Gelişen Türkiye’de kadının yeri

Kadının aile yaşamındaki yerinin erkekten sonra gelmesi dünyadaki birçok toplumda göze çarpıyor. Bu aile yapısı içinde büyüyen kız çocukları evlilikte daima erkeğin sözünün geçerli olması, emirlerine uyulması öğretisiyle eğitiliyor. Kadının namusu ise toplumda erkeklerin koruma kılıfı altında kullandıkları bir başka baskı unsuru olarak ortaya çıkıyor

Salom Kitap
6 Haziran 2008 Cuma

Emel BENBASAT

Yaşamı ve eserlerinde, aşkın yaşı olmadığını vurgulayan Hanri Benazus eşine ithaf ettiği son kitabı “Geçmişten Günümüze Kadınlar ve Kadınlarımız”da istatistiksel verilerin de desteğiyle, Türk kadınının yıllar içinde değişen profilini ve toplumdaki duruşunu ele alıyor.

Önsözde yer alan iki küçük hikâyenin bir tebessümle içinizi ısıtmasının ardından, kitabın sayfaları arasında kadınların dünyasına uzanan bir yolculuk başlıyor.

Toplumda erkeklerle bütünleştiğine inanılan başbakanlık, karakol amirliği, futbol hakemliği, emniyet müdürlüğü, jet pilotu, güreşçi gibi mesleklerde başarılara imza atmış ve alanlarında birer ilk olan kadınlarımızın isimlerini hatırlamak, onlarla bir kez daha gurur duymaya vesile oluyor. Ancak Efes Pilsen’in 2000-2004 yılları arasında yapmış olduğu ve 18 ili kapsayan bir çalışmada ortaya çıkan sonuçlara göre Türk kadınının %41,2’sinin eşini tanımadan evlendiği, %69,1’inin eşinden aldığı para dışında bir gelire sahip olmaması, %48’inin 18 yaşın altında evlendirildiği, %82,4’ünün bilgisayar kullanmayı bilmediği gibi acı gerçeklerle yüzleşmek de insanı bir o kadar üzüyor.

Benazus, Osmanlı  ve Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın aile içi, mesleki ve sosyal hayatlarını etkileyen, miras, seçme ve seçilme, analık sigortası, danışma merkezlerinin açılması gibi yasal düzenlemelerle kadın haklarının tarihsel gelişimini kronolojik sırayla belirtiyor.

Osmanlı döneminde yok denecek kadar az hakka sahip olan Türk kadınının, Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte daha çağdaş bir kimliğe bürünmesine rağmen, toplumun ahlak kurallarını oluşturan gelenek ve görenekler gereği yaşatıldığı baskı nedeniyle düştüğü ikilem, yaşamını zorlaştıran bir etken olarak ortaya çıkıyor. Şehirde kadın, evdeki yükümlülüklerini –annelik, eş olma durumu gibi- yerine getirirken bir yandan da iş hayatında var olabilme mücadelesi veriyor. Bu noktada kadın, birey ile kul olma arasında tercih hakkı kullanamazken, kırsal kesimde tarlayı eken, süren hem de biçen kişi olmakla beraber evde kocasına hizmet eden, onun ruhsal, fiziksel ve bedensel ihtiyaçlarını karşılayan bir eş olma zorunluluğuna kayıtsız baş eğiyor. Aksi takdirde töre cinayetleri gibi, çağdışı ve akıl almaz hükümlerle hayatına son verilebiliyor.

Dünyada birçok toplumda kadının aile yaşamındaki yerinin erkekten sonra gelmesi bilinen bir gerçek. Bu aile yapısı içinde büyüyen kız çocukları, evlilikte daima erkeğin sözünün geçerli olması, emirlerine uyulması öğretisiyle eğitiliyor. Kadının namusu ise toplumda erkeklerin koruma kılıfı altında kullandıkları bir başka baskı unsuru olarak ortaya çıkıyor. Baskı altında büyüyen kadınlar için cinsellik bir tabu olarak algılanıyor. Buna karşılık katı “benimlilik” dürtüsü ile ortaya çıkan ısrarlı sahiplenme gösterisiyle kadını yok sayan, onu ikinci, üçüncü sıra varlık hatta cinsellik mekanizması olarak gören erkekte bunun bir hak olduğu inancının oluşmasına neden oluyor.

