Frankfurt Kitap Fuarı’nın ardından

Bu yıl 60.’sı gerçekleşen Frankfurt Kitap Fuarı’nın onur konuğu Türkiye’ydi. “Bütün Renkleriyle Türkiye” sloganıyla katıldığımız kitap fuarında kendimizi gerçek anlamda tanıtabildik mi?

Kültür
31 Ekim 2008 Cuma

Emel BENBASAT

14 Ekim Salı günü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katılımıyla onur konuğu olduğumuz fuarın açılışı gerçekleştirildi. Açılış günü Orhan Pamuk’un yaptığı konuşma bazı kesimlerce tepki almış olsa da oldukça etkileyiciydi. Fuar süresince Orhan Pamuk, Mario Levi, İlber Ortaylı gibi birçok ünlü yazarın vermiş olduğu panellere yoğun bir katılım gerçekleşirken; Agora Meydanı’nda Türk sanatı Ebru ve Hat; geleneksel Türk yemekleri ve Türk kahvesi eşliğinde tanıtıldı.

Her gün kentin belli bölgelerinde gerçekleşen ve Türk müziğini tanıtan konserler verildi. Bu konserlerden biri de İstanbul Ticaret Odası’nın sponsorluğunda gerçekleşen “Birlikte Yaşamak Konseri”ydi. Türk Sefarad Müziği’nin önemli temsilcilerinden Los Paşaros Sefaradis de bu konserdeki yerini aldı. Tüm bu etkinliklere yabancı katılımın olmaması dikkat çekerken bu durum akıllarda doğru bir yol izlenip izlenmediği çelişkisini oluşturdu.

Kitap satışlarının değil, kitaplara ait telif haklarının görüşüldüğü ve tüm dünya yayıncılarının katılarak, profesyonel görüşmeler yaptığı bu fuarda Türkiye kendi reklâmını çok doğru yapamadığı için onur konuğu olmaktan çok, arka planda kaldı. Birçok rengin iç içe geçtiği logoda Türkiye yazısını görebilmek için ‘şaşı bak şaşır’ yöntemini kullanmanın gerekliliği de bu yanlış tanıtım politikasının bir parçasıydı. 25 kilometrelik fuar alanında onur konuğu olan Türkiye’nin fuar alanının en dip köşesine atılmış olması ve ‘tüm renkleriyle’ sloganına karşılık beyaz, itici bir stant düzenlemesinin kullanılması yabancı yayıncıları buraya çekmekten çok uzaklaşmalarına neden oldu. Bu yerleşim planının fuar yönetimince yapıldığı göz önüne alındığında onur konuğu olan Türkiye’ye gereken özenin gösterilmediği düşüncesi katılan Türk yayıncıların ve Almanya’da yaşayan Türklerin çoğunluğunun ortak fikri olarak ortaya çıktı. Her sene yoğun ilgi gördüğü söylenen fuar, bu seneki onur konuğunun Türkiye olması ve Almanya’da yaşayan yabancı çoğunluğu Türklerin oluşturması nedeniyle Alman basınında ‘fuar ziyaretçi rekoru kırdı’ şeklinde yer aldı. Tüm bu ziyaretçi akımına rağmen; yabancı yayıncılar tarafından beklediği ilgiyi göremeyen Türk yayıncılar gerçek amaçlarına maalesef ulaşamadılar.

Türkiye’deki mozaiği oluşturduğuna inanılan etnik ve azınlık gruplar özellikle yabancı basının ilgi odağı oldu. Birçok propaganda ve provokasyona sebep olan bu ilgi, zaman zaman gerginliklere yol açarken Türk basınına da yansıdığı gibi Kürt sorununu tırmandırdı.

