Antakya’da Musevi, İstanbul’da azınlık

Antakya, 2005 yılında “I. Hatay-Antakya Medeniyetler Buluşması”na ev sahipliği yapan şehir... Antakya’da doğup-büyüyen ve üniversite eğitimine İstanbul’da devam eden Eli Kebudi, çocukluğunun şehrini kaleme aldı

- Perspektif
11 Haziran 2008 Çarşamba

Evet bir şehri anlatmak düşüyor bana, en önemlisi şehrin hissettirdiklerini anlatmak gerekli, adım adım hissettirdiklerini... Şehrin bünyedeki dokunuşlarına değinmek gerekli, şehrin bizi koynuna alışını, koruyuşunu seyretmek sonra anlatmak gerekli...

Öğrenilmesi gerekli şehrin ne denli güçlü olduğunu, farkına varılması gerekli şehrin her rengi gökkuşağı misali barındırdığını...

Ardından saygı duyulması gerekli şehrin kattıklarına, anlatılması yazılması gerekli harf harf, kelime kelime ve cümleler boyu…

Sıra arkadaşım “Sezar”dı memleketim, bazen de arkamda oturan “Dalin”di, kimi zamansa önümde oturan “Ali” idi memleketim.

Herkesin farklı ve herkesin aynı zamanda eşit olduğu bir yer Antakya.

Herkesin kendi içinde gelenekçi ve dışa karşı özgür olduğu bir yer orası.

Farklılıklara saygıyı içinde barındırarak yaşayan nefes alan bir yer orası.

Büyük şehrin telaşında uçup giden değerlerin kolay kolay kaybolmayacağı bir yer orası...

Doğduğum, büyüdüğüm, daha sonra büyük bir şehre taşınınca daha çok özlemle andığım memleketim Antakya.

30 Haziran ‘84 sabahı, dünyaya acemi bir şekilde göz kırparak tanışıyorum şehirle, etrafım kalabalık... Yıllar geçiyor eve yakın olan okulumda önce anasınıfı ve ardından ilkokul, ortaokulu bitiriyorum. Sezar, Ali, Dalin ile ve daha birçok farklı insanla tanışmam ilkokul zamanlarıma denk gelir.

Sezar’ın paskalya yumurtaları, Ali’nin aşuresi ve benim “hamursuz matsam”ın kokusu ile paylaşılan arkadaşlıkların başlangıcı oluyor Antakya.

Küçük şehirlerin kendilerine ait sıcaklığı insanların yüzlerinden anlaşılıyor; herkes mutlu ve huzurlu olabiliyor, gündemdeki birçok tartışmanın gerisinde durabiliyor Antakya ve kendi halinde tüm renkleriyle akıyor.

İnsanlar arasındaki diyaloglar hep iyi dileklerle dolu, apartmanımızın birinci katında bir Alevi aile oturuyor, ikinci katta biz oturuyoruz ve hemen karşı apartmanda, aynı hizamızda bir Hıristiyan aile oturuyor. Yemek vakti geldiğinde herkes yemekleri birbirine tattırma yarışına girişiveriyor... Yemek kokuları ve yemek alışverişleri dolu dizgin devam ediyor, işte bu yüzden yemek kokuları çocukluğumda her tarafımı kaplar.

İnançların birer yaşayış biçimi olduğu görülür Antakya’da. Bundan dolayı aslında hiçkimse azınlık değildir; çünkü herkes farklıdır ve bu farklılıklarla oluşturulmuş köprüler insanların geleneksel kültür faaliyetlerini kendi cemaatleri içinde rahat bir şekilde sürdürmesini sağlar. Herkes farklıdır ve herkes farklı olduğu kadar da eşittir, kendi içinde gelenekçi olan yapının dış yaşama karşı gayet özgür bir şekilde ayak uydurması ve herkesin kendi kimliği, kültürü, bayramı ile nefes alıp vermesi kopmayı zorlaştırır Antakya’dan... Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek kadar hoşgörü taşar Antakya’nın Asi nehrinden ve yansır insanlara...

Antakya’da hayat sakin akmaktadır, aceleye gerek olmayan zamanlar yaşanır sokaklarda...  Telaşa ve heyecana yer yoktur, hayat bir koşuşturmacadan çok bir yaşam tarzının huzurlu bir şekilde eylemlere yansımasıdır, tekdüze değildir. Oluşturulan yaşam tarzı çerçevesinde yakalanan müthiş huzur insanların yüzlerindeki tebessümden okunur...

Antakya’da her sabah mahalle aralarından geçen simitçinin naraları ile şenlenir. Yürüme mesafesinde olan uzaklıktaki işyerlerine veya okullara gidilirken yolda yapılan hoş muhabbetler günün ilk paylaşımlarıdır.

Antakya’dan kopuşum ve nüfusun neredeyse 100 katı olan bir şehre ayak uydurmaya çalışmamla birlikte bir koşuşturmacanın parçası olarak dört yıldır İstanbul’da yaşamaktayım. Ne Sezar’ın paskalya yumurtaları ne de Ali’nin aşuresi var artık... Bir kayıtsızlıktır gidiyor insanlarda, farklıklara rastlamak neredeyse imkânsız... Herkes kendi içinde bulunduğu ortamda yetişmiş ve dışa karşı bir diş bilemiş durumda... Farklılıklara saygının, farklılıklarla birlikte yaşayarak yeşereceği ortamları yakalamak çok zor bu büyük şehirde... Herkesin bir korkusu var, herkesin yüzünde aynı yüz ifadesi monotonluğun ağır bir depresyona dönüştüğü hayatlar yaşanıyor bu büyük şehirde... Herkes her şey kapalı bir kutu, kendi içinde gelenekçi olan yapıların tümü dışa karşı bir maske takmış durumda ve ne yazık ki insanlar mutsuz, kaygılı ve kendine güvensiz... Kendi kimliklerini kültürlerini özgür bir şekilde sergileyememekte, herkes kimliğinin arkasına saklanmış durumda, kimliğini kültürünü yanına alan onunla birlikte yürüyen insanlar yok veya ben göremiyorum.

Antakya’da azınlık olduğumun farkına varmıyordum ve çoğunluğun sorunlarıyla içiçeydik. Şimdi İstanbul’da azınlığın bir parçasıyım; çoğunluğun sorunlarına müdahil olmaya çalışan fakat hayat koşuşturmacasından fırsat bulamayan ve her daim mahalle arasından geçecek olan simitçin sesine hasretim...