Müslümanlardan Yahudilere Dünyanın İlk Mezhepler Arası Bildirisi

Dünyanın önde gelen Müslüman cemaatleri liderleri ve İslam bilginleri tarihi bir çağrıda bulundu. Cambridge Üniversitesi bünyesinde bulunan Yahudi - Müslüman Etüdleri Okulu’nun İslam bilimleri akademisyenleri tarafından kaleme alınan mektupta Kuran’ı Kerim’de Yahudi dini ve İsrail oğulları ile ilgili birçok olumlu ayete yer verildi

Diğer
12 Mart 2008 Çarşamba

Dünyanın her yerinden din alimleri ve Müslüman liderler 25 Şubat Pazartesi günü Cambridge’teki Müslüman - Yahudi İlişkileri Araştırma Merkezinde dünyanın Yahudi cemaatine bir bildiri yayınlandı.

Bu Müslüman cemaatinin Yahudilere ulaşmayı gerçekten istediğini göstermektedir. Bildiri ‘Müslüman-Yahudi ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan olumlu ve yapıcı bir eylem çağrısı’ niteliğini taşımaktadır.

Bu bildirinin arkasındaki inisiyatifi Cambridge İngiltere’deki Müslüman – Yahudi İlişkileri Merkezi’nin (CMJR) Müslüman alimleri Dr. Amineh Hoti (Müdür) ve Sheikh Michael Mumisa (Öğretim Görevlisi) oluşturuyor. Bildiri Merkezin her yıl gerçekleştirdiği ve dünyanın önde gelen Müslüman alimlerinden Tarık Ramadan tarafından 25 Şubat Pazartesi günü verilecek olan Stone-Ashdown konferansının ardından resmen ilan edilecek.

Açıklamanın ilanının ardından Yahudi cemaatinde bir yanıt bekleniyor. Bu da Müslüman – Yahudi İlişkileri Merkezi tarafından yayınlanacak.

AÇIK MEKTUP: Müslümanlar ve Yahudiler arasında Barış, Diyalog ve Anlayışa Çağrı

Bismillahirrahmanirrahim

Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiler; bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve iyi bir amel işlerse, elbette bunların Rableri yanında mükafatları vardır. Bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun da olmayacaktır. (Kur’an 2:62)

Şalom,

Selamünaleyküm,

Bu mektup hahamlık liderlerine ve dünyanın geniş Yahudi cemaatlerine yönelik bir iyi niyet jesti olarak kaleme alınmıştır. Amacımız Müslümanlarla Yahudiler arasında köprüler oluşturmak için daha fazla olumlu çabanın gerekli olduğu yerlerde karşılıklı anlayışı ileri götürmek için mevcut ilişkileri geliştirmektir. Ortadoğu’da olumsuz ve yıkıcı gerilimlerin karşı karşıyayken, bu mektup Müslüman-Yahudi ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan olumlu ve yapıcı bir eylem çağrısıdır.

Günümüzde birçok Yahudi ve Müslüman dünyanın kimi yerlerinde şiddete dönüşen öfke hissiyle birbirinden uzaklaşıyor. Bugün karşı karşıya olduğumuz şeyin ‘medeniyetler çatışması’ değil, ‘yanlış bilgilendirmeye dayalı yanlış anlamaların çatışması’ olduğu görüşündeyiz. İyice yerleşmiş klişeler ve önyargılar cemaatler arasındaki mesafenin açılmasına ve hatta ‘Öteki’ni insandan saymamaya neden oluyor. Cehaleti bilgiye, hoşgörüsüzlüğü anlayışa ve acıyı cesaret ve ‘Öteki’ne karşı duyarlı olmaya doğru çevirmek için çaba sarf etmeliyiz.

Cemaatlerimiz, İber Yarımadasında olduğu gibi, yüzyıllarca verimli şekilde ve barış içinde bir arada yaşadı ve çalıştı. Bizler, Müslümanlar ve Yahudiler, en önemlisi kesinlikle tektanrıya inanmak olmak üzere ortak öğretisel inançları paylaştık. Ortak bir atayı, İbrahim/Abraham’ı, Kutsal Kitaplardaki diğer peygamberleri, kanunları ve hukuk öğretisini, birçok anlamlı değeri ve hatta aynı yiyecek yasaklarını paylaştık. Dinlerimiz ve insanlarımız arasında her birimizin tek tek bilebildiğinden çok daha fazla ortaklık var. Paylaştığımız değerlerin olduğunu kabul etmenin yanı sıra söz konusu siyasi sorunlara yanıt bulma ihtiyacının acilliği nedeniyle Yahudiler ve Müslümanlar arasında dinler arası diyalogun oluşturulmasının günümüzde çok önemli olduğu kesindir. Bunu başaramamak bir fırsatın kaçırılması anlamına gelecek. Olumlu tarihsel karşılaşmaların hatıraları bulanıklaşacak ve mevcut sorunlar aradaki uçurumun büyümesine ve aramızda daha fazla ortak yanlış anlamalar olmasına yol açacaktır.

