Tango’nun merkezinde bir İstanbullu...

Arjantin uzun zamandır hayalini kurup, bir türlü gitmeye fırsat bulamadığım bir ülkeydi. Bu ülkenin en belirgin özelliklerinden olan sıcakkanlı insanlarına, çok renkli gece hayatına, “Milonga”lardaki tangolara, geleneksel Mate çayına, tabiat harikası “İguazu”ya sizleri ortak etmeye çalışacağım

Kültür
12 Kasım 2008 Çarşamba

İsak BEHAR

Buenos Aires, görkemli heykel ve anıtların yer aldığı büyük meydanlar, geniş ve uzun caddeler, olabildiğince simetri içine yerleşmiş klasik görünüşlü asırlık bina ve yapıların yer aldığı Avrupa tadında bir şehir. Hatta biraz abartarak Paris’in Latin versiyonu da diyebiliriz. Bir farkla ki, insanları çok daha sıcak, cana yakın ve turistlere oldukça yardımsever.

Milonga’da bir tango serüveni

Şehrin çok renkli ve eğlence dolu bir gece hayatı var. Ancak esas özelliği, tabii ki şehrin canına can katan tango…

Sokakta, gece kulübünde, meydanlarda, kısacası nerede ise tangoya her yerde rastlamak olası… Ama en tipik olanı “Milonga”lardaki tango. “Milonga”lar, diskoteğin sadece tango çalınıp, sadece tango dans edilen çeşidi. Yani adına “Tangoskotek” diyeceklerine nedense “Milonga” demişler. Meraklısı için tango dersleri alabilecekleri kursları da var. Bir saat süren ders müddetinde üç adet sekiz adımlık figürü kavradınız mı? Artık kendinizi “Milonga” pistine atabilirsiniz demektir. Şiddetle yapmanızı öneririm. Başta çok direndim. Hatta ders almamak için her türlü huysuzluğu yaptım. Ama sonunda çaresiz ve boynum bükük kendimi güzel dans hocamın kollarına bırakıverdim. Aslında böyle bir deneyimin sonunda, ya kendinizi baştan keşfedip tango pistlerinin kölesi oluyor, ya da tüm dans hayatınızı oracıkta, ayaklarınız partnerinize dolanmış şekilde ebediyen sona erdiriyorsunuz. Benimki nasıl mı geçti? Bunu öğrenmek için benimle tango yapmanız gerekir.

 

Gün boyu Mate keyfi

“San Telmo”, Buenos Aires’in ilk yerleşim bölgelerinden biri. Gündüzü de gecesi de ayrı güzel. Hele pazar günleri meydanına kurulan bir antikacılar çarşısı var ki meraklısına güzelliğinin tarifini yapmak mümkün değil. Ayrıca tüm sokak araları yere açılmış yöresel el sanatları ve hediyelik eşya satan tezgahlarla dolu. Ama başı en çok çeken, “Mate” içmeye yarayan kapların satıldığı tezgahlar. “Mate”, bölgedeki tüm ülkelerde gün boyu içilen, aynı isimli yöresel bir bitkinin çayı. İnsanları sakinleştirici bir özelliği var. Belki de bu yüzden o yörenin insanları bizlere kıyasla daha rahat ve daha umursamaz. “Mate” kaplarına gelince, küçük su kabakları kurutulup alt tarafı çanak şeklinde kalacak şekilde kesilerek elde ediliyor. Ama bu kapların esas özelliği, nerdeyse her birinin sanat eseri gibi özenle boyanarak ya da gümüş ve alpaka benzeri metallerle süslenerek ortaya birbirinden güzel modeller yaratılmaya uygun olabilmesi.

“Mate” kabının, içinden “Mate” içilebilir hale getirilmesi ise ayrı bir ritüel. Tabii “Mate”nin bu kaptan içimi de öyle. “Mate” parçacıklarının ağza gelmesini engellemek için dibi süzgeç şeklinde yapılmış, kamış görevi yapan, kalın ve uzun bir borudan içiliyor “Mate” çayı.

 

Ünlü baletin veda tangosu

Buenos Aires’in araç trafiğine kapalı olan sokaklarında ise, yoldan geçenleri birlikte tango yapmaya davet eden ve karşılığında sizden CD, DVD almanızı bekleyen eski tüfek tangocular mevzii tutmuş durumda. Show’ları o kadar hoş ki! Kendinizi uzun bir süre seyretmekten alıkoyamıyorsunuz.

