Venedik’te Maskeler ve Venedik Getto’su

Kavram
13 Şubat 2008 Çarşamba

Bazen kaçtığın o kör kuyunun içinde olmaktır yaşamak…

Bazen yaşamak istediğin mutluluğun ortasında,

gözyaşı dökmek…

Akrep ile yelkovanı kovalarken, hüzünü sevinç ile boğmak…

Filmin en acıklı yerinde olmak yerine, tebessümü bulmak

Tüm bu duyguların dizginlendiği bir olaylar serisidir yaşamak…

Maskemizi takıp merdivenleri tırmanmak…

Dünyanın bir ucunda gondolları, kanalları, Vivaldi’si, Carlo Goldoni’si,Rialto’su St Marco’su ile ünlü bir kent var… Adı Venedik.

Venedik her yıl Ocak ayının son günleri ile Şubat ayının ilk günleri arasında bir festivale ev sahipliği yapıyor. Festivalin adı:Maskeler...

Belirtilen günlerde yaşamın her çeşit yaşanmışlıkları maskelerin ardında binlerce turisti bu kente doğru mıknatıs misali çekiyor…

Kent yaşıyor maskeler uçuşuyor...

Feride Petilon

Maskelerin nasıl bir materyelden yapıldıkları pek de önemli değil. Çeşitli karakterleri canlandıran bu maskelerin hepsi kişilerin kendi karakterlerinin dışına çıkarak farklı bir görüntü ile yaşama karışmalarını sağlıyor. İlkel çağlarda maskeler av sırasında hayvanlara görünmemek adına kullanılan bir çeşit gizlenme objesi iken, daha sonraki çeşitli dönemlerde farklı amaçlar için kullanılmışlardır. İlk maskenin ne zaman yapıldığını bilmek kuşkusuz imkansız, ama Fransa'da bulunan ve M.Ö. 20.000'e ait bir mağaranın duvarında maske takan insan figürlerine rastlanmıştır. İlkel çağlarda maskeler bir öyküde anlatılmak istenen canlıyı tarif edebilmenin en iyi yolu olarak kabul edilmiştir. Tiyatronun ilk izleri olan bu etkinliklerde herkesin görebilmesi için maskeler oldukça büyük boylarda hazırlanmıştır.

 Maskelerle çoşan, heyecanlanan halk eğlencelerinin başında, Venedik Festivali gelir. Venedik'te ilk karnaval 1268 yılında gerçekleşmiştir. Venedik Karnavalı’nın en gözde iki maskesi Batua ve Punchinella’dır. Batua, siyah şapka ile takılır ve erkeksi bir görünümü vardır. Punchinella ise upuzun ve sarkık burun görünümü ile hemen farkedilir. Karnaval’daki maskelerin ortak özelliği, gizemli, çılgın ve korkutucu olmasıdır. Sanki bu üç kavram birden bir kediyi anlatır gibidir. Kedili maskeler de bu yönüyle Venedik Karnavalı’nda sıkça rastlanan maske türleri arasında yerini alır. Venedik Karnavalı’nda eski geleneklere göre eşitlik ve özgürlük kavramı önemli bir yer almıştır.Anlatılanlara göre sosyal sınıf farkının oldukça büyük olduğu dönemlerde yılda sadece 15 gün takılan bu maskeler ile kişilerin kim olduğu önemini yitirmekte idi. Böylece zenginler birer sokak satıcısı, fakirler ise birer prenses gibi görünerek hayallerini gerçekleştirmekteydiler. Bugün ise Venedik Karnavalı maskeler adına bir yaratıcılık platformu haline gelmiştir.St Marco Meydanı’nda kendi boyadığı rengarenk bir maskenin ardında gülümseyen bir genç kızın yanında, Carlo Goldoni’nin unutulmaz karakterlerini canlandıran oldukça yaşlı bir beyefendiye rastlıyabilirsiniz. Festival boyunca en önemli özellik ailelerin birlikte yarattıkları ortamdır. Karı koca ve çocukların aynı tema ile taktıkları maskeler ve bu maskelerin süslemeleri görülmeye değerdir. Maskeler herşeyden yapılabilir, tahtadan, metallerden, kumaştan, deriden,... En gözde olanları deri üzerine değerli taşlar bezenmiş olan maskelerdir. Renkli kuş tüyleri de maskelerin gizemli görünümüne atılmış fırça darbeleri gibidir.Maskelerin en değerli olanları ise “papier mache” denilen tutkal ile kağıdın el ile sıkıştırılarak elde edilenleridir.

