250 yıl öncesinden gelen bir hoşgörü esintisi

2009 yılına girdiğimiz şu günlerde, karanlık Orta Çağ dönemi yaklaşık 500 yıl önce kapandı diyoruz. Ancak, günümüzde halen insanlar dini nedenlerle öldürülebiliyor, hoşgörüye pek rastlanmıyor, önyargılar hergün manşetlerde, diyalog çağrıları yapılıyor ancak kesin bir sonuç alınamıyor

Perspektif
7 Ocak 2009 Çarşamba

Metin DELEVİ

Bu durum, 250 yıl önce, hoşgörü ve dinlerarası diyalog örnekleri veren bir yazarı çağrıştırdı: Gotthold Lessing.

Lessing, Luther’in hoşgürüsüz fikirleri ile yoğrulmuş bir Almanya’da korkusuzca fikirlerini yayınlayabilmişti.

Alman Aydınlanma Dönemi yazar ve fikir adamlarından olan Lessing’in bu konularla ilgili iki eserini kısaca tanıtmak istiyorum.

Gotthold Ephraim Lessing

(22 Ocak 1729 - 15 Şubat 1781)

Lessing, yazar, filozof, sanat eleştirmeni ve Alman Aydınlanma döneminin en önemli temsilcilerinden biridir.  Fikir yazıları ve oyunları, Alman Edebiyatını büyük ölçüde etkilemiştir.

Saksonya’nın ufak bir köyünde Kamenz’de doğdu. Babası dini yazılar yazan bir din adamıydı. Kamenz’deki Latince Okulu ve St. Afra am Meissen Furtenschule okullarında ilk öğrenimini yaptı. Daha sonra Leipzig’de tıp ve teoloji okudu. 1748-60 yıllarında Leipzig ve Berlin’de Vossiche Zeitung gazetesinde editörlük, 1760-65 yılları arasında General Tauentzien’in sekreterliğini 1767-70 yılları arasında Hamburg Alman Ulusal Tiyatrosunda danışmanlık yaptı. 1770 yılında Wolfenbuttel Ulusal Kütüphanesinin başına geçti. 1776 Eva König ile evlendi. Doğum esnasında eşini kaybetti. Oğlu da kısa bir süre sonra öldü.

15 Şubat 1781’de, 52 yaşında, bir seyahat esnasında vefat etti.

Lessing aynı zamanda hem yazar, hem filozof hem de eleştirmendi.  Eserlerinde ironik bir yazı stili kullanmaya özen gösterdi.  Ilk yazılarından itibaren tiyatroya merak sardı. Birçok tiyatro eseri üretti ve birçok tiyatroda görev aldı. Oyunları halen Klasik   Alman Tiyatrosu’nun temeli olarak görülür.

Din temalı yazılarında özgür düşünceyi savundu. Ortodoks doktrinlere karşı, “Akılcı Hırıstiyanlığı” diğer semavi dinler için de hoşgörülü yaklaşımı savundu. Hayatı boyunca hoşgörü ve dini özgürlük için çalıştı. Bu da Kilise ile ters düşmesine yol açtı.  Eleştirmen olarak da bir çok çalışma yaptı.

Başlıca eserleri:

• Genç Bilge (Der junge Gelehrte) (1748)

• Dinsiz (Der Freigeist) (1749)

• Yahudiler (Die Juden) (1749)

• Miss Sara Sampson (1755)

• Philotas (1759)

• Hikayeler (Fabeln) (1759)

• Laokoon - Laokoon oder Über die Grenzen der Malerei und Poesie (1766)

• Barnhelm’li Minna (Minna von Barnhelm) (1767)

• Emilia Galotti (1772)

• Anti-Goeze (1778)

• Bilge Natan (Nathan der Weise) (1779)

• Ağırbaşlı - Ernst und Falk - Gespräche für Freymäurer (1776-1778)

• İnsanlığın eğitimi - (Die Erziehung des Menschengeschlechts) (1780)Önyargıya Karşı - Yahudiler

(Die Juden)

Lessing'in tek perdelik oyunu “Yahudiler” bir gençlik yapıtı. 1749 yılında yazıldı. 1754 yılında ilk kez, Berlin'de çıkan yapıtlarının 4. cildinde yayınlandı. Ancak 13 Eylül 1775 günü Frankfurt'ta dünyada ilk kez sahneye çıktı.