Tangonun aşk ve ihtirasın dansı olduğu bilinir. Hatta figürlerini biraz aşırı ve erotik bulanlar bile vardır. Tango için ne düşünürseniz düşünün, bunu milli dansları olarak kabul eden o ülke insanlarının arasına karışıp, ne hissettiklerini yaşamak ayrı bir deneyim. Düşünün ki! Buenos Aires’in dünyanın en geniş caddesindeki görkemli “Obelisk” anıtının önüne kurulan muazzam büyük bir sahnede, ülkenin en önemli dans sanatçısı “Julio Boca” için son bir gösteri gecesi düzenlenmiş. Yakından seyredemeyecekler için sahnenin iki yanına ise dev ekranlar kurulmuş. “Julio Boca” da bu hüzünlü veda gecesinde onu izlemeye gelen on binlerce hayranına, klasikten moderne, cazdan sambaya değişik türdeki danslardan örnekler veriyor. Final için seçtiği dans ise bir tango. Dansın son bölümünde partneri elbiselerini fırlatıp son derece seksi görünen iç çamaşırları ve siyah file çoraplarını tutan jartiyeriyle kalıveriyor sahnede aniden. Tango, bir müddet bu yarı çıplak şekilde yapılan erotik denilebilecek figürlerle devam ediyor. Parça bittiğinde ise ünlü balet partnerini kucağına alıp sahneyi terk ediyor. Gösteri, her yaştan izlemeye gelen seyircilerin çılgınca ve dakikalarca süren alkışları arasında bu sahneyle sona eriyor. Yüzlere bakıyorum. Yanında küçük çocukları ile gelmiş kadın, erkek hiç kimsede, benim yüzüme oturmuş olan, “Hayret! Ailelerden oluşmuş bir topluluğa nasıl böyle bir gösteri sunulabilir”, ayıplaması türünde bir ifade yok. Şimdi bu gösteri Taksim meydanında olacaktı da siz hele bir görün. İşte! Kültür farklılığı dedikleri şey, herhalde bu olsa gerek.

 

Uruguay’a kısa bir ayak basış

“Colonia”, Buenos Aires’ten katamaran ile bir saatte gidilebilen “Uruguay”ın şirin bir sahil beldesi. Daracık sokakları, yüksek olmayan bahçeli taş evleri, altlarında hediyelik eşya mağazaları ve sanat galerileri ile tipik bir turizm beldesi. Çok şirin butik otelleri ve çok tipik restaurant’ları var. Günü birlik de gitseniz, tabii ki ülke değiştirmek ile ilgili tüm prosedürü yerine getirmek gerekiyor. Pasaport, gümrük, güvenlik kontrolleri v.s. Güvenlikten geçtikten sonra katamarana binmeden bu resmi muameleleri yerine getirmek için yan yana olan iki deskin ilkine pasaportu veriyorsunuz. Görevli işini bitirdikten sonra yanındaki deske uzatıyor. Aynı muameleyi oda yapıyor. Bu çifte kontrolden siz artık sıkılmaya başlayıp ne kadar uzun bir güvenlik prosedürü diye düşünmeye başlarken, pasaportunuzu uzatan ikinci deskteki görevli gülümseyerek Uruguay’a hoş geldiniz diyor. Kısacası Uruguay’a ayak bastığınızda yapacakları işlemleri, iki ülke görevlisi yan yana oturarak Arjantin çıkışında bir çırpıda bitirmiş oluyorlar. Ne kadar rahatlatıcı değil mi?

Eğer programınızda boş bir gününüz varsa, keyifli vakit geçirmek ve farklı bir ülkeyi ziyaret etme hissini tatmış olmak için “Colonia” çok uygun bir seçim.

 

Şehrin orta yerindeki dev Menora

“Mendoza”, uçakla Buenos Aires’ten iki saat mesafede, şarap ve şarapçılık denilince Arjantin’in akla gelen ilk önemli beldesi. Yörenin dünyaca tanınmasına neden olan ünlü “Malbec” üzümlerinden şarap ürettikleri fabrikalarını gezmeye fırsatınız olduğunda, son zamanlarda Arjantin şaraplarının neden diğer ülke şaraplarıyla rekabet etmeye başladığını daha iyi kavramak mümkün.