Bu Mektup hem Müslüman olmayanlar hem de Müslümanlar için önemli çünkü İslam dünyasında görüş çeşitliliğini ve Müslümanların Yahudilerle tümüyle İsrail-Filistin çatışmasının etkisi altında olmayan bir diyalog kurma isteğini gösteriyor. Birçok Müslüman ve Müslüman olmayan kişinin Müslüman-Yahudi ilişkilerini İsraillilerle Filistinliler arasındaki çatışmanın prizmasından bilmesine rağmen tarihimizin farklı aşamalarındaki diğer olumlu karşılaşmaların ve günümüzde Ortadoğu dışındaki Müslümanların ve Yahudilerin üstlendiği dinler arası diyaloga dönük öncü çalışmaların farkına varılması gerekmektedir.

Aramızdaki ortaklıklar ve farklılıklar nelerdir?

Yahudilik de İslam da, takipçilerinin, İhlas Suresinde, Kur’an 112: 1-4 Müslümanlar tarafından ve Shema, Tesniye’de 6:4 Yahudiler tarafından vurgulandığı gibi Bir ve Tek Rabbin mutlak birliğine inanan tek tanrılı dinlerdir ve İbrahim/Abraham’ın yanı sıra Nuh/Noah gibi ortak ataları paylaşırlar ve Yahudiler ve Müslümanların yanı sıra Hıristiyanlar da Müslümanlar tarafından ‘Kitap İndirilmiş Halklar’ olarak görülürler. Tüm Müslümanlar, dinsel itikatlarına bakılmaksızın (Sünniler ve Şiiler) inançlarının bir parçası olarak tüm Kitaplı Peygamberlere iman ederler.

Ve deyin ki [Ey Müslümanlar!]: “Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize ne indirildiyse; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına ne indirildiyse; Musa’ya, İsa’ya ne verildiyse ve bütün peygamberlere Rableri tarafından ne verildiyse hepsine iman ettik. Onun elçilerinden hiçbirini ayırt etmeyiz. Ve biz, ancak O’nun için boyun eğen Müslümanlarız.” (Kur’an 2:136)

İmanımızın bir dayanağı olarak biz Müslümanların Tevrat’ın ve Kur’an’ın yaratıcısının aynı tek Rab olduğuna inanmamız beklenir.

Gerçekte Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat’ı indirdik. Kendilerini Allah’a teslim etmiş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Allah dostları ve ilim adamları da Allah’ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi...(Kur’an 5:44)

Bu nedenle biz Müslümanlar için Haz. Muhammed Peygamberin emri Rab tarafından Musa ve diğer Peygamberlere verilen emrin bir devamıdır.

Peygamber, Rabbinden ne indirildiyse ona iman etti, müminler de. Hepsi, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve; “Peygamberleri arasında hiçbir ayrım yapmayız” diye Peygamberlerine inandılar ve: “İşittik ve boyun eğdik, bağışlamanı dileriz, ey Rabbimiz. Dönüş sanadır, dediler. (Kur’an  2:285)

Yahudiler de, Müslümanlar da hayatın her alanını kapsayan, dikkatle hazırlanmış ve karşılaştırılabilir davranış kurallarına, kanunlara ve hukuk öğretisine (İslam’da Şeriat ve Yahudilikte Halacha) sahiptir. Yardımseverlik (sadaka, tsedaka) her iki geleneğin de değer sistemine uygundur. Hatta beslenme usulleri (helal ve kaşrut/koşer) karşılaştırılabilir. Yahudiler ve Müslümanlar çok gelişmiş bir sanat ve mimari biçimine katkıda bulunmuşlardır. Gerçekten de İslam sanatı birçok sinagogun mimarisini etkilemiştir ve Müslüman dünyasının bir zamanlar birlikte yaşamın hüküm sürdüğü yerlerinde Yahudi sembolleri hala İslami binaları süslemektedir.