Fuarda bazı Türk yayıncılar tarafından yayınlanmış ve Yahudi düşmanlığını destekleyici antisemit kitaplar özellikle İsrailli yayıncıların büyük tepkisini alırken, bu durum fuar yönetmeliğine iletilerek yayın evlerinin uyarılması ve hatta kara listeye alınması istendi. Bu olayların gerçekleşmesinde Türkiye Yayıncılar Birliği’nin gereken hassasiyeti göstermediği kanısındayım.

Fuarın diğer katılımcıları arasında geçen yıl onur konuğu olan Katalan’lar, İspanyol ve İtalyan yayınevleri, Amerikalı ve İsrailli yayıncılar oldukça gösterişli stantlar kurmuşlardı. Bize kısıtlama olarak getirilen çeviri kitapları onların stantlarında çokça yer almaktaydı.

Fuarda yemek kitapları, fotoğraf albümleri, çocuk kitapları ve romanlar ağırlıklı ilgiyi görürken, din kitaplarının da önemli bir katılımla var olduğu dikkatleri çekti. Kitap kapaklarındaki çekicilik ve reklâm amaçlı hazırladıkları katalog, kitap ayraçları ve dağıttıkları promosyonlar –çanta, kalem, şapka, defter, kitap- yabancı yayıncıların bu fuarı ne kadar ciddiye alarak hazırlandıklarını açıkça ortaya koymaktaydı. 

Randevu sistemi ile çalışılan fuarda yabancı yayınevlerinin stantlarında ciddi görüşmeler gerçekleştirilirken Türk yayıncıların buna sadece seyirci kalmaları çok üzücüydü. Türkiye’de yayıncılığın henüz profesyonelleşemediğinin bir göstergesi olan bu duruma rağmen Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk ve Mario Levi kitaplarının İtalyan, İspanyol stantlarda yabancı dile çevrilmiş olarak yer alması ayrı bir gurur kaynağı oldu.

Gözlem Yayınları olarak Türkiye’nin tek Yahudi basın yayın kuruluşu olmamız oradaki Türklerin yoğun ilgisini bize yönlendirirken İspanyolların sıkça standımızı ziyaret etmesine neden oldu.  Judeo-Espanyol dilindeki kitaplarımız ve yemek kitabımız Kastil İspanyollar tarafından ilgi görürken Fransızlar gazetemiz karikatüristlerinden İzel Rozental’in çizmiş olduğu politik karikatürlerine ilgi gösterdi. Sık sık standımızı ziyaret eden Mario Levi, Rıfat N. Bali, Frankfurt Yahudi Müzesi Müdürü Johannes Wachten ve Almanya’da oldukları sürece bizi hiç yalnız bırakmayan Los Paşaros Sefaradis grubu üyeleri standımıza kattıkları renkle ziyaretçilerin uğrak yeri olmamıza destek oldular.

Bu fuara Gözlem Yayınları olarak ilk kez katılmış olmanın acemiliğiyle beraber, kendimizi tanıtmak adına sarfettiğimiz çabanın olumlu sonuçlarla bize döndüğü inancındayım. Orada yaşayan Türk gençliğinin Türk Yahudileri ve genel Yahudilik hakkında edinmiş oldukları bilgiler ve bize karşı pozitif yaklaşımları, az sayıda da olsa standımıza gelen Almanların gösterdiği ilgi, Türkiye’nin renklerinden bir olarak oraya katılmakla doğru bir seçim yaptığımızı bize gösterdi.

Kaybolmakta olduğuna inandığımız dili hala kullanıyor olmamızı mucize gibi gören İspanyolların bu dilde yazılmış kitaplarımız ve yemek kültürümüzle ilgilenmelerinin oluşturduğu hoş duygular ve orada tanıştığımız -Türkiye’de Almancı olarak bilinen- Türk gençliğinin kendini eğitim açısından ileri düzeylere taşımış olmasının gururuyla yurda dönerken büyük bir soru işaretini de birlikte getirdim.

Türkiye gerçekten bütün renkleriyle Frankfurt’ta olmayı başarabildi mi?