“Mendoza”, konum olarak ülkenin kuzey doğusunda And Dağları’nın eteklerine kurulmuş bir şehir. And Dağları denilince, bu oluşumu üzerinde doğru dürüst bitki yetişmeyen ve nerdeyse kıtanın büyük bir bölümünü kuzeyden güneye kesen sarp kayalık kütleleri olarak tanımlamak mümkün.

Özellikle iki geçiş noktası hariç batıdan doğuya geçit vermeyen bu dağları tur alıp yakından görmeye gittik, Yol ancak, yamaca yapışık ve tek bir aracın geçmesine müsaade edecek genişlikte, adına “Karakoles” dedikleri çok riskli “S”ler çizerek kat edilebilmekte. Tarihte İspanyolların kıtanın bu bölgesini fethetmekte neden bu kadar zorlandıklarını daha iyi anlıyorsunuz.

Ülkenin bu kurak bölgesinde yer alan “Mendoza”, su kaynaklarının zayıf olmasına rağmen irili ufaklı park ve bahçelerin çevreye güzellik kattığı bir şehir. Bu parklardan bir tanesinin hemen girişinde İsrail devletinin 50. kuruluş yıldönümü anısına Mendoza Belediyesi ile Mendoza Yahudi Cemaati’nin birlikte diktikleri büyük bir “Menora” anıt yer almakta. Böyle manalı bir olayı el ele gerçekleştiren belde sakinleri, iç içe yaşarken herhalde kendilerini daha candan, daha samimi ve daha huzurlu hissediyorlardır diye düşünmekten kendini alıkoyamıyor insan.

İki günlük bir ziyaret programı ile “Mendoza”nın bahse değer tüm yerlerini görmek pak ala mümkün.

 

İguazu’ya uğramadan asla!

“İguazu”, Parana Nehri’nin Arjantin, Brezilya ve Paraguay arasında kıvrılarak ve çağlayarak yarattığı bir tabiat harikası. Oralara kadar gitmişken mutlaka yapılması gereken bir gezi… Keyif olarak seyahatin tümüne bedeldi diyebilirim. Buenos Aires’ den iki saatlik bir uçuşla varıyorsunuz.

Bindiğimiz takside kalacağımız otelin Brezilya tarafında olduğunu öğrenince, tekrar hudut geçme telaşı yaşayacağımızı düşündük. Pasaportlarımızı hazır etmiştik ki, şoförümüzün ayağını gazdan çekmeden bizi süratle sınır kapısından geçirmesi hem şaşırtıcı hem de çok keyifli bir deneyim oldu. Ancak sonradan öğrendik ki! Kimsenin sizi durdurmamasına rağmen, ülke sınırları içinde hırsızlık, saldırı v.s. gibi polisiye bir durumla karşılaştığınızda, girişinizi ispat etmek açısından pasaporta vurulacak bir giriş damgası çok önemliymiş.

Nehrin, Brezilya ve Arjantin taraflarında yer alan muazzam şelalelerini her iki ülkenin karşı tarafındaki kıyısına geçerek seyredebiliyorsunuz. Yani Brezilya’daki şelaleleri seyretmek için Arjantin, Arjantin’dekiler için ise Brezilya tarafına geçmeniz gerekiyor. Ama bizim için en acı deneyim, Arjantin tarafındaki şelaleleri de seyretmek için yüklü bir para ödemiş olduğumuz turun, zaten Brezilya tarafında yer alan otelimizin önünden başladığını öğrenmek oldu. Rehberin yaptığı tek rehberlik ise, “Bu yolu takip edip şelalelere varın ve aynı yolu takip ederek iki saat sonra yine bu noktaya dönün” demesinden ibaretti.

“İguazu”dan çok keyifli iki deneyimi yaşamadan ayrılmanız gerçekten çok yazık olur. Birincisi, şelalenin dibine kadar sokulan, iliklerinize kadar ıslanacağınız için de aklınız varsa giyim dahil tüm eşyalarınızı plastik torbalarda muhafaza edeceğiniz Zodiac turu. Diğeri ise şelalelerin tam üstüne kadar gelerek bu inanılmaz güzelliği kuşbakışı seyredeceğiniz helikopter turu.

