60. yılda iki devletli çözüm üzerine (2)

Bir yandan, İsrail’in 60. yıl kutlamaları sürerken, öte yanda Hamas’ın bu ülkeyi kesinlikle tanımayacağı mesajını verdiği, İran Cumhurbaşkanı’nın İsrail’in bu topraklardan sökülüp atılması gerektiğini yinelediği bir ortamda, entelektüel düzeydeki bu tartışma, “Var olmak için kendi kendini tanımanın önemini” ortaya koyuyor.

Perspektif
28 Mayıs 2008 Çarşamba

Filozof Alain Finkielkraut ile Filistin’in UNESCO nezdinde bulunan temsilcisi Elias Sanbar’ın, İsrail-Filistin barışı ve iki devletli çözüm önerisi konusunda yaptıkları sohbetin ikinci bölümünü yayınlıyoruz

(Philosophie Dergisi, Mart 2008 sayısı)

Alain Finkielkraut: Görüşmelerin tekrar başlaması ile 1948 olaylarının etrafında kemikleşme eğilimi bir tezat olarak karşımıza çıkıyor. Fransa’da çok yakın bir geçmişe kadar İsrail muhalifleri işgal fikrini 1967’ye çıkartıyorlardı. Bugün 1967 tarihi siliniyor. İşgal olarak niteleneni 1948 yılına dek itme gibi bir eğilim var bugün. İsrail’in varlığının tartışılması birçokları için bir var oluş nedeni olarak algılanıyor. Oysa Siyonizm bir normalleşme süreci olmuştur. Yahudiler için, kendileri ile goylar arasında ikiye bölünmüş bir dünyanın normalleştirilmesidir bu. Şimdi tarihin Siyonizm’i normalleştirilmemesi sürecine itmeye çalıştığını görüyoruz. İsrail’de görülen kötümserliğin temelinde esas olarak bu yatıyor.

Elias Sanbar: 1948 meselesi aslında Filistinlilerin hafızalarında hep canlı kaldı, tıpkı İsraillilerin hafızalarında kaldığı gibi. Bu aslında İsrail’leri, söyledikleri gibi geri dönüş talebi ile ilintili olarak, demografik açıdan rahatsız ettiği için ilgilendirmiyor. Bu İsrailliler için önemli çünkü 1948’de yanlış hareket ettiklerini kabul ederlerse, İsrail Devleti’nin bir hatanın parçası olarak doğduğunu kabul etmiş olacaklar. Bu da devletin varlığını, kendi gözlerinde bile, tartışılır hale getirecek. Böyle düşünmekle yanlış yapıyorlar. Filistin meselesindeki sorumluluğun kabul edilmesi, tersine, ilişkilerin normalleşmesi aşamasında önemli bir anahtar konumundadır.

A.F: İsrail Devletinin resmen pişmanlık beyan etmesini mi isterdiniz?

E.S: Bunları bir yana bırakın. Ben burada ilişkilerin iyileştirilmesinden söz ediyorum. İsraillilerin, burada bir adaletsizlik olduğunu ve bizlerin 60 yıldır bundan dolayı acı çektiğimizi kabul etmelerine ihtiyacımız var. Tabii itiraf etmek gerekir ki, bu durumdan yalnızca İsrail sorumlu değildir. Eğer bu apseyi patlatmazsak, ulaşmaya çalıştığımız tüm barışlar yanıltıcı olacaktır.

A.F: Tüm Siyonist ve post-Siyonist tarihçiler konuyu tartıştılar. Ancak 1948’de devletin kurulmasından saatler sonra tüm Arap ülkelerinin açtıkları amansız bir savaşın, bir kurtuluş savaşı olmadığını söyleyemezsiniz. Bu 1947’de bir iç savaş olarak başladı, de daha sonra devletin kurulması ile birlikte nitelik değiştirdi. Bunun böyle bilinmesi gerekir. Bunun ötesinde, İsrail halkı her şeyi konuşabilir. Anlamak gerek: dünün intihar saldırıları duvarın nedenidir. Bugünün roketleri, yeni yerleşim yerlerinin halkın daha büyük bir bölümü tarafından desteklenmesi anlamına gelir. Bunu destekleyenler İsrail’de azınlığa düştüler, ancak Hamas’ın saldırırları onların ekmeklerine yağ sürüyor. Şimdi Batı Şeria’yı ayaklandırmaktan çekinmenin temelinde, Tel Aviv’i saldırıların menziline sokmaktan çekinmek yatıyor.

E.S: İsraillilerin tedirginliği beni çok korkutuyor, sanki hiçbir şey onlara güven vermeyecekmiş gibi. Sanki barışa karşı değil ama ona giden yolda bir isteksizlik varmış gibi. Şeria’nın batısını kontrol etseler Ürdün’den çekinecekler… Ürdün’ü kontrol etseler, Suudi Arabsitan’dan çekinecekler. Sonuç: İsrail tarihi bir fırsatla karşı karşıya. Filistinler hiçbir zaman böylesi bir teklife sıcak bakmadılar. Hiçbir zaman 22 Arap ülkesi bu kadar geniş katılımla bir garanti vermedi. Ortadoğu’yu bir barış denizi haline getirmek fırsatını kaçırmamak gerekir.

