Melankoli ve duygu seli

1990’ların siyasal fırtınasına kapılıp, ömrünün en güzel yıllarını hapishanede geçirmiş idealist bir gencin melankolik öyküsünün filmi, duru, yalın, akıcı bir dille anlatılmış. Özcan Alper, ilk filminde, son derece sağlam, çarpıcı, etkileyici, olağanüstü olgun, yumruk gibi bir yapıta imzasını atmış.

Viktor APALAÇİ
31 Aralık 2008 Çarşamba

“Sonbahar” yeni bir yönetmeni müjdeleyen, politik sinemanın yüz akı, sarsıcı bir film

Ağdalı bir melodramın tuzaklarına düşmekten kurtardığı senaryosunu, sakin, ölçülü, dingin bir sinema diliyle, etkili mesajlar eşliğinde anlatmış1990’ların siyasal fırtınasına kapılıp, idealleri uğrunda karıştığı eylemler nedeniyle, ömrünün en güzel yıllarını hapishanede geçirmiş bir gencin melankolik öyküsünü anlatan “Sonbahar”, derin, sarsıcı ve yürek parçalayıcı bir film.

Özcan Alper, ilk filmini yapan bir yönetmenden beklenecek bütün acemiliklerin, sorunların üstesinden gelmeyi başararak, son derece sağlam, çarpıcı, etkileyici, özetle “yumruk gibi” bir film yapmış.

Genç yönetmen duru ve yalın bir sinema diliyle, metaforlara yer vermeden, rahat ve akıcı bir anlatımla, olağanüstü olgun bir filme imza atmış.

Sosyalizme gönül vermiş, romantik devrimci siyasi suçlu Yusuf’un 10 yıllık hapishane hayatında ciğerleri iflas edince (evinde ölebilmesi için) tahliye edilir.

Yusuf, ömrünün “Sonbahar”ını yaşamak için Hopa’daki köyüne döner.

19 Aralık 2000’de “Hayata Dönüş Operasyonu”nun hayatını kaydıran yüzlerce insandan biri olan Yusuf, Çamlıhemşin’de yaşlı dul annesi ile birlikte, koyu bir hüzün ve yalnızlığa gömülmüş hayatını sürdürmeye çalışacaktır.

Köyün genç sakinlerinin büyük kente göç etmesinden sonra, yalnız yaşlıların yaşadığı ıssız köyünün de bir açık hava hapishanesinden farksız olduğunu gören Yusuf, içine kapanıyor, insanlarla iletişim kurmakta zorlanıyor. Hastalığını herkesten gizliyor. Üniversite imtihanını kazanamayınca, köyde kalıp baba mesleğini sürdüren, çocukluk ve dava arkadaşı Mikail, küçük kızına ekmek parası götürebilmek için, ekonomik bunalım pençesindeki Gürcistan’dan gelip fahişelik yapan Eka, gelecekten beklentisiz, çevresine kayıtsız Yusuf gibi, bu açıkhava hapishanesi diğer sakinleridir. HÜZÜN, YALNIZLIK ve

ÖLÜM TEMALARI

Filmin ilk yarım saatinde kahramanlarını tanıtan, yalnızlık, hüzün ve ölüm temalarının ipuçlarını veren senaryo yazarı Özcan Alper, yalın, etkileyici ve insancıl anlatımıyla izleyicisinin hayranlığını kazanıyor.

Kolaylıkla ağdalı bir melodrama dönüşebilecek, melankolik ve dramatik konusunu, sakin, ölçülü, dingin bir sinema diliyle anlatmayı sürdürüyor.

Ancak, Özcan Alper, ruhu tedavi edilmez biçimde zedelenmiş kahramanının, ölümü beklerken geçirdiği monoton günleri anlatırken, tempoyu elden kaçırıyor, filmi sıkıcı oluyor.

Yeri gelmişken, Tarkovsky’nin, Angelopoulos’un, Von Trier’in şiirsel, ama durgun anlatımlı sinemasından hoşlanmayanların “Sonbahar”dan kesinlikle uzak durmalarını tavsiye ederim.

Ancak filmin son yarım saatlik bölümünde, Yusuf’un Eka ile bir duygusal yakınlaşma (veya bir imkansız aşk) yaşamasını beklerken, Eka’nın ülkesine gitmesiyle, tempo birden hızlanıyor, görkemli bir final ile noktalanıyor. TOKAT ETKİSİNDE BİR FİNAL

TOKAT ETKİSİNDE BİR FİNAL

Hemşince’nin konuşulduğu ilk Türk filmi olma özelliğini taşıyan “Sonbahar”, Hemşin – Artvin yöresinin muhteşem manzaralarını yansıtan titiz görüntüleriyle, filmin nefis müziğini hazırlayan Rus Yuri Rydahencho’nun katkısıyla, mahalli rengi yansıtmada başarıya ulaşıyor.

İnsanın boğazına düğümlenen Hemşince söylenmiş acılı ağıt, filmin cenaze merasimli tokat gibi finalinde “Sonbahar”ın lirik yönüne katkıda bulunuyor. Temelde siyasi bir film olmasına rağmen, bizleri hayatın acımasızlığıyla yüzleştiren “Sonbahar’, ölüm yalnızlık temalarını ustalıkla işliyor.

Hiçbir ödül karşısında boyun eğmeyen, ideallerinin ona yaşattığı kötü hayat için pişmanlık duymayan, sağlam karakterli romantik devrimci Yusuf’un yazgısına üzülürken, “Sonbahar”ın aşkla yapılmış bir film olduğuna kanaat getiriyoruz.

Filmin başarılı oyuncu kadrosunda, ölüme sessiz ve yalnız giden Yusuf’ta Onur Saylak, annede Gülüfer Yenigül, can yoldaşı Mikail’de Serkan Keskin, Elka’da Gürcü aktris Megi Kobaladze etkileyici performanslarıyla öne çıkıyorlar.

Kırılgan hissiyatımıza ayna tutan, 90’lı yılların dava peşindeki kuşağına ağıt niteliğindeki “Sonbahar”, kahramanı Yusuf kişiliğinde, o kuşağın hesaplanmasına soyunuyor.

Siyasi bir tutuklunun ömrünün sonbaharında yaşadığı hesaplaşmayı izlerken, aklımda hep şu soru vardı: “Yusuf’un hayatı boşa harcanmış bir hayat mıydı?” Sırf bu sorunun cevabını verebilmek için “Sonbahar” izlenmeyi hak eden bir film. Kaçırmayınız.