Bu oyunda Lessing, Baron gibi varlıklı ve eğitimli bir kişinin bile, düşüncesinin önyargıda donmuşluğunu konu eder. Oyun süreci içinde bu donmuşluğu çözer. Dolayısıyla us ve mantıkla, özellikle iyi yetişmiş, eğitimli bir kişinin önyargılarından kurtulabileceğini gösterir. Erdem ve aydınlık, önyargının katılığını aşar.

Oyunun ana karakterleri: Yolcu, Baron, Uşaklar (MICHEL STICH ve MARTIN KRUMM).

Oyunu şöyle özetleyebiliriz:

Baron'u kendi uşakları soymak istiyorlar. Kendilerini Yahudi'ye benzetmek için sakalla maskeliyorlar. Ama, tam bu sırada oradan geçen bir yolcu, kendi yaşamını da tehlikeye atarak, Baron'u soyguncuların elinden kurtarıyor. Yoksa, soyguncular Baron'un yaşamına da kıyacaklardı.

Maskelerini çıkartıp çiftliğe dönen soyguncu uşaklar, soyguncuların ancak Yahudi olabileceğini yayarken, bu söylentiye Baron'un bile önyargılarına kapılarak kolayca inanması, toplum içinde olağan.

Ama oyunun sonlarında insancıl, sevimli, gönlü yüce olan kurtarıcı yolcunun bir Yahudi olduğu ortaya çıkıyor.

Baron ve kızı, önce bu gerçek karşısında, neye uğradıklarını şaşırıyorlar.

Baron'un yaşamını kurtaran yabancı yolcu, kimliğini açıklayınca  yaşamını bir Yahudi'ye borçlu olmaktan dolayı Baron büyük utanç duyuyor. Ancak, servetiyle bu utançtan kurtulmayı bekler. Yaşamını kurtaran bu yüce gönüllü yabancıya, onun asıl kimliğini öğrenmeden önce, biricik kızını eş olarak vermeye hazır olan Baron, bu yabancının Yahudi olduğunu öğrenince, bu tasarısından derhal vazgeçiyor.

Ama yaşamını bir Yahudi'ye borçlu olmak, ona gönülborcu duymak da istemiyor. Bu duygudan kurtulmak için, hayatını kurtaran yabancıya, yani Yahudi'ye bütün servetini sunuyor:

"BARON. Hiç olmazsa, kaderin izin verdiği kadarını yapmak isterim. Bütün servetimi alın. Yoksul, ama minnet duymayı, zengin, ama nankör olmaya yeğlerim."

Yolcunun yanıtı Baron'a iyi bir derstir:

"Bundan sonra halkımla ilgili olarak biraz daha insaflı ve biraz daha az önyargılı olmanız dışında bir ödül beklemiyorum."

Önyargıyla iyi niyet Baron'un şu görüşünde kesişir:

"Ah, hepsi sizin gibi olsaydı, ne kadar saygıdeğer olurdu Yahudiler."

Yolcu, bu sözün altında kalmaz:

"Ve Hıristiyanlar ne kadar sevimli olurlardı, hepsi sizin niteliklerinize sahip olsaydı!"

Bu traji-komik olay sonucu bir Yahudi'nin de böylesine iyi ve mert bir kişi olabileceğini anlıyor ve kabul ediyorlar.

Bir hoşgörü esintisi - Bilge Natan (Nathan Der Weise)

Bilge Natan, Lessing’in 1779 yılında yayınlanmış bir oyunudur. Bu oyun, o zamanlar, kilise tarafından yasaklanmış, yakın tarihimizde de bu yasak Naziler tarafından yenilenmiştir.

