Kazablanka: Bir Film, Bir Etki, Bir Takı

30’larında, 40’larında, 50’lerinde, bir antikacı, bir ev hanımı ve eski bir iş kadını: Sara Benun, Beki Leon, Servisîmin Cömert Birced. Bu farklı yaşların ve dünyaların kadınlarını takı tasarım tutkuları bir araya getirdi. Üçlünün eserlerini Akatlar Garage of Art Galerisi’nde 22 Mayıs-8 Haziran tarihleri arasında “Kazablanka: Bir Film, Bir Etki, Bir Takı” sergisinde görebilirsiniz

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Rina ALTARAS

Gene bir tatil sabahı,  yürüyüş dönüşü bu sefer Boğaz sahilinde üç kadınla birlikteyim söyleşmek, tanımak ve tanıtmak üzere. Beni onlarda takı tasarım tutkularının yanı sıra en çok etkileyen, Servisîmin’in de konuşmamızın sonunda söylediği gibi tesadüf eseri karşılaşan bu üç kadının hırstan, kıskançlıktan uzak, birbirlerini severek, sayarak, destekleyerek, paylaşarak gerçekleştirdikleri üretimleri. Bu, sanat dünyasında hele de kadınlar arasında bence çok ender rastlanan bir şey. Onlar da bunun anlamının ve değerinin farkında. Sara Benun, Beki Leon ve Servisîmin Cömert  Birced ile takı tasarımı, onlar için ifade ettiği ve birlikte açacakları sergi üzerine söyleştik.

 

Duyguların üç boyuta taşınması

Neden takı tasarlıyorsunuz? Neden moda veya endüstriyel tasarım değil de takı?

B.Leon: Ben aynı zamanda yağlı boya resim de yapıyorum. Fakat bu konuda kendimi bir türlü tam olarak ifade edemediğimi hissediyordum. Resimde iki boyutta çalışıyorsunuz, takı tasarlarken ise üç ve üç boyutlu tasarımda kendimi daha iyi ifade edebildiğimi gördüm. Düşünceyi maddeye dönüştürebildiğim, duygularımı üç boyuta taşıyabildiğim bir çalışma takı tasarımı. Neden takı derseniz, bir yerden başlamak gerekliydi. Takı ise tarih boyunca insanların yaptığı, çok basit tekniklerle ürettiği bir süs eşyası. Dolayısıyla ben de insan doğasını takip edip, ilk insanın yaptığını yaptım, takı tasarladım. Ancak bu ilk basamak, arkasından daha teknolojik, daha işlevsel tasarımlar gelebilir, her türlü evrime açık bir yolda ilerliyorum.

S.Benun: Ben takı tasarlamaya başladım, çünkü takı takmayı, kullanmayı çok seviyorum. İlk önceleri seyirci olarak sergilere, atölyelere gitmeye başladım. Gördükçe yapasım geldi. Bunun dışında antikacılıktan gelen bakış açısıyla takıların, değerli/yarı değerli taşlar ve metallerin, geçmişten günümüze hemen hemen hiç hasarsız geldiğini görmek beni ayrıca çok etkiledi. Bu bağlamda kendi yaptıklarımın da yüzyıllarca hasar görmeden bu dünyada kalabileceğini düşünüyorum ve bu beni çok heyecanlandırıyor.

S.C.Birced: Benim geçmişim çok farklı. Meslek seçimimi yaparken sanat ve finans dünyası gibi çok farklı iki dünya arasında seçim yapmak zorunda kaldım ve finansı seçtim. Bu seçimim sonucu çok yoğun bir iş yaşamım oldu, sanattan çok uzak kaldım. Yoğun iş temposundaki duygum hep bir tarafım eksik kalıyor, bunları bir gün yapmalıyım şeklinde oldu. Emekli olduğum zaman da takı tasarlamaya karar verdim. Sanat benim için kendini bir objeye aktarmak demek. Neden takı sorusuna gelince ben de Sara gibi takı takmayı çok seviyorum. Hiç moda değilken, insanlar şimdiki gibi büyük takılar takmazken ben abartılı büyük parçalar kullanırdım. İnsanlara beni sorduğunuz zaman da zaten “Servisîmin takıp takıştırmayı çok sever” cevabını sıkça duyarsınız. Moda olsun olmasın kendime yakıştırdığım, beni ifade eden takıları takmayı hep çok sevdim. Onun için  içimdeki coşkuyu üç boyuta taşıyabileceğim bir yöntem olarak takı tasarımını seçtim ve onlarda kendimden bir parçayı yansıtmaya çalışıyorum. İş hayatında doğal olarak sonuç odaklı oluyorsunuz, ama buradaki süreçten, üretim sürecinden çok keyif alıyorum.

 

Öğrenmek, arınmak, meydan okumak

Her üçünüz de duygularınızı aktardığınızı ifade ediyorsunuz. Duyguların edinim olduğunu ve aslında her duygunun önünde bir düşüncenin yer aldığından yola çıkarak, bu duyguların nerelere uzandığını biliyor musunuz? Takı tasarlarken kendinizi de sorguluyor musunuz, kendi analizinizi yapıyor musunuz?