Bilginin peşinden gitme her iki dinsel geleneğin merkezinde olmasına rağmen öteki hakkındaki bilgisizlikten ötürü ötekine karşı önyargı ve bağnazlık sürüyor. “Tevrat”ın  öğreti, Kur’an’ın “okuma” anlamına gelmesi gerçeği aslında bize bir diğerimizi okuma, anlama ve öğretme arzusunu aşılamalıdır.

Evet, hadislerimizde, özel bağlamları dışında, harfi harfine yorumlandığında ilişkilere zarar verebilecek ve dayanışma ve dinler arası diyaloga denemelerini boğacak metinler vardır. Müslümanların büyük kısmı için söz konusu metinler 7. yüzyıl Arabistan’ında Müslümanlar ile ‘Öteki’ dinler arasındaki ilişkilerin siyasi söylemini ve geçişleri yansıtmaktadır. Kur’an Müslümanlara iman etmiş ve iyi işler yapan Kitap Verilen Halklar ‘içinde’ olduklarını sürekli olarak hatırlatır.

Kitap verilenler içinde gece vakitlerinde Allahın ayetlerini okuyup secdeye kapanan doğru bir topluluk vardır. Allah’a ve ahiret gününe inanır, iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar ve hayırlara koşuşurlar. İşte onlar, iyi kimselerdendir. (Kur’an 3:113-115, aynı zamanda 3:199)   

‘İçinde’ kelimesi, günümüzde, Müslüman olsun olmasın, Kur’anı okuyanların çoğu tarafından unutulmuş olan ve gözden kaçırılan önemli bir tanımlayıcıdır. Buna rağmen günümüzün dünyasında  Yahudileri, Müslümanları veya Hıristiyanları tek bir süpürge darbesiyle etiketlemek mümkündür ama Kur’an’ın veya Tevrat’ın dikkatli ve özenli bir okuması insan ailesinin çeşitliliğinin görülmesi, kabul edilmesi ve takdir edilmesi için daha gelişmiş bir yaklaşımı açığa çıkartacaktır.

Ey insanlar, Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere, kabilelere ayırdık (Kur’an 49:13).

Bu, Müslümanlar ve Yahudiler olarak bizi Yaratıcımızın iradesini okumaya, anlamaya ve öğretmeye zorlar – birbirimiz hakkında öğrenmek için Yaratanımızın bu esas emrini sürdürmekten daha asil bir yol olabilir mi? Bu şekilde bizler önyargının, cehaletin ve hoşgörüsüzlüğün yerine, ‘kardeşlerimiz’ haline gelen 'Öteki’ni tanımayı, anlamayı ve ona karşı duyarlı olmayı koyacağız.

Tek Bir Ümmet Olarak Yahudiler ve Müslümanlar: İlk Dönem Müslüman - Yahudi İlişkileri Hakkında Özlü Düşünceler

İslamın tüm insanlığa karşı şefkat ve saygı duymaya yönelik vurgusunda Peygamberin hayatından bir kısa hikaye Muhammed Peygamberin (S.A.V) önünden geçen bir Yahudi cenaze alayının karşısında, bir hürmet işareti olarak nasıl ayağa kalktığını anlatır. Yanındakiler bir Yahudi cenazesi için neden ayağa kalktığını sorarlar? Peygamber bu dışlayıcı tutumu kabullenmez ve bu karşıtlıkların üzerine çıkarak insanlıkçı bir düzeyden yanıt verir, “o da bir insanoğlu değil miydi!” (Muhammed Peygamberin sözleri ve hadislerini derleyen Sahih el-Buhari tarafından Cenaze Töreni Kitabındaki “Bir  Yahudi Cenazesi Karşısında Ayağa Kalkma” bölümünde kaydedildiği şekilde)

622 yılında Peygamber doğduğu şehir olan Mekke’den sürüldüğünde Medine’ye (Yathrib) hicret eder. Peygamber şehre vardığında Medine’nin Yahudi kabilelerinin Müslümanlarla birlikte yeni bir ümmet (millet) oluşturduğu, artık meşhur olan Medine Sözleşmesini ilan eder.

“Bu yazı Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Medineli müminler, Müslümanlar, bunlara tabi olanlara sonradan iltihak edenler ve onlarla beraber cihat edenler içindir. İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluştururlar.”

