Dış Basından / Büyük Çözülme > Thomas L. FRIEDMAN - The New York Times

Dünya
24 Aralık 2008 Çarşamba

Tanımadığım Avrupalı bir işadamı Hong Kong’daki bir Asya Cemiyeti öğle yemeğinde yanımdaki iskemleye oturdu ve dürüstçe söyleyebilirim ki daha önce bana hiç sorulmamış bir soru sordu: “Ee, Amerika ne derece yozlaşmış ve çürümüş durumda?”

Adam, soruyu yatırımcıların milyarlarca dolarını dolandıran bir saadet zincirini işletmekle suçlanan Wall Street’li para yöneticisi Bernard Madoff’un tutuklanması vesilesiyle sormuştu ama hepsi bu kadar değildi. Sorun Hong Konglu para sahiplerinin her zaman hürmet ettikleri ve güvendikleri finans merkezi Wall Street’ten gelen lanet olası karmaşaydı. Nasıl olur da Bear Stearns, Lehman Brothers ve AIG gibi marka isimlerin hamurları bu kadar bozuk olabilir, diye şaşırıyorlar. Bizim Denetleme Kurulumuz (S.E.C.) ve kendilerine yıllar boyunca vaaz ettiğimiz yüksek standartlar neredeydi, diye merak ediyorlar. 

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen Hong Kong’un en saygın bankacılarından biri, çalıştığı Amerikan sermayeli yatırım şirketinin son on yılda hasta Asya bankalarını iyileştirerek bir darphane gibi para kazandığını söyledi. Bunu, en iyi Amerikan yöntemlerini, özellikle de “müşterini tanı” ve sıkı risk kontrolü prensiplerini uygulayarak yaptığını söyledi. Aynı bankacı, ‘peki şimdi güvenilir liderlik için kime güvenilecekti’, diye sordu.

“Daha önce Amerika vardı”, dedi. “Amerikalı yatırımcılar her zaman daha iyi bilirlerdi fakat şimdi Amerika kendisi sıkıntı içinde. Şimdi Amerikalılar bankalarını kime satacak? Başkaları için başarılı bir şekilde yazılmış reçetelerdeki kendi ilaçlarını içmesi Amerika için zordur. Artık ortada doktor kalmadı. Doktorun kendisi hasta.”

Madoff’a acımıyorum. Ama gerçek şu ki, onun işlettiği Ponzi düzeni (saadet zinciri) Wall Street’in işlettiği ve ucuz kredi, düşük standartlar ve büyük açgözlülükle beslenen “yasal” düzenden sadece biraz daha fazla rezildi. Yılda sadece 14.000 Dolar kazanan bir işçiye 750.000 Dolarlık bir ev alması için hiç peşinatsız ve iki yıl geri ödemesiz mortgage verilmesini ve sonra bunun başka 100 mortgage ile birleştirilerek –Moody’s ve Standard and Poors’un AAA notu verdikleri – bonolara dönüştürülüp bohçalanmasını ve bunların bütün dünyada bankalara ve emeklilik fonlarına satılmasını siz nasıl tanımlarsınız? Bizim finansal sistemimizin yaptığı buydu. Eğer bu bir saadet zinciri değilse, başka nedir?

En iyi yöntemlerin uygulanmasıyla ilgisi olmayan bu Ponzi düzeni, mortgage tacirleri, bono bohçacıları, kredi derecelendirme kuruluşları, bono satıcıları ve ev sahiplerinin hepsinin “B.G.O.” prensibiyle çalışması üzerine kurulmuştu: Ödemelerin zamanı geldiğinde veya mortgage’lar yeniden görüşülmek zorunda kaldığında “Ben Gitmiş Olacağım”.

Bankacılık krizimize Çin’den bakmak hem göz açıcıdır, hem de hüzün vericidir. Göz açıcıdır çünkü Amerika ile Çin’in giderek iki ülke, bir sistem oldukları sonucundan kaçınmak zordur.

Nasıl olabilir? Basit, büyük çaplı banka kurtarma operasyonlarımızın izinde insan Çin ve Amerika’ya bakıp şöyle diyebilir: “Evet, özel bankaların yanı sıra Çin’in büyük bir devlet bankaları sistemi var ve şimdi Amerika’nın da özel bankaların yanı sıra büyük bir devlet bankaları sistemi var. Çin’in, özel sektörün yanı sıra, büyük bir kamu sektörü var ve Washington Detroit’i kurtarırsa Amerika’nın da, özel sektörün yanı sıra, büyük bir kamu sektörü olacak.”

Evet, bu tabi ki abartı fakat gerçek şu ki, aradaki farklılıklar giderek belirsizleşmeye başladı. Çin’de HSBC için çalışan bir ekonomist olan Qu Hongbin, yirmi yıl boyunca Amerika’dan pek çok yetkilinin Çin’e gelerek Pekin’e bankaları özelleştirmenin gerekliliği üzerine ders verdiklerini söyledi. “Eh, biz de yavaş yavaş bunu yaptık ama şimdi aniden bir de ne görelim, herkes kendi bankalarını millileştiriyor.”

Bankacılık krizimize Çin’den bakmak hüzün vericidir çünkü bugün Çin, bu krizle baş etmek stratejisindeki berraklığıyla kendini pek çok açıdan Amerika’dan daha istikrarlı hissediyor. Ve bu iki ülke birbirlerine daha fazla benzedikçe, birbirinden çok farklı tarihsel yörüngeler üzerinde görünüyorlar. Çin 1970’lerde Kültür Devrimi ile kafayı yemişti ve ancak Mao’nun ölümünden ve Deng Xiaoping’in iktidara gelmesinden sonra yavaş yavaş serbest pazar ekonomisine yönelerek kendini düzeltebildi.

Fakat, kapitalizm Çin’i kurtarırken, komünizmin sonu sanki Amerika’nın menteşelerini hafifçe yerlerinden oynatmış gibi görünüyor. İki büyük ideolojik rakibimizi kaybettik: Pekin ve Moskova. Herkesin bir rakibe ihtiyacı vardır. Bu sizi disipline eder. Fakat artık komünizmden endişelenmesine gerek kalmayınca, Amerikan kapitalizmi kafayı yemiş gibi görünüyor. Yatırım bankaları ve hedge fonlar kendilerine çılgın maaşlar ödeyerek ve her şeyden önemlisi nihai borç alıcı ile ilk borç vericiyi birbirlerinden tamamıyla ayıran ve ortada hesap verecek kimseyi bırakmayan finansal araçlar icat ederek kendilerini çılgın düzeylerde kaldıraçlıyorlardı. Royal Bank of Scotland’ın Çin baş ekonomisti Ben Simpendorfer, “komünizmin çöküşü Çin’i merkeze itti, [Amerika’yı] da uca” dedi.

Madoff olayı, finansal görgü, kurallar ve sağduyudaki ulusal çöküşün üstündeki kiraz tanesidir. İşte bu nedenle ihtiyacımız olan şey finansal bir kurtarma eylemi değildir, ahlaki bir kurtarma eylemidir. Piyasalarımız, ahlakımız ve kurallarımız arasındaki temel dengeyi yeniden oluşturmaya ihtiyacımız var. Kapitalizmi sürükleyen hayvan ruhunu öldürmek istemiyorum ama onun beni yemesini de istemiyorum.

Thomas L. FRIEDMAN / Çev: Dani Altaras

The New York Times, 17 Aralık 2008