Stuart Mill’in “Bir uygarlığın seviyesini ölçmek istiyorsanız, derhal kadının hayat şartlarına bakın”  sözü kadınlarımızın yaşadığı şiddet ve baskı dolu hayatın, gelişememişliğin göstergesi olduğunu ortaya koyuyor.

Tüm bunlara başkaldıran ve günümüzde “feminizm” olarak adlandırılan kadın-erkek eşitliğinde de asıl vurgulanmak istenen, kadının sadece bir cinsel obje olmadığı, ezilmesine, sömürülmesine, aşağılanmasına neden olan cinsiyetçi ayrımcılığa son vererek, iki cins arasında her olgunun hakça paylaşıldığı bir dünya düzeni içinde el ele yer almaktır. Ancak feminist hareketin, toplumlardaki kadınların yaşam koşulları bakımından farklı sorunları beraberinde getirdiği de görülmektedir. Kadının özgürleşmesi için tek yol kamusal alanın her kademesinde görev almasıdır. Aksi taktirde kadın hep erkeğin ürettiği değerlere bağımlı kalarak sonsuza dek sömürülmeye devam edecektir.

Yazar, diğer toplumların kadına bakış açısını ele alırken ilk çağlarda anaerkil olan yapının, ataerkile dönüşümünü ve kadının bundan sonraki dönemlerde hep bir aşağılanma unsuru olarak kullanılmasına dikkat çekiyor. 

Kadın-erkek ilişkilerinin sorunlarından bahsederken bunların çözülebilmesi için her bireyin öncelikle kendiyle barışık olmasının, hatalarını kabullenebilmesinin ve değişimlere uyum sağlayabilecek bir yapıda olmasının gerekliliğini vurguluyor. Birlikteliklerin temelinde sevgi ve saygının şart olduğunun da altını çiziyor. Kadının ilişkinin başında taviz vererek daha sonra değişir düşüncesiyle bir ilişkiyi sürdürmesinin erkeğin yaptığı baskıların haklı hale gelmesi anlamını taşıdığını dile getiriyor ve bunu “bir insanın gücü ancak kendisini değiştirebilmesi için yeterli olabilir” sözüyle özetliyor.

İslam’ın kadına bakışına ve örtünme konusuna da değinen Benazus tüm dinlerdeki erkek hegemonyasının kadını ikinci plana düşürmesinin büyük bir hata olduğnu belirtiyor.

Kitapta yer alan tarihi ve istatistiki bilgilerin ardından, Hanri Benazus son bölümde kendi gözüyle kadını tanımlıyor. Erkeklere, kadınlara karşı davranışları için küçük uyarılar gönderiyor. Onların durmadan açmazlara, çukurlara düşmesine sebep gösterdiği kadınlara içinde bolca sevgi öğesinin yer aldığı bir şiirle yolculuğu tamamlıyor.

 

 

Hanri Benazus 27 Mart 1930 tarihinde İzmir’de doğdu. Ailesinin kökleri 516 yıl öncesine dayanır. Uzun yıllarını iş hayatında geçirdikten sonra, 1988’de sahibi olduğu Yupi Piliç Fabrika’sını kapatıp emekliliğe ayrıldı. Yıllarca Altay Spor Kulübünde yöneticilik ve başkanlık yaptı. Koyu bir Altay taraftarıdır. Bir Atatürk hayranı ve Atatürkçülük felsefesinin tutkunudur. Halen Türkiye’nin, 4500 adetle en büyük Atatürk Fotoğrafları koleksiyonuna sahiptir. Bu koleksiyondan 3500 adetlik fotoğraflarını, Ankara, Çankaya Köşkü’nde kurulmakta olan Atatürk Müzesi’ne hediye etti. Halen kitaplar yazmakta, konferanslar vermekte, sergiler açmaktadır. Günümüze kadar 32 adet kitabı yayınlandı. Eserlerinden bazıları şunlardır:

Gönül Bahçemde Küçük Gezintiler

Gençler Sorunu mu? Yetişkinler Sorunu mu?

İnsan Olma Sanatı

Ben Kimim? Siz Kimsiniz?

İçimizdeki Sessizlik

Sevginin Gizemi

İnsanın Bitmeyen Arayışı Mutluluk

Her Şeye Rağmen Aşk

Mustafa Kemal ve Vahdettin

Çanakkaleden Gelibolu'ya.Yaşamın İçinden Atatürk’ün Anıları

İçsel Dünyamızın Derinliklerinde