Beşir ile Vals: Savaşın hafızayla dansı

“Beşir ile Vals”, 1982 Lübnan Savaşı’na katılan İsrailli askerlerin kişisel anılarını ekrana taşıyan bir animasyon belgesel. İsrailli yönetmen Ari Folman’ın 2008 yapımı filmi, görselliğiyle izleyiciyi büyülerken, konusu ve yöntemi ile savaş, hafıza ve tarih algılarını tartışmaya açıyor

- Diğer
24 Aralık 2008 Çarşamba

“Beşir ile Vals”, 1982 Lübnan Savaşı’na katılan bir askerin, savaşa dair unuttuğu anılarını hatırlamak için yaptığı hafıza yolculuğunun hikâyesi. İsrailli yönetmen Ari Folman kendi askerlik hatıralarındaki eksikleri tamamlamak için yola çıkıyor ve yaşadıklarını kendisine hatırlatabilecek arkadaşlarıyla görüşmeler yapıyor. Böyle bir yolculuğun ancak fantastik çizimlerle yansıtılabileceğine inanan Folman, tümü orijinal çizimlerden oluşan animasyon bir belgesel yapmayı seçiyor. Başka türlü tahammül edilemeyecek bir savaş deneyimi, filmin büyüleyici görselliği sayesinde son derece etkileyici bir şekilde beyazperdeye yansıyor. Sonunda ortaya çıkan şey ise savaşın, hafızanın ve gerçekliğin öznel doğasını irdeleyen oldukça çarpıcı ve samimi bir savaş eleştirisi.

Savaş tarihi: “Yeni bir şey yok”

Ele alınan dönemin tartışmalı tarihini birkaç cümle ile anlatmak oldukça zor, ancak bağlam açısından yönetmenin bize internet sitesinde sunduğu tarihe başvurabiliriz: Lübnan topraklarından İsrail’in kuzeyine yönelik yıllar süren saldırıların ardından İsrail, 1982 yılında güney Lübnan’ı işgal etti. Ancak işgal, ilk başta hedeflendiği ve hükümetin de onayladığı üzere Filistinlilerin misil menzili ile sınırlı kalmadı; dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un yönetiminde başkent Beyrut’a kadar genişledi. Savaşın ikinci ayında Filistinli savaşçıların Beyrut’u boşaltması karşılığında, Beyrut eteklerinde bekleyen İsrail Ordusu’nun işgal tehdidini kaldırmasını öngören bir anlaşma imzalandı. Ancak dönemin Lübnan Devlet Başkanı, İsrailli yöneticilerin müttefiki ve Falanjist adı verilen Hıristiyan milislerin lideri Beşir Cemayel’in öldürülmesi ortalığı karıştırdı. Aynı akşam, yoğunluklu olarak Filistinli mültecilerin yaşadığı Sabra ve Şatilla kampları İsrailli birlikler tarafından çevrelendi ve öldürülen liderlerinin intikamını almak isteyen Falanjistler kampa girdi. Üç gün süren katliam boyunca İsrailli askerler birinci elden insan öldürmediyse de, kıyımlar süresince işaret fişekleri ile kampın ışıklandırılmasını sağladı ve katliamın engellenmesi için hiçbir adım atılmadı.

1982 yılında Beyrut’un güneyinde yaşanan katliam, tüm insanlığın olduğu gibi İsrail’in de ruhunda derin bir yara olarak yerini aldı. Savaşa dair anlatılar katliamı birinci elden gerçekleştirenlerin Falanjistler olduğunu vurgulasa da, İsrail’in bu katliamın planlanması, yürütülmesi, kolaylaştırılması ve/veya engellenmemesindeki rolü bugüne dek tartışılan bir mesele.

“Söyleyecek yeni bir şeyim yoktu” diyen Ari Folman, savaşın tarihini anlatmak adına devletle ya da resmi kaynaklarla hiç muhatap olmuyor, olaylara dair yeni bir belge veya bilgi sunmuyor. Zaten belgeselde yeni olan olaylar değil, olayların bireysel hafızalardaki yeri, yaşanan olaylarla nasıl başa çıkıldığı ve bu travmanın nasıl paylaşıldığı.

Eleştiriler, sorumluluk ve işaret fişekleri

Beşir ile Vals, Sabra ve Şatilla kamplarında yaşanan katliamı büyük bir cesaret ve samimiyetle irdeliyor. Ancak tüm kişisel tarih anlatıları gibi Folman’ın anlatısı da çeşitli şekillerde eleştiriliyor. Eleştirilerin bir tarafında filmin İsrail’in ve Yahudilerin imajı için zararlı olduğunu düşünenler yer alıyor. Bir yanda ise bu duruşun, katliamı yine Falanjistlerin omuzlarına yükleyerek savaşın ve ölümlerin sorumluluğunu yeterince üzerine almadığını düşünenler bulunuyor.

Folman suç ve sorumluluk konusundaki düşüncelerini bir röportajda şöyle açıklıyor: “İnsanları İsrailli askerler öldürmedi. Bu biliniyor. Olaylar biliniyor. Suç kimin? Mesele şu ki liderler katliamdan haberdardıysa ki bence haberdarlardı, bunu önceden durdurabilir ve çok sayıda hayatı kurtarabilirlerdi. Sorun bu. Ama İsrail birlikleri kampların içinde değildi.”

Buna rağmen İsrailli eleştirmen Meir Schnitzer filmi, orduda görev yapan sol eğilimli vatandaşlar için kullandığı “yorim v’bohim” (ateş etmek ve ağlamak) durumunun bir uzantısı olarak değerlendiriyor. Görev sırasında durumu değiştirmek için hiçbir hamlede bulunmayan, ancak sonrasında yapılanlar için orduyu ve hükümeti eleştirenleri ikiyüzlülükle suçluyor.

