Yahudiliğin uygarlığa katkıları

Günümüz medeniyetlerinin ahlaki değerlerinin doğuşu tarihte çok gerilere gider. Ancak bu değerlerin köklerinin Yahudilikte olduğu birçokları tarafından bilinmez. Oysa bu değerler, mükemmel dünya kavramının gerçekleşmesini sağlayacak temel taşları ve Yahudiliğin uygarlığa kazandırdığı en büyük katkılardır

Virna BANASTEY Diğer
19 Mart 2008 Çarşamba

Dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı dinlerden ve ırklardan gelen milyonlarca medeni insan için ‘mükemmel dünya’yı tasvir edecek belli başlı değerler vardır. Yapılan sosyolojik çalışmalar bu değerlerden ağır basanları, barış, demokrasi, konuşma özgürlüğü, sosyal refah, kadın ve çocuk hakları, cinsel özgürlük, eğitim ve okuryazarlık, eşit olanaklar, adalet, sosyal sorumluluk ve aile değerleri olarak ortaya koymuştur. Araştırma sonuçlarından yola çıkan sosyoloji bilimi ise, insanlık için önemli olan bu değerleri altı ana başlık altında toplamıştır. Bunlar;

1) Hayatın değeri: Her insanın yaşama hakkı ve belli haklar çerçevesinde yaşamını sürdürme hakkı vardır.

2) Dünya barışı: İnsanlar, toplumsal ve küresel anlamda saygı, uyum ve barış içinde var olmalıdırlar.

3) Adalet ve eşitlik: Her insanın, din, ırk, cinsiyet veya sosyal statü gözetmeksizin kanun önünde adil ve eşit muamele görme hakkı vardır.

4) Eğitim: Her insanın yeni bilgi edinebilme ve kişisel gelişimine katkıda bulunma hakkı vardır.

5) Aile: Güçlü ve düzenli bir aile yapısı toplumun temelinin oluşması için gereklidir.

6) Sosyal sorumluluk: Bireysel ve ulusal olarak birbirimizden sorumlu olmalıyız. Hastalık, fakirlik, kıtlık, suç, çevre ve hayvan hakları bu sorumluluğun kapsamına girer.

Peki, bütün medeni toplumların önemi konusunda fikir birliğine vardığı bu değerlerin doğuşu tarihte ne zamana uzanır? Ya da, günümüz medeniyetlerinin ve felsefelerinin temel taşı olarak kabul ettiğimiz Yunan, Roma, Mısır Medeniyetleri’nde bu değerlerin doğuşunu arayabilir miyiz? Bunu anlayabilmek için antik zamanlarda, hatta birkaç yüzyıl öncesinde, insanların ve toplumların bu değerler hakkında ne düşündüklerine ve nasıl davrandıklarına bakalım.

Hayatın değerine değinecek olursak, eski Yunan ve Roma’da gerek nüfus kontrolü gerekse toplum için potansiyel sorun olabilecek gerekçesiyle küçük bir doğum hatası ile veya özürlü doğan bebeklerin doğumdan hemen sonra öldürüldükleri bilinmektedir. Hatta bu uygulamanın dönemin entelektüelleri tarafından bile desteklendiği Aristoteles’in sözlerinde anlaşılabilir; “Kusurlu olan çocukların büyümemesi için bir kanun olmalıdır. Nüfusun fazlasını önlemek için bazı çocuklar bırakılmalıdır. Çünkü devletin nüfusu için bir limit olmalıdır.” (Aristotle-Politics: book VII)

Bebeklerin yanı sıra dünyanın ilk mühendislik harikalarından olan Roma’daki Kolezyum’da, hayvanların birbirleriyle dövüştürüldüğü, suçluların hayvanlara yem edildiği, mahkûmların, kölelerin ve savaş esirlerinin birbirleriyle dövüştürüldüğü bilinmektedir. Günümüze kadar en çok ses getiren olay ise gladyatörlerin savaşı idi. Romalıların sadece eğlence amaçlı düzenledikleri bu “spor” faaliyetlerinde ölü sayısı her yıl on binlere ulaşıyordu.