Sinagoga güvenlik dışı bir ziyaret

Buenos Aires’de bir akşamüstü ziyaret etmek maksadıyla otelimize çok yakın mesafedeki ‘Libertad’ adıyla anılan Buenos Aires’in en eski sinagogunun, “Congregacion Israelita de la Republica Argentina”nın yolunu tuttuk.

Ancak pasaportlarımızı yanımıza almamıza rağmen ne içini ziyaret edebilmek ne de dışından fotoğraflarını çekmek için izin almak mümkün olamadı. Gönüllü olduğunu tahmin ettiğimiz kapıdaki genç güvenlik görevlisi tüm ısrarlarımıza rağmen ‘Nuh dedi, Peygamber demedi.’ Biz de bu görev için en sakin günün pazar olduğunu ve etrafta kimsenin olmayabileceğini hesaplayıp sinagoga ikinci bir çıkartma daha yaptık. Tahminimiz tutmuştu. İn cin top oynuyordu. Bu sefer başarılı olmuş, bu dev ve etkileyici yapının içine giremesek bile dışından dilediğimiz kadar görüntü alabilmiştik. Tabi ki bu durumda, önce karşılaştığımız çok sıkı güvenlik tedbirlerinin neye yaradığına bir anlam vermek mümkün olamadı.

Gurbette bir Şabat gecesi keyfi

Tüm Arjantin gezimiz boyunca gecelerimizin de çok renkli geçtiğini anlatmaya gerek yok. Ama bu seyahatte geçirdiğimiz en anlamlı gece And Dağları turunda tanıştığımız Evelyn – Carlo Levy çiftinin evlerinde yaşadığımız Şabat gecesiydi. Tur esnasında koyulaşan sohbetimizde, bir oğullarının ve yakın zamanda Hıristiyan bir Arjantinli ile evlenecek olan bir kızlarının olduğunu, hatta damat adayının kendiliğinden Musevi dinini benimseyip yoğun bir eğitimden geçmeyi kabul ederek, Musevi olmaya karar verdiğini öğrenmiştik. Bunu anlatırlarken, damadın böyle bir tercih yapmasından çok mutlu olduklarını yüzlerinden okumamak mümkün değildi. Tur bitip ayrılma zamanı geldiğinde ise Evelyn – Carlo Levy çifti ısrarla Buenos Aires’e dönüşümüzde Şabat gecesini birlikte geçirmek üzere bizi yemeğe beklediklerini söylediler. Memnuniyetle kabul ettik.

Evleri, Yahudilerin yoğun olduğu şık ve güzel bir semtteydi. Elimizde bir buket çiçek ve kaliteli bir şişe şarap, söyledikleri saatte orada olmamıza rağmen, Evelyn dışında ev sakinleri henüz eve gelmemişler, sofra da henüz kurulmamıştı. Aslında tüm fertleri çalışan bir aile için, bu tablo çok normaldi. Ama durumdan kendini son derece mahcup hisseden Evelyn özür dileme ihtiyacı hissetti. “Aslında kendilerinin Şabat yemeği gibi bir alışkanlıklarının olmadığını, bizi davet ettikleri için heyecanlanıp kutlamaya karar verdiklerini, hatta evde bulundurmadıkları için Carlo’nun da Şabat şamdanları, Kiduş bardağı, dua kitabı, kipa ve diğer gereçleri almak üzere uzak bir semtte oturan annesine gittiğini söyledi.”

Damadın Museviliği seçmesini çok önemsiyor, ama kendileri bir Şabat gecesini kutlamıyorlardı. İlginç, ama tanıdık gelen bir davranış biçimi değil mi?

Bizim için, aile ile bir sofra etrafında bir araya gelmemizin yeterli olacağını söyleyince Evelyn çok rahatladı. Gerçekten de aile fertleri tamamlanınca, lezzetli yemeklerin yendiği, getirdiğimizden çok daha kaliteli şarapların içildiği, sohbeti son derece keyifli ve gurbette iken pek kısmet olmayan, güzel bir Şabat gecesi yaşamış olduk.

Darısı her gidenin başına.