 1707 yılında Venedik’de doğan Carlo Goldoni İtalyan tiyatrosuna maskeler ile katılarak yeni bir soluk olmuş ve adını yarattığı karakterler ile ölümsüzleştirmeyi başarmıştır.

Bugün müze haline getirilen Carlo Goldoni’nin evi maskeli tiyatronun kalbi gibidir.Bu müzenin hemen karşısında ise sanatçının yaratttığı karakterlerin maskeleri satılmakta ve bu maskelerin her biri ufak bir servet değerinde vitrinde yerlerini korumaktadırlar.

Avrupa’nın bu baş döndüren gizemli kentinde senede 15 gün bile olsa kendini gizleyerek yaşayabilen kişiler, yaşamlarını yönetmek ve yaşam haklarını istedikleri gibi kullanmak hakkına sahiptiler. Halbuki aynı kentte Venedik’de maskelere birkaç adım mesafede değil maske takarak kendilerini gizlemek aksine sarı yıldız takarak ölüme gitmek zorunda kalan binlerce Yahudi yaşadı.Yahudiler gettolardan ölüm makinelerine sürüklendiler. Açlığa, işkencelere mahkum edildiler. Öldürüldüler… Öldürüldüler….

Ve Venedik Getto’su...

Venedik, tarihin ilk gettosunun inşa edildiği kent olma özelliğine sahip bir kent. Venedik Gettosu bugünlerde 600 kişilik bir cemaatin tarihsel işlevini gösteren bir semt olarak karşımıza çıkmakta.

Yahudilerin hangi şartlarda ve hangi yıllarda Venedik’e geldiklerini kesin olarak bilmek mümkün değil. Çeşitli kaynaklarda ‘’Giudecca’’ ‘’Judecha’’ ‘’guidaica’’ kelimelerinin literatürde geçmesi ile çok eski zamanlarda Yahudilerin İtalya’da yaşadıklarını söylenmektedir. Tüm bu savlar 14. yüzyıldan önce Yahudi varlığının Venedik’de var olduğunu kanıtlamamaktadır.1386 yılından itibaren Venedik Senatosu ile Yahudiler arasında bir anlaşma imzalanmış ve Yahudilerin iç işlerinde serbest olmaları kabul edilmişti.

 15. yüzyıla gelindiğinde Yahudiler birçok meslekten men edilmiş ve Katolik dinine göre yasak kabul edilen para işlerinde çalışmaları öngörülmüştü. 1508 _1509 yılları arasında Venedik Avrupa’nın birçok kentinden Yahudi göçü kabul ederek ticari prestijini kuvvetlendirdi. Ancak bu durum Venedikli soylu ailelerinin hiç hoşuna gitmeyerek en büyük kabahatin ‘’Yahudilerin sokaklarda serbestçe dolaşmaları’’ olduğunu vurguladı.Mart 1516 Venedik Yahudileri için bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten itibaren Yahudiler Ghetto Novo denilen bölgede oturmaya mecbur edildiler. Giriş ve çıkış saatlerinin belirlendiği, kapıların kapatıldığı, semtin çevresine iki sıra duvar çekildiği bu dönem Yahudiler için pek de parlak bir dönem olarak tarihe geçmez.Bu semtin adının getto olmasının nedeni aslında birçok hipotezi bir arada getirir. Kimine göre getto İbranice “get” kelimesinden türemiştir. Get ‘’ayrılma’’ anlamına gelir. Fransızcaya göre getto kelimesi ‘’quetter’’ takip etmek, kontrol altında tutmak kelimesinden türer. Venedik İtalyancasına göre ise “djetto” eritmek anlamındadır ve bu semtte daha önce metal üreten kişiler oturmaktadır. Etimolojik bakımından bakıldığı zaman aslında hepsi Yahudiler için geçerlidir. Yahudiler gettolarda ayrıştırıldılar, kontrol altında tutulup takip edildiler ve eritildiler…..