A.F: Fırsatın değerlendirilmesi gerektiğinde hem fikirim. Ancak burada şunu da eklemek isterim. Dünyanın birçok yerinde özellikle de Arap – Müslüman toplumlarında gittikçe artan bir antisemitizm çığırtkanlığı yapılıyor. İsrail, nazivari bir dünyanın iplerini çekiyor gibi gösterilmeye çalışılıyor. Hem Ortadoğu’da barışı istemek hem de bu akıma açıkça destek vermek bir arada gidemez.

E.S: Bu konuda her zaman çok açık oldum. Biz İsraillilerin Yahudileri değiliz. İsrailliler ve onları destekleyenler kötü şöhretin işgalden kaynaklandığını anlamak zorundalar. Detaylar üzerinde detaylı teoriler üretiyorsunuz ancak somut olanı tanımıyorsunuz. Ben manzarayı hafifletmek istemiyorum. Tüm dünyada radikal İslam’da bir yükseliş var. Ancak bunu tüm Arap – Müslüman dünyasına yaymak çok doğru değil.

A.F: Mısır’da görülen antisemitizm işgale mi dayanıyor? Ya da Cezayir’deki?

E.S: Eğer 1977 yılında Mısırla yapılan anlaşma iyi yürümüyorsa, bu bir yanlış anlaşmanın üzerine oturtulduğundandır. Mısırlıların Filistinlilerin durumunu gördükçe, ilişkilerin iyileştirilmesini kabul edemeyecekleri anlaşılmalıdır. Bu mantıklı tespit, izah edilemez ve bazen ırkçı reaksiyonlara meydan verdi. Arap dünyasında birçok kesim bunu böyle görüyor.

A.F: Yani Mısır – Sinai geri almış olmasına rağmen – sırf Filistinlilerin durumu yüzünden barışa inanmıyor, öyle mi? Gördüğünüz gibi Arap-Müslüman dünyasında, İsrail’in Filistin sorununun tek nedeni olduğu şeklinde yanlış bir kanı kristalleşmiş. Bu dayanışmayı anlıyorum, ancak Arap dünyası, ortak olarak güvenebileceği bir İsrail ile tüm hatalardan sorumlu tutulan bir İsrail arasında seçim yapmak zorunda.

E.S: İslamcı hareketin büyük sloganı, Müslüman Filistin’dir, Arap Filistin değil. Aslına bakacak olursanız İslam’ın siyasileştirilmesi Arap kimliğinin çöküşünü hızlandırıyor. İslam’ın bu anlamda gelişmesi ilk önce Arapların kendilerini vuruyor.

A.F: Ve belki de İsraillileri de vuruyordur. Bugün birçokları yaşamları için savaşmak zorunda bırakıldıkları gibi çok da yanlış olmayan bir fikre sahipler.

E.S: Filistinlilerin “isimlerini yeniden bulmaları” ve kendi ülkeleri olarak bildikleri toprakları başkaları ile paylaşmayı kabul etmeleri tarihi bir olay. Bu bize, birinin varlığının ötekinin silinmesi anlamına geldiği katı tutumun terk edildiğini gösteriyor. Bu görüş, yıllar önce Oslo’da İzak Rabin ile Yaser Arafat tarafından imza edilen ve tarafların birbirlerini mütekabiliyet esasına göre tanıdıkları belge kadar önemlidir. Artık hiçbir İsrailli Filistin’in görmezden gelemeyecek… Öte yandan, Hamas militanları dâhil tüm Filistinliler de iki devletli çözümün mantığını kabul ediyor. Bu aşamada işgalin sıkıntılı problemi kalıyor geriye. İsrail – Filistin sorunu, keskinliğinden bir şey kaybetmemişçesine, her şeye rağmen, bir halkın diğerini tahakkümü altına aldığı trajik bir sıradanlaşmaya tabi oluyor.

A.F: Sorunun sıradanlaştırılmasına karşıyım. Ancak ifade etmem gerekir ki birçok çevrede Yahudi devletinin varlığının sorgulandığını, bunun gayrı meşruluk ile bir tutulduğunu görüyorum. Demokratik evrenselleşme ve insanlığın dini gibi olgular, Avrupa’da, Şoa’dan sonra ve her adımda buna atıfta bulunarak gelişmiştir. Bu evrensel demokrasi, dünyanın teknolojik gelişimi ile pekişmiştir. Kendi ülkesinde yaşamadan, dünyada yaşar hale geldik. Yahudi devleti, bu evrensel demokrasinin karşıt modeli olarak ortaya çıkıyor. Esasta paradoksal bir durum bu: Bir yanda, Şoa kurbanlarına ağlayan, öte yanda İsrail kimliğinde kusursuz bir ülke yaratan, anılardır. İşte şu anda (Filistinliler ve yandaşları tarafından) mahkûm edilen de budur.

Çeviri: Marsel Russo

Alain Finkielkraut, 1949 yılında Paris’te, Aushcwitz kurtulanı Polonya Yahudi’si bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Halen Ecole Polytechnique’te “Düşünce Tarihi ve Modernite” üzerine dersler vermekte.

Elias Sanbar, 1947 Haifa doğumlu. Ailesi 1948 savaşları esnasında kenti terk etmek zorunda kalmış. Tarih öğrenimi gördükten sonra Paris, Lübnan ve ABD’nin çeşitli üniversitelerinde dersler verdi. Halen Filistin’in UNESCO nezdindeki temsilciliğini yürütüyor.