Folman yapılan eleştirilere karşılık, filmin katliamın kronolojisiyle ilgilendiğini söyleyerek kararını savunuyor. “Köşeyi döner dönmez korkunç bir şeyler oluyorsa, görülen, duyulan ve kendinize söylenenleri bir çerçeveye oturtup ‘Burada bir katliam oluyor’ diyebilmeyi ne zaman başarabilirsiniz?” Folman filmin, kıyımlara ilk elden tanık olmayan ancak ikinci çemberde bulunanların suçluluk duygusuyla muhatap olduğunu söylüyor. Bu şekliyle film, emirleri uygulayan veya uygulanmasına engel olmayan herkesin bu suçta sorumlu olduğu vurgusunu da yapmadan geçmiyor.

Savaşın ve hafıza yolculuğunun sonunda, geceleri fişeklerle aydınlatılan gökyüzü sabahın ışıklarıyla aydınlandığında, asker Ari kamp barikatının ardında feryat eden Filistinli kadınları görüyor. Ve birden bire animasyon bitiyor, zayiatın video görüntüleriyle yüzleşiyoruz ister istemez: birbirine dolanmış ölü bedenler, tümden katledilmiş aileler, artık eve benzemeyen döküntüler… Sunduğu dehşet verici görüntüler hakkında ne düşündüğünü hiç söylemiyor Folman; arşiv görüntülerinin yeterli olduğunu belirtiyor. Böylesi bir savaşı arşivden değil renkli bir animasyondan izlediğine şükreden izleyiciler için o birkaç saniye gerçekten yeterli oluyor.

Farklı bir tarih algısı: Anlatmak değil anlamak

Folman’ın filmini alışıldık savaş tarihi anlatımlarından farklı kılan, savaşa katılan İsrailli askerlerin sorumluluğunu tartışmaya açması değil aslında. Beşir ile Vals; ilkokuldan itibaren tarih derslerinde gördüğümüz, haber programlarının, gazetelerin, çok sayıda belgeselin, filmin, kitabın da paylaştığı “tarih” anlayışına bir ölçüde meydan okuyor. Coğrafyaların ve toplumların tarihini isimlere, sayılara, çok kez de savaşlara indirgeyip doğrusal bir zamanın içine dolduran “tarih” anlayışı, bir kısmı “postmodern” olarak nitelenebilecek çabalarla yıllardır sorgulanıyor. ‘Tarih’in yerine farklı tarihleri koymayı hedefleyen bu duruş,’ tarih’in nelerden ve nasıl oluştuğuna da yeni bir açılım getiriyor.

Beşir ile Vals’te de yansımasını bulan bu anlayış, geçmişi anlamlandırabilmek için öncelikle kişinin kendisine dönüyor. Bireysel hikâyelerin önemini vurguluyor, kendi hafızası ile toplumsal hafıza arasında ilişki kuruyor. Geçmişi özetlemek ya da totalize eden yorumlar yapmak yerine geçmişi anlama çabasının ucunu açık bırakıyor. Başı, ortası ve sonu olan hikâyeler yerine parçalı, tekrarlanan, gidip gelen, bir türlü emin olunamayan hikâyeler anlatıyor. Savaş ve ölüm gibi ciddi meseleleri dahi mizah, parodi ve sürreal öğeler eşliğinde ele alıyor, drama ve belgeseli birlikte kullanıyor.

Belgesel, Lübnan Savaşı hakkında oldukça bilgi içeriyor, ancak bilgilendirmeyi amaçlamıyor. Beşir ile Vals, tecrübelerin ve hafızanın tarihi şekillendirmekteki rolünü öne çıkarıyor. Hikâyesini, en yapay ve kurgusal mecralardan biri olan animasyonu kullanarak, hafıza gibi muğlâk ve kırılgan alanlardan birinde gezinerek anlatıyor. Ancak filmin her anından gerçeklik damlıyor.

Unutulanlar tarih sahnesine

“Savaş inanılmaz derecede faydasız. Öyle Amerikan filmlerinde gördüğünüz gibi değil. Hiçbir cazibesi yok, görkemi yok. Yalnızca bilmedikleri yerlere giden, bilmedikleri kişilere ateş eden, bilmedikleri kişiler tarafından vurulan, sonrasında eve dönen ve unutmaya çalışan genç erkekler var. Bazen unutabiliyorlar. Çoğu zaman unutamıyorlar.”

Beşir ile Vals savaş karşıtı bir film. Savaş karşıtı bir baba tarafından, oğulları büyüdüğü zaman filmi izlesin ve hiçbir koşulda hiçbir savaşa katılmamak üzere doğru kararı verebilsin diye yapılmış kişisel bir film. Savaşa dair mevcut ‘tarih’le pek ilgilenmeyen, ancak aynı geçmişin gerçeklerinden beslenen bir hikâye. Siyasi duruşu ve mesajı gibi gerçekliği de tartışılan, ancak savaş gerçeğini oluşturan parçalardan biri.

Ari Folman, savaş anılarını bastıran veya unutan tek asker değil. Ancak Folman savaşa katılan İsrailli bir asker olarak, kendi hikâyesi aracılığıyla bireysel sorumluluğunu tartışmaya açıyor; mağdurlar ve izleyenlerden sonra bu suçun ortaklarının da konuşmasına vesile oluyor. İzlemeye alışık olduğumuz savaş belgesellerinden daha kışkırtıcı, çünkü unutulanları da hatırlananların yanında tarih sahnesine sokuyor.