B.Leon: Öğrenmeyi çok seviyorum. Bir şeyi uygularken öğrenmek daha kolay oluyor. Üçümüz de takıyı sanat tarihine paralel öğrendik ve sanat tarihinde öğrendiklerimizi üç boyuta taşıdık. İnanılmaz güzel bir öğrenme süreci.

S.Benun: Şöyle anlatmaya çalışayım; terapi sürecinde bir insanı alın, kişi sadece konuştuğu ve birisi de onu dinlediği için rahatlar. Takı yapma süreci de bir çeşit meditasyon. İnsan duygularını elindeki taşa, metale yansıtırken aslında meditasyon yapıyor. Biz bu olguyu aramızda konuştuk ve üçümüz için de aynı şey geçerli. Atölyeye girdiğimiz an ile çıktığımız an arasında inanılmaz bir arınma süreci yaşanıyor, içimizdeki tüm olumsuz enerjilerden arınmış ve tazelenmiş bir şekilde çıkıyoruz atölyeden. O yüzden benim için daha çok bir meditasyon.

S.C.Birced: Ben kendime meydan okuyorum. Çok kuralcı bir insanım ne yazık ki. Bir de aldığım eğitim ve yaptığım iş benim bu tarafımı daha da pekiştirdi. Birden bire kendimi o kadar çevre tarafından belirlenmiş kurallara uyan, yaşayan kalıplara sıkışmış bir yapıda hissettim ki, bir şekilde bunu kırmam gerektiğini anladım. Benim öylesine zapt edilemez bir coşkum, duygusallığım, sevgim var ki, bunları hayatım boyunca ailem dışında çok az dile getirebildim. Bunun dışında şimdiye kadar bir şey yapacağım zaman önce o işi çok iyi analiz edip, planlayıp, eğitimini alıp, ondan sonra yapmaya kalkıştım. Bu işte böyle olmadı. Benim sanat eğitimim yok, heykel eğitimim yok. Sadece aktarım yapabileceğim, hiçbir kuralın olmadığı, kimsenin benden bir şey beklemediği, kimsenin başarıyı-başarısızlığı tanımlamadığı bir ortam. Özgür ve korkusuz olabilmeyi öğreniyorum aslında. Sadece yola çıkıyorum. Bu da benim bugüne kadar yaptıklarımın 180 derece aksine bir olgu. Anlayacağınız kendimi sınıyorum ben bu süreçte.

Yılların eskitemediği “Kazablanka”

Serginin konsepti nasıl doğdu?

S.Benun: Beki ile ilk düşünmeye başladığımızda bir filmden yola çıkalım dedik ve filmleri gözden geçirdik. Kazablanka’da karar kıldık, çünkü çok akılda kalacak, üzerinde çok düşünülecek bir film olduğuna karar verdik ve Servisîmin’e bu düşüncemizi ilettik. O da hemen kabul etti. Bunun dışında gerçekleştirdiğim Fas seyahatinden inanılmaz etkilendim. Genel olarak etnik sanat eserlerinden çok etkilenen birisiyim. Bu yüzden sergide benim takılarım daha figüratif ve Fas motiflerini içeriyor. Filme dönersek inanıyorum ki, sergiyi gezenler filmin birçok karesini detaylarda yakalayacaklar.

B.Leon: Kazablanka, bir döneme damgasını vurmuş bir film. Herkes Kazablanka’yı biliyor. Biz de aramızda bunun sebebini sorguladık. Ne oldu da bu film bu derece belleklere kazındı? Filmin geçtiği dönem, filmde kullanılan müzikler, karakterler bu filmi unutulmaz kılmıştı. Biz bu unutulmazlığı takıyla devam ettirerek filmdeki duyguları şekle dönüştürmek istedik.

S.C.Birced: Bu filmin benim için bilinirliğin dışında en önemli özelliği çok duygu yoğun bir film olması: Aşk, ihanet, başkaldırı. Tüm kurallara, savaşa, dünya gerçeğine rağmen yaşanan bir yumuşaklık var ki, bu da aslında çok ciddi bir başkaldırı aslında. Kendi dünyamla da burada bir paralellik kurabiliyorum. Zira ben de yaşadığım dünyaya kendimce baş kaldırıyorum. Doğal olarak şimdiye kadar yaptıklarımdan dolayı yapıştırılan iş kadını sosyal statüsüne baş kaldırıyorum. Çünkü  bu statüyü uygun gören sosyal çevre başka da bir şey yapamazsın diyor ve beni o kalıbın içine sokmaya çalışıyor sürekli, ben de buna başkaldırıyorum. Çünkü onların bilmediği ve biraz da bilmek istemediği bir Servisîmin var.

Bu sergi Kazablanka’yı nasıl yansıtıyor? Eserlerinizde Kazablanka’yı nasıl göreceğiz?

S.Benun: Takılarım ağırlıklı olarak Fas motiflerini yansıtıyor. Etnik bir bölgeyi hatırlatan takılar.

B.Leon: Daha figüratif. Filmdeki objeleri, küçük detayları takılarımda bulabilirsiniz.

S.C.Birced: Daha soyut ve sembolik. Temel olarak kadın erkek kavramını ve değişik duyguları işledim.

Üçlü, başka projelere gebe ancak ser verip sır vermiyor. Bakalım bundan sonra bizi ne sürprizler bekliyor…