Oyun, 3. Haçlı Seferi esnasında Kudüs’te geçer, Başlıca karakterler, Natan, Sultan Selahaddin ve başta adı belli olmayan genç Şövalye. Lessing’in Natan karakteri için, ömrü boyunca dost olduğu filozof Moses Mendhelson’dan esinlendiği; oyunun kilit konusu “üç yüzük” parabolünü de Boccaccio’nun Decameron’un dan aldığı söylenir.

Oyun şöyle özetlenebilir:

Bir iş seyahatinden Kudüs’e dönen Yahudi tüccar Natan, evlatlık kızı Recha’nın, evlerinde çıkan bir yangından genç bir Alman şövalyesi tarfından kurtarıldığını öğrenir.

Bu Şövalye savaş esnasında esir düşmüş ve, Sultan Selahaddin de kendi öz kardeşine benzediğinden hayatını bağışlamıştır.

Natan, teşekkür etmek için genç şövalyenin yanına gider. Ancak şövalye “Yahudi” nin teşekkür ve hediyelerini geri çevirir: “Kızını kutarırken pelerinim yandı: gerekirse yenisini almak için senden “borç” alırım” diyerek, Yahudiliğe karşı önyargısını vurgulayarak  Natan’ı tersler.

Küçük düşürülmesine rağmen Natan’ın gözleri dolar. Şaşıran şövalye “Yoksa bu dünyada iyi yürekli Yahudiler de mi var?”  diye şaşırır. Natan da “Dünyanın her yerinde iyi insanlar var. Yaşam ağacının birçok dalı ve kökü var. İyisi de var kötüsü de. Biz doğarken ne geçmişimizi ne de ırkımızı seçtik. Yahudi olsun, Müslüman olsun, Hrıstiyan olsun hepimiz “İnsanız” diye cevap verir.

Şövalye hatasını anlar ve Natan’la dost olur. Sohbetleri esnasında bu gencin adının Curd von Stauffen olduğunu öğrenir.  Bu arada Natan,  Sultan Selahaddin tarafından bir borç işlemi için çağrılır.

Selahaddin, Natan’ı çok iyi tanır ve bilgeliğine hayrandır. Konuşma esnasında hangi dinin daha doğru, daha iyi olduğunu sorar. Natan ‘da kendisine bir hikaye ile cavap verir.

“Eski zamanlarda, çok kıymetli bir yüzüğe sahip bir adam yaşarmış. Bu yüzük nesiller boyunca babadan en sevdiği oğula geçerdi. Ancak bu babanın hepsini eşit derecede sevdiği üç oğlu varmış ve bu yüzüğü kime bırakacağını karar verememekteymiş. Sonunda, bu yüzüğe tıpatıp benzer iki yüzük daha yaptırmış. Böylece her oğluna bir yüzük bırakabilecektir. Ancak, çocuklar, orijinal yüzüğe sahip olmak için aralarında çatışmaya başladılar. İşte aynı şekilde, Yahudiler, Müslümanlar ve Hrıstiyanlar kendi aralarında çatışıyorlar” der Natan. “Çatışmadan bir sonuç çıkmayınca, çözüm için bir bilge hakimin karşısına çıkarlar.  Madem ki bu yüzüğü babanız size verdi, herkes kendi yüzüğünün gerçek olduğuna inanabilir. Ancak şunu bilmelisiniz ki babanız hepinizi aynı seviyede seviyordu ve en büyük arzusu da birbirinizi sevmenizdi”

Sultan, Natan’ın bu bilge cevabına hayran kalır ve iş konuşmasına geri dönerler. Natan, Sultan’ın istediği miktarın hepsini veremiyeceğini, servetinin bir kısmını, kızını yangından kurtaran şövalyeye hediye etmek istediğini söyler. Sultan hayatını bağışladığı şövalyeyi hatırlar ve onun getirilmesini ister.

