Dış Basından / İsrail niye kendini tehdit altında hissediyor - Benny Morris / The New York Times

Dünya
7 Ocak 2009 Çarşamba

Bugün birçok İsrailli, duvarlar – ve tarih – 60 yıllık ülkelerinin etrafını çeviriyormuş gibi hissediyor. Tıpkı İsrail’in 1967 Haziran ayının başında Sina Yarımadası’nda, Batı Şeria’da ve Golan Tepeleri’nde Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını yendiği Altı Gün Savaşı’nı başlatmasından hemen önce hissettikleri gibi.

40 yıldan fazla bir zaman önce Mısırlılar Birleşmiş Miletler Barış Gücü’nü Sina-İsrail sınırından göndermişti, Kızıldeniz’in güneyindeki Tiran Boğazı’nda deniz ve hava trafiğini İsrail gemi ve uçaklarına kapatmıştı ve yedi zırhlı ve piyade askeri birliğini İsrail sınırına konuşlandırmıştı.  Mısır, Suriye ve Ürdün ile askeri anlaşmalar imzalamış, Batı Şeria’ya askeri birlikler yerleştirmişti. Arap radyoları İsrail’in yıkılma zamanının geldiği hakkında mesajlar yayıyorlardı.

İsrailliler, daha doğrusu İsrailli Yahudiler şimdi, anne ve babalarının o kıyameti andıran günlerde hissettiklerinin aynısını hissetmeye başlıyorlar. İsrail bugün çok daha güçlü ve zengin bir ülkedir. 1967’de sadece iki milyon civarında Yahudi vardı – bugün yaklaşık beş buçuk milyon var – ve ordunun elinde nükleer silahlar yoktu. Buna rağmen nüfusun büyük bölümü geleceğe kötü bir şeylerin olacağı öngörüsüyle bakıyor.

Bu kötü bir şeylerin olacağı öngörüsünün iki genel kaynağı ve dört özel gerekçesi var.

Genel sorunlar basittir. Birincisi, Arap ve geniş İslam dünyası, İsrail’in 1948’den bu yana taşıdığı umutlara rağmen ve Mısır ve Ürdün ile 1979 ve 1994’te imzalanan barış anlaşmalarına karşın gerçek anlamda İsrail’in kuruluşunun meşruluğunu hiç bir zaman kabul etmedi ve [İsrail’in] varlığına karşı çıkmayı sürdürüyor.

İkincisi, Batı, Yahudi Devleti’nin Filistinli komşularına davranışına kuşkuyla bakarken Batı kamuoyu (ve demokrasilerde hükümetler kamuoyunun çok fazla gerisinde kalamazlar) yavaş yavaş İsrail’e olan desteğini azaltıyor. Yahudi soykırımı Holokost giderek silikleşen ve etkisizleşen bir hatıra haline geliyor ve Arap devletleri giderek daha cesur ve daha kendine güvenli oluyor.

Daha özel olarak, İsrail korkunç bir tehditler birleşimi ile karşı karşıyadır. Doğusunda İran, çoğu İsraillinin ve dünyadaki istihbarat örgütlerinin birçoğunun, nükleer silahlar üretmek için dizayn edildiğine inandığı nükleer projesini çılgınca sürdürüyor. Bu, İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın İsrail’i yıkmak yönündeki aleni tehditleri – ve rasyonel olmadığını vurgulayan, Holokost’u ve İran’da homoseksüelliğin varlığını inkâr etmesi – ile birleşince İsrailli politikacıları ve İsrail ordusunu gergef çivileriyle tutturulmuş gibi geriyor.

Kuzeyinde, yine İsrail’i yıkmaya yeminli ve İran’ın vekili olarak işleyen Lübnanlı köktenci Hizbullah örgütü 2006’da İsrail’le savaşından bu yana tamamen yeniden silahlandı. İsrail istihbarat tahminlerine göre Hizbullah’ın şimdi Suriye ve İran tarafından sağlanmış, 2006’da sahip olduğunun iki katı oranında 30-40 bin arası Rus yapımı roketten oluşan cephanesi var. Bu roketlerden bazıları Tel Aviv’i ve İsrail’in nükleer tesisinin bulunduğu Dimona’yi kapsayan menzile sahip. Eğer İsrail ile İran arasında bir savaş çıkarsa Hizbullah’ın da buna dâhil olması beklenir (şimdiki İsrail-Filistin çatışmasına dâhil olması da pekâlâ mümkün).

Güneyinde, Gazze’ye hâkim olan ve kuruluş bildirgesinde İsrail’i yıkmayı ve Filistin’in her santimetrekaresine İslami kural ve hukuk getirmeyi vaat eden İslamcı Hamas hareketi ile yüz yüzedir. Hamas’ın bugün sayıları binleri bulan bir ordusu var. Ayrıca, ev yapımı Kassam roketleri ve Mısır’ın çoğu zaman göz yumduğu Sina’daki yeraltı tünellerden kaçırılan ve İran tarafından finanse edilmiş Rus yapımı Katyuşa ve Grad füzelerinden oluşan büyük bir cephanesi mevcut.

Geçen Haziran ayı İsrail ve Hamas altı aylık bir ateşkes için anlaştılar. Bu istikrarsız sükûnet İsrail sınır yerleşim birimlerine füze atan Gazze’deki silahlı gruplar tarafından düzenli aralıklarla ihlal edildi. İsrail buna Gazze’ye yapılan sevkiyatları düzenli aralıklarla durdurarak yanıt verdi.

