Modern romantik fresk

Müzikal konulardan ilk kez uzaklaşan Avustralyalı yönetmen Baz Luhrmann, görkemli bir melodramatik fresk havasındaki filminde aksiyon, komedi, romantizm, dram, trajedi ve savaş türlerini bir araya getiriyor. Referansını sinema dünyasının ünlü klasiklerinden alan, epik film kurallarının tümünü yerine getirmeye çalışan, zorlama ve yapay senaryo inandırıcı olmaktan uzak. Ancak olağanüstü manzaralarıyla, doyurucu görsel başarısıyla “Avustralya” izlenmeyi hak ediyor

Viktor APALAÇİ
7 Ocak 2009 Çarşamba

Görkemli romans “Avustralya”, popüler sinema izleyicisine seslenen bir “ırmak-film”

Konularını hep dans ve müzik dünyasından alan üç filmi, “Ballroom Dancing”, “Romeo ve Juliette” ve “Moulin Rouge” ile tanıdığımız ünlü Avustralyalı yönetmen Baz Luhrmann, ilk kez müzik konulu bir film yapmaktan vazgeçiyor.

“Irmak-film” olarak niteleyebileceğimiz “Avustralya”, popüler sinema izleyicelerine seslenen, modern bir romantik fresk.

İçlerinde yönetmen Luhrmann’ın da bulunduğu dörtlü bir senaryo ekibi tarafından yazılan “Avustralya”, çok katmanlı öyküsüyle, görkemli bir melodramatik fresk havasında, aksiyon, komedi, romantizm, dramı trajedi ve savaş türlerini içinde barındıran bir yapıt.

Film, referansını “Rüzgâr Gibi Geçti”, “Arabistanlı Lawrence”, “Casablanca”, “Devlerin Aşkı”, “Oz Büyücüsü”, “Afrika Kraliçesi”, “İngiliz Hasta”, “Out of Africa”, “Titanic” gibi klasiklerden alırken, senaristler bir “Avustralya güzellemesi” yapmaya soyunmuşlar.  

Avustralyalı oyuncu ve teknisyenlerden oluşan dev kadro, görkemli bir popüler sinema örneği yaratmak için her şeyi mubah görmüş.

130 milyon dolarlık bütçesiyle, Avustralya sinemasının bu en pahalı yapımı, kıtanın ezilen yerli halkına, Aborjinlere beyazlar tarafından yapılan ırkçılığın de eleştirisine soyunuyor.

Avustralya hükümeti geçtiğimiz yıllarda, kendilerine uygulanan ırkçılık ve izolasyon siyasetleri yüzünden, Aborjinlerden resmen özür dilemişti.

AYRI DÜNYALARIN İNSANLARI

Epik film kurallarını tümünü yerine getirmeye çalışan “Avustralya”nın bir hendikapı v ar. Esasen klişelerle dolu olan filmin öyküsü, zorlama ve yapay, üstelik sürükleyici de değil, ilerde olacaklar kolayca tahmin ediliyor.

İki başrol oyuncusu arasındaki aşk, inandırıcı olmaktan uzak. 165 dakika süreli film birkaç kez biter gibi oluyor. Filmin ortasında bir final var, 1 saat sonrasında ikinci bir final ve hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan filmin gerçek finali “Kırmızı Değirmen”in ardından, 7 yıllık bir suskunluk süresinden sonra yaptığı bu filmde Baz Luhrmann, bütünüyle Avustralya sinemasının çok renkli bir gövde gösterisine soyunmuş.

“Ülkemi anlamak, son derece kırılgan aborjinler sorununu işlemek için epik ve kişisel bir film yaptım” diyen yönetmen, “beşinci kıta” olarak anılan ülkesi için romantik bir fresk tasarlamış.

BİR AVUSTRALYA GÜZELLEMESİ

1939 yılında, 2. Dünya Savaşı eşiğindeki günlerde başlayan konusuyla, film, küçük bir Aborjin çocuğun güzlerinden görülüp, onunu ağzından anlatılıyor.

Avustralya’da bir çiftlikte yaşayan ve onu aldattığını düşündüğü kocasını geri götürmek için İngiltere’den gelen Leydi Sarah (Nicole Kidman), kocası ortaklarından biri tarafından öldürülünce ülkesine gözü yaşlı bir dul olarak dönmektense, kocasının sığır çiftliğinin başına geçip işleri ele almaya karar verir. 

Babası beyaz, annesi Aborjin çocuk, “hayatında gördüğü en garip kadın” olarak tanımladığı İngiliz leydiye kısa zamanda bağlanır. Ülkenin “et kralı” rakibi ve onun kötü ruhlu damadına çiftliğini yok pahasına satmayı reddeden Sarah, sığır sürüsünü nakletmek ve satmak için yörenin yakışıklı maceraperest kovboy-celebi Drover’in (Hugh Jackman) yardımını ister.

Fars usulü bir komedi havasında başlayan film, ayrı dünyaların iki insanı arasında gelişen bir romans havasında ilerliyor, epik, destansı bir avantüre dönüşüyor.

Büyükbabasından gelen sihirli güçlerini kullanan Aborjin çocuğun yangından deli gibi kaçan 2000 sığırı uçurumun önünde durduğu sahne, filmin en başarılı sekansı. Yine, Avustralya’nın Pearl Harbor’u olarak bilinen, Japon’ların Darwin bombalaması, etkileyiciliğiyle, ünlü “İnsanlar Yaşadıkça”yı akla getiriyor.

Filmin doyurucu görsel başarısı, Mandy Walker imzalı, her kadrajı görkem fışkıran, özenli tabloları çağrıştıran olağanüstü manzaralı fotoğraflarından kaynaklanıyor.

Dinamik bir kurgu, David Hirschfeder’in müzik partisyonu filmin teknik yöndeki başarısını tamamlıyor.

Hikâye ilerledikçe, savaşın kirli yüzünü sergileyen, dramın ağır bastığı, ezeli ve edebi iyi kötü mücadelesi, hızlanan bir tempo ile anlatılıyor.

Yönetmen “Kırmızı Değirmen”den sonra tekrar birlikte çalıştığı gözdesi, “soğuk nevale” Nicole Kidman ile, bu yıl People Dergisi tarafından yaşayan en seksi erkek seçilen, “Rüzgâr Gibi Geçti”deki Clark Gable etkisi yapan Hugh Jackman’ın kimyaları uyuşmuyor.

Filmin üçüncü karakteri sevimli melez çocukta Brandon Walters oyuncu kadrosunun en başarılısı. Yaşlı ve büyücü dedesi Aborjin liderlerini oynayan, tiyatro ve sinema oyuncusu, Nicolas Roeg’in 1970 tarihli başyapıtı “Sonsuz Çöl”de de izlediğimiz David Gulpilil, Aborjin denilince akla gelen ilk oyuncu.