“Hiçbir Yahudi’ye Yahudi olduğu için haksızlık edilmeyecektir.”

“Bize uyan Yahudilerin düşmanlarına yardım edilmeyecektir.”

“Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır.

“Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet (toplum) teşkil ederler.”

Bu nedenle belgede Yahudiler ve Müslümanlardan, Kur’anda ortak değerler ve inançlarla bir araya gelen bir halkı belirtmek için sayısız kez tekrar edilen bir terim olan ümmetün vahidatün (“bir millet”) olarak bahsedilir. 

Peygamber öldüğünde, Müslümanların Yahudilerle ticaret yapmasına izin verildiğini göstermek üzere Peygamberin kalkanı bir Yahudi’ye rehne verilir. Daha anlamlı olanı, babasına çok yakın olan, Peygamberin evli kızı Hazreti Fatima bir Yahudi için çalışıyordu – onun için buğday karşılığında iplik eğiriyordu. Üstelik Peygamberin eşi Safiye bir Yahudi’ydi, Allah tarafından ‘müminlerin anası’ olarak adlandırılıyordu.

Peygamberin diğer eşleri kıskançlıktan ötürü aşağılayıcı şekilde ona “Yahudi’nin teki" diye seslenerek alay ettiklerinde Safiye onların alaylarına çok üzülerek kocası Muhammed Peygambere dert yanar. O karısına diğerlerine şunları diyerek yanıt vermesini söyler: “Babam bir peygamberdi (Musa) ve amcam bir peygamberdi (Harun) ve ben de bir Peygamberin karısıyım!”

Tarihsel olarak Müslümanlar ve Yahudiler, İsra’iliyyat’ın (erken dönem Müslüman tarihçileri ve Kur’an tefsircileri tarafından kullanılan sahici Yahudi kaynakları) yayınlanmasından İbni Rüşd (Averroes, 1126-1198) ile Moses Maimonides (Musa ibn Meymun el-Kurtubi, 1135-1204) arasındaki felsefi görüş alışverişine kadar, ortak bir entelektüel geçmişi paylaşırlar.

İngiliz Milletler Topluluğu Birleşik Yahudi Cemaatinin Hamambaşı Sir Jonathan Sacks, dünyada bir ilk olan Cambridge’teki Müslüman – Yahudi İlişkileri Araştırma Merkezinin açılış töreninde birbirini öğrenmenin önemini vurgulamıştı. “İslam’ın iman gücü dikkate şayandır. Hepimiz İslam’dan bu iman gücünü öğrenebiliriz. Ve bu çok olumlu bir şeydir. Müslümanlara Yahudiler’den bugün öğrenecekleri bir şeyi önermek istersek, ben derim ki, bu da sizin değerlerinizi paylaşmayan bir kültürde azınlık olarak yaşamak olabilir. Birbirimizden öğrenmemiz gerek.”

Yunan felsefecilerin kaybolmuş geleneğini (örneğin, Platon ve Aristo’nun eserlerini ve fikirlerini) özellikle Avrupa’ya ve modern dünyaya getiren İslam’ın entelektüel dünyasıydı. Gerçekten de onların öğretileri ilk önce Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd ve diğer Müslüman alimler tarafından yeniden canlandırıldı ve Meymun dahil bir çok Yahudi ve Hıristiyan alimin fikirlerini ve yazılarını etkiledi. Fikri olarak serpilen ortamda, bilgi meşalesinin din alimleri arasında elden ele geçmesi sonunda seküler Hümanizmin ve modern bilimlerin gelişmesini etkiledi. Büyük Sultan Selahhadin’in fizikçisi görevini üstlenen Meymun ve İbni Rüşd örneğinde İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki verimli fikri diyalog ve alışverişi gözlemliyoruz.

Yabancılaşma ve olumsuz ‘Öteki' algılamalarıyla mücadele

Avrupa Yahudileri ve Müslümanları günümüzde bir azınlık grubu olma deneyimini paylaşıyorlar. Anti-Semitizmin ve İslam korkusunun artmasıyla birlikte, Yahudiler ve Müslümanların ayrımcılığı önlemek için ortak stratejiler geliştirmesi gereklidir. Hakim kültüre uymanın teşvik edildiği ve beklendiği bu çağda kendi kimliklerini korumak için diğerinin çabalarını desteklemek için bir araya da gelebilirler. Bunda ötürü hem dini hem de  jeo-politik baskı ortamında biz iki cemaat arasında köprü kurma sürecinin önemini belirtiyoruz. Bu süreç diyalogun ötesine geçmeli ve diğerinin ibadet yerlerin gitmek gibi, gerçek anlayış ve karşılaşmalara doğru ilerlemelidir.

