“Teknik Direktörsüz Şampiyon”un Düşündürdükleri

- Spor
21 Mayıs 2008 Çarşamba

Galatasaray parasız... Galatasaray problemli... Galatasaray hocasız... Ama ruhu var... İşte bu herşeye yetti ve şampiyon oldu... Vurgulanan Galatasaraylılık ruhunun karşı tarafında ötekileştirilen obje ise zengin, bol yıldızlı, problemsiz ama ruhu eksik Fenerbahçe...

En sevdiğimiz film Rocky... Ama büyük teknolojik imkanlarla çalışma şansı olan dev Rus boksörün, doğada yokluklara rağmen güç bela hazırlanabilen kısa boylu, çelimsiz Rocky’ye yenildiği bölüm... En sevdiğimiz hikaye Don Kişot... Ruhu olsun yeter, değirmenlere bile savaş açar...

Galatasaray’ın şampiyonluk hikayesinde unutulanlar ve uyutulanlar mevcut maalesef. Unutulan, Galatasaray’ın Lincoln’ü, Linderoth’u, Nonda’yı getirirken, Volkan’ı Antalya’dan alırken bedavaya almadığı... Unutulan, Galatasaray’ın ligin başından sonuna kadar 18 takımın arasında en iyi futbol oynayan ekip olduğu... Unutulan, Galatasaray’ın 11’inde yer alan oyuncuların Fenerbahçeli futbolculardan pek eksiği olmayışı ve yedek kulübesinin Fenerbahçe’den çok daha zengin oluşu... Unutulan, kafasını Avrupa’ya takmış Fenerbahçe’nin lig boyunca sergilediği laubali tavra karşılık, Galatasaray’ın Kalli’nin de katkılarıyla her maçı son derece ciddiye alması... Unutulan, ligimizde büyüklerle küçükler arasındaki uçurumun hala kapanamamış olması... Unutulan, Kalli’nin bu takım başarısız oldu diye değil, bu takımın geleceğini hazırlamak için, yıllardır kanayan yarayı kapatmak için yapmaya çalıştığı radikal değişiklikler bazılarına rahatsızlık verdi diye gönderilmesi... Uyutulan Galatasaray taraftarı... Potansiyeli son derece yüksek bu takımın, futbol karakteri oldukça oturmuş bu takımın bu ligi niye daha erken bitiremediğini, Avrupa adına niye daha fazla şey vaad etmediğini, yabancı haklarının neden çarçur edildiğini soran olmadı hiç. Hadi onu bıraktık, şampiyonluk sonrası bile Ardasıyla, Mehmet Topalıyla, Volkanıyla, Barışıyla çok ender yakalanabilecek bu nesle, bu neslin  doğru yönetildiği takdirde başarabileceklerine kimse vurgu yapmadı. “Abilik” hikayeleri tercih edildi... Arda’nın Sivas maçında Hakan’ın talimatıyla içeri dönük oynamaya başlaması ve bunun sonucu olarak (!) hat-trick yapması, Hasan’ın taktik vermek adına ameliyatını ertelemesi konuşuldu... Çünkü en sevdiğimiz film Rocky, en sevdiğimiz hikaye Don Kişot!

Peri masalı meraklılarını içinde bulundukları alemde rahatsız etmek istemem ama gerçek dünyada işler pek böyle yürümüyor. Ve dolayısıyla “gerçek dünyanın gerçekleri” uluslararası arenada karşımıza tokat gibi çıkıyor. Barcelona, Chelsea, Manchester (hatta çok daha alt seviyede bir  Zenit bile) ruhlarıyla değil, kaliteleriyle çıkıyorlar ön plana... Peri masallarına dalmıyorlar, gerçekçi bir yaklaşımla potansiyellerini, eksiklerini tespit edip, yeniliyorlar kendilerini, daha da güçleniyorlar...

Galatasaray UEFA Kupası’nı aldığı zaman başında Fatih Terim vardı. İnsanlar onun motivasyon yönünü ön plana çıkardıkça Fatih Hoca kızar, bu işin “hadi koçum”larla olmayacağını anlatır ama kimseye dinletemezdi... Büyük çoğunluk da Galatasaray’ın o yıllarda oynadığı kendine has futbolu es geçip, Bülent’in cefakarlığını, Hagi’nin ağabeyliğini, Fatih Terim’in babacan tavrını konuşmaya devam ederdi.

Fatih Terim Euro 2008 kadrosunu açıkladıktan sonra çıkan kargaşanın temelinde de yukarıda bahsettiğimiz hikaye yatıyor. Terim’in kadrosunu tek tek inceleyin... Son yıllarda aşama kaydeden oyuncular var (belki Tümer hariç, ama Terim ona her güvendiğinde karşılığını aldı), yerinde sayanlar, isimleriyle orada olmayı umanlar yok... Ve Terim, “hadi koçum”larla değil, başarılı analizleriyle, iyi taktisyenliğiyle buralara gelen Terim, yine kendisine yöneltilen sorulara sinirleniyor. Haklı olarak... Klasikleşmiş soruları yönetenlerin aklına gelmiyor bile Terim’in kadrosunun apaçık ortada olan kriterlerine bakmak... Çünkü dünya futbolunda başarıyı getiren paradigmayı maalesef futbol ailesi olarak oturtamamış durumdayız.

Galatasaray bu kadar fazla çalkantıya rağmen, yönetimsel yanlışlara rağmen gelen şampiyonluğa fazlasıyla sevinmeli mutlaka... Ama elindeki paha biçilmez  nesle konsantre olmadığına, paradigmayı değiştirmediğine çok ama çok üzülebilir... İleride...

 

Not: Ülkemizin futbol alanında geçerli olduğu iddia edilen bu düşünme tarzının diğer alanlar için de (ekonomik, sosyal, politik, vs.) genelleştirilmesinde bir sakınca yoktur!