Dünya barışını koruma konusunda da eski Roma ve Yunan’ın çok başarılı olduğu söylenemez. Romalıların barış anlayışı, “dünyayı fethedelim ve imparatorluğa karşı tüm tehditleri yok edelim” felsefesinden ibaretti. Yıllar boyu süren seferler ve fetihler de bunun en güzel ispatı oldu.

Bir demokrasiyi ayakta tutan en temel öğeler olan adalet ve eşitlik ise tüm vatandaşların kanun önünde sosyal statü gözetmeden eşit muamele görmelerini garanti eder. Ancak eski çağlarda batı medeniyetlerinde yönetimin feodaliteye dayandığı bilinen bir gerçektir. Zenginliği ile öne çıkan küçük bir kesim, kazandığının çoğunu efendisine vermek zorunda kalan büyük köylü kesimin üzerinde her türlü söz hakkına sahipti. Diğer taraftan demokrasinin doğum yeri olan Atina’ya baktığımızda oy kullanma hakkının sadece toprak sahibi olan erkeklerde olduğunu görebiliriz. Bu grup da Atina’nın sadece küçük bir topluluğunu temsil ediyordu. Diğer bir deyişle Yunan adaleti, adaletsizlik üzerine kuruluydu. “Yunanlılar farklı insanları belirgin bir şekilde birbirinden ayırıyorlar ve her gruba farklı davranmak gerektiğine inanıyorlar. Bu eşitsizliği de Adalet adıyla anıyorlar. Öyle ki yalnızca vatandaş olanların belirli hakları vardı.” (Henry Phelps-Brown, Egalitarianism and Inequality)

Eğitim konusunu ele alacak olursak, tarihçiler geçen 5 bin yılda nüfusun sadece yüzde birinin okuryazar olduğunu tahmin ediyor. Yunan ve Roma gibi en gelişmiş toplumlarda bile kitleler için bir eğitim sistemi yoktu. Çok yakın tarihimize kadar da bu eğitimsizlik süre geldi. Halkın eğitimsiz olmasının önemli bir nedeni, büyük topluluklar üzerinde kontrolü sağlayabilmekti.

Antik çağlarda aile kurumunun da pek sağlam olduğu söylenemez. Özellikle eski Roma’da cinsel serbestlik ve kadınlara karşı takınılan olumsuz tutum, düzenli aile yaşamının kurulamamasına neden oldu. Bu durum düşük doğum oranına ve gücü ülkeleri için savaşıp ölen köylü askerlere dayalı bir imparatorluk olan Roma’nın ordusunun zayıflamasına ve yıkılmasına neden oldu.

Eski Yunan, Roma ve antik çağların diğer sayısız medeniyetleri günümüz uygarlığına çok önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sanat, mimarlık, mühendislik, felsefe, devlet yönetimi ve fen bunlardan sadece bazılarıdır. Ancak mükemmel dünya oluşumu için paylaştığımız değerlerin hiçbiri bu medeniyetlerden doğmamıştır. Bu nedenle ahlaki ve insani değerlerin köklerini başka yerlerde, diğer bir deyişle Yahudilikte aramak daha doğru olacaktır. Tarihçi Paul Johnson, “Yahudilerin Tarihi” adlı kitabında bu görüşünü şu şekilde ortaya koyar; “Avraam, bilge biri olmayıp Ur’da kalarak yüksek düşüncelerini sadece kendine saklasaydı veya Yahudiler var olmasaydı, insanlık ırkına ne olurdu acaba? Yahudilerin olmadığı bir dünya kesinlikle bambaşka bir dünya olurdu. İnsanlık zaman içinde Yahudilik anlayışına belki varabilirdi ama bundan emin olamayız. İnsan zekâsının bütün büyük kavramsal keşifleri, ortaya çıktıkları zaman kaçınılmaz ve bariz gibi görünür ancak onları ilk ortaya koyanın özel bir zekâya sahip olması gerekir. Yahudiler bu yeteneğe sahiptir. Yahudilere, hem insani hem de ilahi olarak kanun önünde eşitlik, yaşamın kutsallığı, bireysel ve toplumsal bilinç, sosyal sorumluluk, barış ve adaletin temeli olan sevgi fikri ve insan aklının temel ahlak anlayışını oluşturan görüşlerin kaynağını borçluyuz. Yahudiler olmasaydı dünya çok daha boş bir yer olurdu.”