Kasım’da ve Aralık başında Hamas füze saldırılarını artırdı ve sonra da tek taraflı olarak ateşkesin sona erdiğini resmen ilan etti. Bunun üzerine İsrail halkı ve hükümeti Savunma Bakanı Ehud Barak’ın elini serbest bıraktı. Onun da ilk hareketi [27 Aralık] Cumartesi günü İsrail’in Hamas’a yönelik çok etkili hava saldırısı oldu. Hamas güvenlik ve yönetim binalarının çoğu harabeye çevrildi ve yüzlerce Hamas askeri öldürüldü.

Fakat bu saldırı, fanatik bir rejim tarafından yönetilen ve duvarlarla ve geçiş noktalarıyla sıkı sıkıya çevrelenmiş bir buçuk milyon yoksul ve umutsuz Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi’nin ortaya çıkardığı sorunu çözmeyecektir.

Gazze’yi işgal etmek ve Hamas’ı yıkmayı hedefleyen büyük bir İsrail kara harekâtı muhtemelen hedefine ulaşmadan mülteci kamplarının sokaklarında batağa saplanacaktır. (Ve eğer bu hedeflere kısmen ulaşılsa dahi Gazze’de yeni bir İsrail hâkimiyeti ilgili hiç kimse tarafından hoş karşılanmayacaktır.)

Füze saldırılarını engellemek ve Hamas savaşçılarını öldürmek amaçlı zırhlı araçlarla sınırlı ve küçük çaplı saldırılar daha büyük olasılıktır. Fakat bunların da, Türkiye ve Mısır aracılığıyla yeni bir geçici ateşkes sağlamak için yeterli baskıyı uygulayacak olabilmesine rağmen, örgütü dize getirmesi olası değildir. Geçici bir ateşkes, kendini toparladığında Hamas’ın İsrail’in güneyine yeniden füze saldırılarına başlamasının, gündüzün geceyi izlemesi kadar kesin olmasına rağmen, elde edilebilecek azami şeydir gibi görünüyor.

İsrail’in varlığına dördüncü tehdit dâhilidir. Ülkedeki Arap azınlığa dayanır. Geçmiş iki on yıl boyunca İsrail’in bir milyon üç yüz binlik Arap vatandaşları, birçoğu Filistinli kimliklerini açıkça beyan ederek ve Filistin ulusal amaçlarını kucaklayarak radikalleştiler. Sözcüleri, sadakatlerinin halklarına olduğunu, ülkeleri İsrail’e olmadığını söylüyorlar. İsrail demokrasisinden yararlanan cemaat önderlerinin birçoğu, neredeyse aleni olarak 2006’da Hizbullah’ı desteklemişlerdi ve (şu ya da bu şekilde) “otonomi” ve Yahudi Devleti’nin tasfiyesi taleplerini sürdürüyorlar.

Savaşlardaki Arap zaferi değilse de demografi böyle bir tasfiyenin reçetesini öneriyor. Aile başına dört veya beş çocukla İsrailli Arapların doğum oranı (İsrailli Yahudilerin aile başına iki veya üç çocuğuna karşı) dünyadaki en yüksek doğum oranları arasındadır.

Mevcut trendin sürmesi halinde Araplar 2040 veya 2050’de İsrail nüfusunun çoğunluğunu teşkil edecekler. Hatta önümüzdeki beş veya on yıl içinde (İsrailli Araplar, Batı Şeria ve Gazze’de yaşayanlarla birlikte) Filistinliler, (Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında kalan) Filistin’in nüfusunun çoğunluğunu oluşturacaklar.

İsrailli Araplarla Yahudiler arasındaki gerginlik şimdiden ikna edici siyasi bir unsurdur. 2000’de ikinci intifadanın başında binlerce Arap genci İsrail’deki ana caddeler boyunca ve etnik olarak karışık olan şehirlerine ayaklanmıştı.

Son iki haftada, daha küçük çapta olsa da, benzer ayaklanmaların yeniden ortaya çıktığı görüldü.  İsrailli Yahudiler gelecekte İsrailli Arapların daha fazla şiddet ve teröründen korkuyor. Yahudilerin birçoğu Arap azınlığı potansiyel bir beşinci kol olarak görüyor.

Bu özel tehditlerin ortak olan tarafı konvansiyonel olmayışlarıdır. İsrail 1948 ile 1982 yılları arasında konvansiyonel Arap ordularıyla göreceli olarak iyi baş etti. Gerçekten de mükerrer defalar onları yenilgiye uğrattı. Fakat İran’ın nükleer tehdidi, uluslararası sınırlar ötesinde ve sivil nüfus yoğun olduğu yerlerde faaliyet gösteren Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerin yükselişi ve İsrailli Arapların devletlerine karşı artan yabancılaşması ve düşmanlarla özdeşleşmesi tamamıyla farklı bir zorluklar dizisi sunmaktadır. Ve Batılı demokratik ve liberal davranış standartlarına bağlı İsrailli liderler ve halk bunları karşılamayı özellikle zor buluyorlar.

İsrail’in son iki haftadır hissettiği, duvarların etraflarını çeviriyor olması duygusu şiddetli bir tepkiye yol açtı. Yeni gerçekler çerçevesine bunu daha güçlü patlamaların izlemesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Benny Morris, Ben-Gurion Üniversitesi’nde Ortadoğu tarihi profesörü ve yeni yayımlanmış “1948: İlk Arap-İsrail Savaşı’nın Tarihi” isimli kitabın yazarıdır.