İki cemaatin içinde ve arasında çatışmaya dönüşen Yahudi karşıtı ve Müslüman karşıtı /Arap karşıtı duyguların düzeyi konusunda dürüst olmak önemlidir. Bugünün ihtiyacı, bize göre, gerçek bir anlama çabasıyla bir diğerimizin tarihini görmek ve kültürünü takdir etmektir.

Bu noktada, Yahudilerle Müslümanlar arasında tarihe dayanan ve uzun süredir devam eden yabancılaşmaların bir kısmını sona erdirme ihtiyacından daha fazla sıkıştıran bir zorlama yoktur. Artan kutuplaşmadan ötürü birçok kimse kendisini, çözüm olarak, diyalog ile şiddet arasında tercihe zorlanmış hissediyor. Müslüman - Yahudi geriliminin merkezinde İsrail - Filistin çatışması yatmaktadır. Kaybedilen tek bir hayat bile insanlığın kaybedilmesi ve tarihin örgüsünün kanla boyanmasıdır. Hem Filistinliler hem de İsrailliler için karşılıklı saygı, refah ve güvenliği güvence altına alırken Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkına izin verecek barışçı bir çözüm çağrısında bulunuyoruz. 

Birçok Müslüman Yahudilerin yüzyıllar boyunca çektiği acıların onları başkalarının acılarına özellikle Filistin halkının acılarına karşı daha duyarlı yapacağına inanmak istiyor. Yahudiler Kitabı Mukaddes’te onlara yabancıyı sevmenin emredildiğini çünkü onların kendilerinin Mısır topraklarındaki yabancılar olduğunu okurlar (bu Tevrat’ta 36 kez belirtilir).

Tüm İnançlardan İnsanlar Arasında Diyalog Çağrısı

Bu mektubun amacı Yahudiler ile Müslümanlar arasında diyalog ve işbirliğini oluşturmakken İbrahim tanrısına inanmayanlar dahil tüm inançlar ve cemaatler arasında daha geniş bir diyalog ihtiyacını da yansıtıyor.

Bu nedenle bu, gerçek bir diyalog ve karşılıklı saygı arzusuyla hem Kur’an’ın hem de Kitabı Mukaddes’in öğretilerine dayanan bir çağrı ve uzatılan eldir:

Şerden sakın ve iyilik et; selameti ara ve onun ardınca koş (Tehilim/Mezmurlar 34:14).

Ve Rahman’ın kulları: O kimseler ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller kendilerine laf attıkları zaman “Selametle!” derler (Kur’an 25:65).

Yüce Allahın barışı ve inayeti üzerinizde olsun. Ve bu mektubun gerçek diyalog ve anlayışa kapıları açmaya yönelik küçük bir adım olarak kabul edilmesini diliyoruz. Arzumuz o ki, paylaştığımız dünyanın farklı bölgelerindeki Müslüman - Yahudi ilişkilerinde somut sonuçlara yol açsın.

Cambridge’deki The Woolf İbrahim İnançları Enstitüsünün bir bölümünü oluşturan Müslüman – Yahudi İlişkileri Araştırma Merkezinden Müslüman bilim insanları dünyanın her yerinden Müslüman alimlerin desteğiyle bir Mektubu yazılmasını kolaylaştırmıştır.

Editörlere Notlar

The Woolf İbrahim İnançları Enstitüsü, Müslüman – Yahudi İlişkileri Araştırma Merkezi (CJCR) ve Müslüman – Yahudi İlişkileri Araştırma Merkezi (CMJR) hakkında

CJCR ve CMCR bağımsız bir eğitim kurumu olan İngiltere Cambridge’deki The Woolf İbrahim İnançları Enstitüsü’nün üyeleridir. Bunlar, öğretim, araştırma ve diyalog aracılığıyla Yahudi – Hıristiyan ve Müslüman – Yahudi ilişkilerini akademik olarak incelemek amacını taşımaktadır.

Woolf Enstitüsünün himayesinde, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki önyargıları ve hoşgörüsüzlüğü aşmayı ve ilişkileri için daha olumlu bir temel oluşturmayı hedeflemektedirler.