Bu arada evlatlık Recha’nın Hrıstiyan arkadaşı Daya, Şövalye’ye, Recha’nın aslında Hrıstiyan olduğunu, çocukken Natan tarafından kaçırıldığını ve Yahudi olarak büyütüldüğünü anlatır: Yahudi’nin bu tutumu ölümle cezalandırılmalıdır. Recha’ya aşık olan Şövalye, onu bu Yahudi sapkınlığından kurtarmaya kara verir ve durumu anlatmak için Piskopos’a gider. Piskopos da Natan’ı takibe alır. Ancak Natan’ı görünce büyük bir şaşkınlık geçirir: 18 yıl önce, annesi ölmüş, babası da kaçarken Ascalon’da öldürülen bu küçük kızı bakması için bizzat kendisi Natan’a teslim etmiştir. Ölen babanın adı da Wolf von Filneck’tir. Natan da olayın devamını getirir: küçük kız kendisine teslim edildikten sonra, Natan’ın eşi ve yedi oğlu Haçlılar tarafından öldürülmüştür.  Natan, Hrıstiyan’lara karşı sonsuz bir kine kapılır ancak bu bebeğin, sevdiklerinin yerine kendisine Tanrı tarafından gönderildiğini düşünür ve kızı kendi öz kızı olarak benimser.

Bu öğrendikleri karşısında Piskopos Natan’a hayran olur ve Recha’ya ait olan bir takım eski belgelere bakmak üzere kiliseye döner.

Natan, Recha ve Şövalye, Sultan’ın huzuruna çıkarlar. Bir önerisi vardır. Natan uygun görürse Recha ile Şövalye’nin evlenmesini önerir. Natan; “bunu bana değil kardeşine sorun” diye cevap verir. “Kardeşi de bu genç Şövalye’dir”. Şaşkın bakışlar karşısında Natan durumu açıklar:

Piskopos’un elinde olan, Recha’nın ailesine ait olan bir kitapta, tüm aile fertleri ve geçmişleri tanıtılmaktadır. Şövalye’nin gerçek adının  Leo von Filneck, von Stauffen soyadının ise annenin kızlık soyadı olduğunu söyler. Leo ve Recha kardeştirler. En büyük açıklama da baba Wolf von Filneck’in Sultan’ın öz kardeşi olmasıdır. Sultan’ın benzetmesi de bu yüzdendir. Baba von Filneck bir Hrıstiyan kıza aşık olmuş ve evlenebilmek için ismini değiştirmiştir.

Böylece, oyunun sonunda “üç yüzük” parabolü ile paralellik sağlanmıştır: Yahudi, Müslüman, Hrıstiyan aslında aynı ailenin fertleridir...

Görüldüğü gibi, üç kutsal kitabın, üç dinin karşılaşmasında ve karşılaştırılmasında; gerçek dinin, karşılıklı hoşgörü, tahammül, karşılıklı anlayış, sevgi ve barış olduğu savı bu oyun kurgusu içinde işleniyor.

Dışta değil içte, zikirde değil fikirde diyebileceğimiz gerçek inancın, üstün ahlak, temiz duygular ve temiz yüreklilikten başka bir şey olmadığı, böylece her üç dine bağlı insanların, bu erdem ve ilkelerde birleşebilecekleri ve eşitlenebilecekleri ortaya koyulmaktadır. Sonuç

Önyargıların farkına varılması, farklı kültürlere saygı gösterilmesi, diyalog arayışları son yıllarda gündemde olan konular. Bu kavramların aslında pek de yeni olmadığını, toplumları bu konularda bilinçlendirme çabasının edebiyat yoluyla, popüler yaklaşımlarla  250 yıl evvel de varolduğunu görmek ne güzel. Ancak bu girişimlerin ne kadar az ve etkisiz, yetersiz kaldığını görmek aynı ölçüde acı.

Kaynaklar:

www.wikipedia.org

• Nathan the Wise – Gutenberg Project

• Yahudiler – Cumhuriyet Dünya Klasikleri Dizisi No: 88 – 2000

• Selections in Theological writings (http://books.google.com )

• Works by Gotthold Lessing (http://www.zeno.org)

• A Choice for the Chosen – Time Magazine, Feb. 15 1963