Takma Kafanı, Rahat Uyu Süperman!

Gazetemiz çizerlerinden İzel Rozental’in Salamon Seviş’in kaybının ardından duygularını dile getirdiği yazısını sizlerle paylaşıyoruz

Toplum
5 Mart 2008 Çarşamba

Sevgili Süperman,

Geçen hafta Haydarpaşa Hemdat İsrael Sinagog’unda hüzünlü bir cenaze töreni vardı. Çok kalabalıktı, çok! Hahambaşımız bile cenaze törenini onurlandırmıştı. Yahudi Cemaati’nin bütün ileri gelenleri tam mevcutlu oradaydı. Cenaze törenine yahitlerimiz kadar, cemaat dışından da büyük bir kalabalık itibar etmişti. Sinagog tıka basa dolmuştu. Ölenin ardından güzel konuşmalar yapıldı, hayattayken ne kadar iyilik sever bir insan olduğu anlatıldı...

Eminim, o esnada sen, terzi kıyafetinden sıyrılmış, ihtiyacı olan birilerine yardım için bir yerden bir yere uçuyor olmalıydın, zira sen görkemli törenlerden hoşlanmazsın.

Hatırlıyor musun, 1995 yılında senin bir karikatürünü çizmiş, Şalom Gazetesi’ndeki köşemde yayınlatmıştım. Hatta birkaç satır da karalamıştım yanı sıra... Karşılık beklemeksizin insanların yardımına nasıl uçtuğunu yazmıştım. Gerçekten de fakir – zengin demeden, Yahudi, Mülüman, Hıristiyan ayrımı yapmadan herkesin yardımına koşmaktan acayip bir haz alıyordun. Hayali kahraman Süperman’den belki de tek farkın, sınır tanımayan nüktelerin ve sivri dilindi. Bunları dile getirmeye çalışmıştım yazıda...

Aslına bakacak olursan karşılık beklememe konusu biraz karışık. Ailemize yaptığın iyiliklerin karşılığını nasıl ödeyebileceğimi sorduğumda, “bazan Minyan için adam bulmakta güçlük çekiyorum, böyle bir durumda telefonuma cevap ver yeter” demiştin. Hiç tereddütsüz,  “her zaman emrindeyim” derken, nasıl bir taahhüt altına girdiğimi algılamamıştım. Sonra, günlerden bir Cumartesi sabahı, saat 6.30 sularında telefonumu çaldırmıştın. Fırlayıp gelmiştim...

Derken, telefonum pek çok cumartesi sabahı çalmaya başlayacaktı. Cuma geceleri sabaha karşı yatardım, üstelik her Cumartesi sinagoga gidecek kadar dindar da değildim. Bir sabah, her nasıl aklıma estiyse, mahmur halimle seudaya kalanları saydım. On altı kişi vardı!

Ertesi hafta, artık alışkın olduğum saatte telefonumu çaldırdığında, “on kişiden azsanız hemen geleyim, yoksa boşuna beni çağırma!” diye mızmızlanmıştım. Sen de, “tamam paşam, sana ihtiyacım yok, ben hallederim” demiş, bir daha da Minyan tamamlamak için beni hiç aramamıştın... Laf aramızda, bu davranışımdan dolayı o kadar utanmış ve pişman olmuştum ki, tam bir yıl boyunca, ulaşımı benim için çok daha güç olan Galata’daki Aşkenaz Sinagogu’nun müdavimi olmuştum.

Artık Minyan tamamlamak için aramıyordun ama, isteklerin tükenmek bilmiyordu! Bilmem hangi hastane başhekiminin, bilmem hangi PTT yöneticisinin, bilmem hangi İSKİ yetkilisinin ya da nüfus müdürlüğü görevlisinin fotoğrafını getiriyor, portresini çizmemi istiyordun. Üstelik çoğu zaman beni tersliyor, karikatür dersi veriyordun; “Olmamış, ne biçim burun bu? Daha yakışıklı çiz!”

Bu karikatürleri sipariş etme nedeninin arkasında, hep başkalarının, bir takım ihtiyaç sahiplerinin, gerekli mercilerde olan işlerini halletme, yetkililerle iyi ilişkiler kurma düşüncesi yatıyordu. Gariban ya da zengin ayırmıyordun. Kaç kez şahit oldum, zorda olan herkese aynı ölçüde yardımcı olmaya çalışıyordun, sinir olduklarına bile!

Perşembe günkü cenaze törenine dönecek olursak, onca kalabalığa karşın, yer sorunu dışında herhangi bir aksaklık yoktu. Hatta tören o kadar iyi organize edilmişti ki, belki sana tuhaf gelecek ama, eksikliğin hissedilmiyordu... Aklıma yine yıllar önce Kadıköylü iki hanımın, “Bir gün Salamon yok olursa biz ne ederiz?” diye dertleşmeleri geldi. Sonra da hayat felsefeni yansıtan o sihirli cümleyi anımsadım: “Takma kafanı, rahat uyu!”