CJCR 1998 yılında Cambridge St. Edmund College’dan Dr. Edward Kessler tarafından kurulmuştur. En önemli eğitim programı, Cambridge Üniversitesinin İlahiyat Fakültesi ve Sürekli Eğitim Enstitüsü ile birlikte verilen Yahudi – Hıristiyan İlişkileri  Araştırmaları üzerine Master Çalışmalarıdır. Türünün ilk ve tek örneği olan Master Çalışmaları Cambridge’de veya esas olarak e-öğrenim yoluyla takip edilebilmektedir. CJCR çeşitli başka eğitim programları da sunmaktadır ve 1998 yılından bu yana, birçoğu liderlik konumuna gelen 1000’den fazla öğrenciye eğitim vermiştir. CJCR aynı zamanda, Merkeze eğitim  kaynağı ve yeri veren Cambridge Teolojik Federasyonunun (www.theofed.cam.ac.uk) üyesidir.

CMJR 2006 yılında Dr. Edward Kessler ve Dr. Amineh Hoti tarafından CJCR’nin bağlı kuruluşu olarak kurulmuştur ve aynı temel Öğretim, Araştırma ve Diyalog ilkelerine dayanmaktadır. CMJR, bu öğrenim yılında İslam, Yahudilik ve Müslüman – Yahudi İlişkileri Sertifika programı CMJR tarafından verilen Cambridge Üniversitesi Sürekli Eğitim Enstitüsü ile birlikte çalışmaktadır. CMJR e-öğrenim kursları da sunmaktadır. Merkez Farklılığı Değerlendirmek adlı Öğretmen Kılavuzunu Şubat 2008’de yayınlamıştır ve Yahudi – Hıristiyan İlişkileri Sözlüğü (Cambridge Üniversitesi Yayını: 2005) bir Yahudi – Müslüman İlişkileri Sözlüğü hazırlamayı hedeflemektedir.

CJCR ve CMJR büroları Cambridge’in merkezinde, ona evsahipliği yapan Methodist Theological College’ın Wesley Binasındadır.

CMJR’nin yıllık Stone – Ashdown Konferansı adını enstitüye geçen yıl 1 milyon pound bağışlayan Stone – Ashdown Vakfı’ndan almaktadır.

Daha fazla bilgi için 01223-741048 nolu telefondan Esther Haworth ile irtibat kurun veya  [email protected] veya www.woolfinstitue.cam.ac.uk e-posta adreslerini ziyaret edin. Daha fazla bilgi için bkz., www.woolfinstitue.cam.ac.uk/cmjr adresini ziyaret edin.

Mektubu imzalayanlar:

Profesör Akbar S. Ahmad, İbni Haldun İslami Araştırmalar Masası, American Üniversitesi Washington

Dr. Seyed Amir Akrami, Tahran İslami Kütler ve İletişim Örgütü Dinler Arası Diyalog Sekreteri

Profesör Bünyamin Duran, Hollanda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektör Yardımcısı

Büyükelçi Mahmud A. Durani, Pakistan Büyükelçisi, Washington DC

Dr. Şeyh Suhayip Hasan, Londra İslam Şeriat Konseyi Genel Sekreteri

Sayyed Nadeem Kazmi, Al-Khoei Vakfı Uluslararası İlişkiler Müdürü (İngiltere’deki en büyük Şii Enstitüsü)

Ekselans Şeyh Mustafa Çeriç, Bosna Baş Müftüsü, Reisu’l Ulemalık 

Lord Halid Hameed, İngiltere, Büyük Londra Yüksek Şerifi

Dr. Müşerref Hüseyin, İngiltere Karimiye Enstitüsü Baş İmamı ve Müdürü

Shaykh İbrahim Morga, Britanya Müslüman Konseyi

Profesör Sari Nusseybeh, El Kuds Üniversitesi Rektörü, Beit Hanina - Kudüs

Şeyh Muhammed İmdad Hüseyin Pirzada, Jamia Al-Karam Kurucusu ve Direktörü Eaton Hall, Retford, İngiltere

Profesör Tarık Ramadan, Kıdemli Araştırma Kurumu Asistanı, St. Antony’s Collge, Oxford Üniversitesi

Dr. Ataullah Saddıki, Markfield Yüksek Öğretim Enstitüsü Müdürü