Hayatın değeri söz konusu olduğunda Yahudiliğin temel taşı olan tektanrıcılık bu değeri çok iyi bir şekilde ifade eder. Bereşit’in başında, “Tanrı insanı ‘Tanrı’nın suretinde yaratmıştır” der. Tanrı’nın fiziksel bileşeni yoktur. Tamamen manevi bir büyün olan ruh, insanın içindeki sonsuzluktur. Her insanda bir ruh bulunur ve dolayısıyla her yaşamın sonsuz değeri vardır. Kim olursanız olun herkesin ruhu değerlidir. Tek tanrıcılık ayrıca, her ruhun diğer bir deyişle herkesin temelde eşit olduğunu vurgular. Bu olgu da, her insanın yaratıcısının karşısında aynı ve eşit olmasıdır. Bu kavram zaman içinde gelişerek bireyler arasındaki adalet ve eşitlik olgusunu oluşturmuştur.

Sosyal sorumluluk Yahudilikte çok önemli bir kavramdır. Yahudiler, topluma ve dünyaya karşı sorumlu olma fikrini çok iyi bilirler. Sosyal bilinç, bir mitzva, yasal bir zorunluluktur. Bir insanın başının dertte olduğunu gördüğünüzde, ona yardım etmekle yükümlüsünüzdür. Yahudilik, olumlu davranışı zorunlu kılar ve bu da hukukta benzersiz bir yeniliktir. Diğer hukuk sistemlerinde, hatta günümüz batı medeniyetlerinde bile, hiçbir şey yapmamak suç değildir. Ancak Yahudilikte hiçbir şey yapmadan olduğunuz yerde duramazsınız, harekete geçmeniz gerekir. “Ben iyi bir insanım, kimseye zarar vermiyorum,” anlayışı Yahudiliğin ‘iyi insan’ anlayışına uymaz. İyi insan olmak için sadece kötülükten kaçınmak değil, harekete de geçmemiz gerekir. Ya problemin ya da çözümün bir parçası olmalısınız. Yahudiliğin öğrettiği mesaj, bütün dünyadan sorumlu olduğunuzdur. Bu nedenle Yahudiler, diğer toplumlarla karşılaştırıldığında en fazla bağış yapan gruptur.

Yahudilerin anayasası olarak nitelendirilebilecek ‘on emir’i de gözden geçirecek olursak bu değerlerin Yahudilerin yaşantısında çok eskilere dayandığını anlayabiliriz. “Öldürmeyeceksin” emri hayata verilen değeri, “Annene ve babana hürmet et” emri aileye gösterilen önemi, “Komşuna ait olan hiçbir şeye göz koyma” emri sosyal sorumluluğu, “Çalma”, “Zina yapma” emirleri ahlaki değerleri ve adalete verilen önemi çok net bir şekilde ortaya koyar.

“Barış” da Yahudiler için çok önemli bir kavramdır. Zira iki Yahudi’nin ilk karşılaştıklarında birbirlerine merhaba anlamında söyledikleri ilk söz barış=şalom kelimesidir.

Sonuç olarak, Yahudilerin tamamen mükemmel ve erdemli insanlar olduğunu savunmak doğru olmaz ama Yahudiliğin insanlığa ahlaki bir bakış açısı ve ideal dünyanın bir örneğini kazandırdığı açıktır. Eski çağlardan beri Yahudiler bu altı temel değeri korumuşlardır. Yüzyıllar boyunda katliamlara maruz kaldıkları halde Yahudiler, etrafındaki uygarlıklarda olmayan belli bir insanlık ve şefkat seviyesini korumuştur.

Kaynakça: Haham Ken Spiro’nun 2004 tarihli “Uygarlığa Doğru- Yahudilerin Uygarlığa Katkıları” adlı seminerinden derlenmiştir.