Dışlanmış olsalar da Yahudiler gettonun içinde kendi yaşamlarını sürdürmeyi başarmışlardır. Ghetto Novo’dan bir köprü ile bağlanan bölgede Banco Rosso denilen bir banka bulunmaktadır.Ghetto Novo’nun çevresindeki tüm binalarda pencereler meydana doğru açılmaktadır.Gettonun içinde yaşıyanlar yağ ve şarap yapımı, boya işleri, ve dışarıdan gelen Yahudileri misafir etmek üzere küçük otel işletmesi mesleklerini icra ettiler. Doktorların Yahudi cemaati ve Venedikliler için çok özel bir yeri vardı. Bilgileri, davranış şekilleri, entelektüel bakış açıları ile Katolik doktorlardan ayrılan Yahudi doktorlar zaman zaman Venediklilerin çağrılarına cevap vermek için gettonun giriş ve çıkış saatlerini bile ihlal etmişlerdir.

Gettonun içinde çeşitli lisanlar konuşulurdu. İtalyancanın yanında mutlaka İbranice, Yidiş ve Ladino lisanları da duyulmaktaydı.Yahudiler gettonun içinde parlak dönemler yaşasalar da veba salgınları yangınlar, savaşların etkileri onları da etkiledi. 12 Mayıs 1797 tarihinde hükümet yaptığı bir açıklama ile gettonun kapılarını açarak Venedikliler ile Yahudiler arasındaki ayrımın kalkmasını sağladı. Bu açıklama Yahudiler arasında büyük bir sevinç yarattı. Yahudiler artık yüklü vergilere tabi değillerdi. Mülk satın alma ve gettonun dışında oturma hakları da vardı. İstedikleri öğrenimi alabilirler, hatta askerlik bile yapabilirlerdi.

 20. yüzyılın başında Yahudiler Venedik kentinin yaşamına tamamen entegre olup kentin ortasında oturmakta ve kentin sosyal ve kültürel yaşamına katkıda bulunmaktaydılar.Yahudiler bütün bu etkinliklerin yanı sıra politik anlamda da Venedik Senatosu’nda ve Venedik Hükümeti’nde fikirleri ile varolmakta idiler.

1938 yılı Avrupa Yahudileri için bir dönüm noktası oldu. Venedik Yahudileri de bu değişimden nasiplerini aldılar. 1943, 1944 yılları Yahudiler için varoluşlarının tehdit edildiği yıllardır. Okullardan götürülen çocuklar, evlerden sürüklenen kadınlar, ihtiyarlar yurdundan ve hastaneden çıkartılan yaşlı ve hastalar hepsi Auschwitz, Birkenau, Varşova yollarında yok oldular.Geriye dönebilenlerin sayısı sadece 8… İki elin parmak sayısından az…

Bugün artık gettonun içi sessiz… Çığlıklar sadece Holokost kurbanları için hazırlanan duvarda duyuluyor. Bu duvarın dibinde bazen bir çiçek görmek mümkün. Kimbilir belki dedesinin anısına, genç bir çocuk gettoyu ziyaret etmiş ve onun anısına Kadiş okumuştur…

Geçmişini bilmeyen geleceğe ilerleyemez…

İzlerini aramayan iz bırakamaz... diyenler...

Venedik’e gondollar, maskeler, kanallar için gelenler...

Gettonun kapısından derin bir nefes alarak girin ve, gettolardan nefes alamadan çıkanları unutmadan çıkın...

devam edecek...