AKP’nin politik refleksleri anında çalıştı ve olay yerel seçim malzemesine dönüştürüldü. Bu olayın yerel seçim için kullanılması sorumsuzluktur; Türkiye’deki gerilimleri daha da artıracaktır.

İki zıt Erdoğan imajı

Şimdi Başbakan Erdoğan hakkında dünyanın iki farklı bölgesinde birbiriyle taban tabana zıt iki imaj yerleşmiştir...

Başbakan, bir anda Ortadoğu sokaklarının yeni kahramanı olmuştur. Ancak Türkiye  Ortadoğu’da bu sempati haresini kalıcı başarılara dönüştürecek yaptırım gücüne sahip değildir. Erdoğan sevgisinin Türkiye’ye dişe dokunur bir fayda getirmeyeceği çok yakında anlaşılacaktır.

Başbakan’ın ve partisinin Batı’daki imajı ise ağır yara almıştır. Ortadoğu’dan ABD’yle ilişkilere uzanan bir dizi alanda bunun Türkiye’ye faturasını hafifletmek için Erdoğan’ın “monşer” diye aşağıladığı ülkesini seven Türk diplomatları yine çok çalışacaklardır.

 

Kadri Gürsel

1 Şubat 2009 Milliyet Gazetesi