Cannes’da Maradona rüzgarı

Geçen çarşamba akşamı, Cannes Festival Sarayı’nın ünlü kırmızı halıda, geniş dekolteli starletler ve sinema dünyasının ünlüleri yerine, mavi beyaz çizgili Arjantin Milli Takımı’nın formalarını giymiş Maradona hayranları istila etmişti. Ünlü yönetmen Emir Kusturica’nın “Maradona” belgeselinin dünya prömiyeri Cannes Film Festivali’nde yapılıyordu

Viktor APALAÇİ Spor
28 Mayıs 2008 Çarşamba

Yazı ve resimler: Viktor Apalaçi / Cannes

Cannes Film Festivallerinde Altın Palmiye Ödülü’nü iki  kez kazanmış ender yönetmenlerden biri olan Emir Kusturica, hayranı olduğu Diego Maradona ile ilgili bir belgesel film yapma hayalini yıllardır sürdürüyordu.

Futbolcu kökenli ünlü yönetmen “futbolun gelmiş geçmiş en büyük starı” olarak nitelendirdiği üzerinde üç yıl çalıştı. Buenos Aires’e, Napoli’ye, Küba’ya, Maradona’nın yaşantısında izi olan yerlere gitti, efsanevi futbolcuyla sayısız söyleşi yaptı, arşivleri taradı, yayın haklarının peşinde koştu. Bugüne kadar Maradona üzerine çevrilmiş en iyi film sıfatını hak etmek için savaştı.

Hayatındaki inişleri çıkışlarıyla, sevapları günahlarıyla, iyi ve kötü günleriyle, bu futbol idolünü beyaz perdeye aktarmak için, başyapıtlarına harcadığı zamandan fazlasını ayırdı. Cannes’da izlediğimiz “Maradona by  Kusturica” bugüne dek, bir sporcu üzerine sinema tarihinde yapılmış en kaliteli belgeseller arasında yerini aldı.

Yarışma dışı gösterilen filmin galasına, Maradona’nın Arjantin’den gelen, Avrupa’da yaşayan hayranları, Arjantin Milli Takımı’nın mavi beyaz çizgili formalarını giyerek katıldı. Filmde Maradona’nın bir statda, 80.000 kişilik koronun eşliğinde söylediği “Ole ole Diego” şarkısına, Festival Sarayının büyük salonundaki 2000 seyirci katıldı.

İki kızı ve eşiyle Cannes’a gelen Diego Maradona, kendisini üne kavuşturan Boca Juniors Kulübü’nün renkleri olan sarı – mavi toplarla kırmızı halının üzerinde hünerini konuşturdu, eski futbolcu Emir Kusturica futbol şovuna katılarak bu konudaki becerisini kanıtladı.

Film, Kusturica’nın Buenos Aires’e, Maradona’nın evine yaptığı bir ziyaret ile başlıyor. Maradona, futboldaki ilk senelerinden, 1986’da kaptanı olduğu Arjantin’in Dünya Kupası’nı kazanmasından, Napoli’deki başarılarından, 1986 Dünya Kupası’nın çeyrek finalinde İngiltere’ye eliyle attığı golden bahsederken zaman zaman ilginç arşiv görüntüleri izliyoruz. Maradona, eliyle attığı gol için “kendimi zengin bir İngiliz’in cebinden cüzdanını çalan bir hırsız sandım” itirafında bulunuyor ama hiç de pişman olmadığını ekliyor.

Küba lideri Fidel Castro’ya olan hayranlığını dile getirip, bacağındaki Castro dövmesini, kolundaki Che Guevara dövmesini gösteriyor. İngiliz politikacılara, George Bush’a olan nefretini haykırıyor. Bu arada “dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcu” unvanı için yıllardır çekiştiği Pele’ye göndermede bulunuyor: “Pele her şeyi pazarlık masasına yatıran, içten pazarlıklı bir kişidir” diyor.

1991 yılında Napoli polisinin esrar çekerken yakaladığı Maradona, “bu benim için sonun başlangıcı oldu. Karımı, çocuklarımı tanımaz haldeydim, aşırı obezliğim beni 2004’te bir kalp krizine sürükledi” diyor.

Özel bir uçakla Sırbistan’a, Kusturica’ya iade-i ziyarette bulunan Diego Maradona, Napoli’de geçirdiği zor günleri, kendini hızlı bir düşüşün içinde bulmasını anlatıyor. Kusturica’nın bestekar oğlu Stribor, filmin tansiyonunu yükselten mükemmel müzikleri hazırlamış. Kusturica, sinemasının karakteristiği olan çılgın tempoyu yinelediği filmini, dinamik bir kurguyla bir futbol şölenine çeviriyor.

“Futbol tarihinin en büyük golü”, “asrın golü” sıfatını hak eden Maradona’nın, kendi sahasından alarak, 60 metreyi kat ettikten ve 8 kişiyi çalımladıktan sonra attığı unutulmaz golü, tekrar tekrar izlemeye doyamadık.