Ölüme rağmen sanat...

Holokost
8 Şubat 2008 Cuma

Tuna SAYLAĞ

İkinci Dünya Savaşı sırasında şimdiye kadar eşi benzeri görülmemiş bir soykırıma uğrayan Yahudiler, 6 milyon kurban verdiler. Bu felaketten kurtulabilen pek azı, hasarlı ruhlarıyla, geri kalan yıllarında örselenmiş bir hayat sürdürdü. Dindarlar imansız, ateistler sofu oldu. İnançlar şüpheye, şüpheler kesin kanaate dönüştü. Çoğu ne olduğunu anlayamadı, anlamayı deneyenler ise boşuna çabaladı.

Aktif veya pasif, sessiz veya şiddetli; gösterilen tepkilerin büyük bir kısmı ölüm kamplarının karanlık gölgesinde kaybolup gitti; bazıları ise hafızalara kazıldı, satırlara döküldü. Bu ölüm vadisinde sendeleyen milyonlarcası gibi sanatçılar da umutsuzluğun ve cesaretsizliğin derin sularında boğulmadan, bir insanlık ve izzetinefis masajı çıkarmak için mücadele ettiler. Bu öylesine bir mesajdı ki, insan hayatı değerinin hâlâ anlaşılmadığı bu yaşlı dünyamızda, her anımıza rehberlik etmeliydi, diye düşünüyorum…

Ölümün gölgesinde çizmek

Theresienstadt, Auschwitz-Birkenau, Dachau, Majdanek, Buchenwald, Bergen-Belsen…Bu kamplarında, yüzlerce insan gibi sanatçılar da çaresizce ölümü bekledi. Temerküz kamplarına götürülürken, orada işlerine yarayacak eşyalar yerine ressamlar kalemlerini, boya ve fırçalarını; müzisyenler ise nota, keman ve klarnetlerini almayı tercih ettiler.  Bu insanlar yaşamlarının son anına kadar, minimum imkânla, gizlice yaratmaya ve üretmeye devam ettiler. Resim, müzik veya edebiyat; hangi alanda olursa olsun sanat ve yaratıcılık, yok olmanın eşiğindeki bu insanlar için bir çeşit ölüm fikrini aşma ve yarına tanık bırakma yöntemi idi. Yaptıklarını toprağa gömerek, duvar çıkıntılarına, boru tesisatlarının içine gizleyerek sakladılar. Bu öylesine büyük bir travmaydı ki, kurtulmayı başaranlar yıllar sonra bile kendilerini oradaki hayatı, yaşadıkları zulmü resmetmekten alıkoyamadılar.

Dehşetin şahidi resimler

Kamplarda yapılan resimlerde ortak özellikler olarak yalın çizgiler, hızlı kalem veya fırça darbeleri, az renklilik ve kompozisyonda minimalizm göze çarpar. Ara sıra portrelere, karikatürlere ve manzara resimlerine rastlansa da sanatçılar daha çok kamp hayatını, işkence, ölüm ve çalışma sahnelerini çizdiler.

Günümüzde bazı otoriteler, yapılan resimlerin yerleşik hiç bir sanatsal kural, sınıf ve akıma uymadığını; estetik bir kaygı gütmediğini; konunun özgürce seçilmediğini ve sanatın korkuyu, dehşeti malzeme olarak kullanamayacağını ileri sürerek bunları sanat eserinden çok tarihi belge olarak kabûl etseler de (lost art/kayıp sanat), söz konusu resimler Nazi Soykırımı’nı gelecek nesillere, bir nebze dahi olsa, yansıtması açısından oldukça önemli.

Sanatçılar

Sanatın her dalına büyük önem veren Yahudilerin içinde yüzlerce yetenekli ve gelecek vaat eden, Alman, Polonyalı, Avusturyalı, Çek ve daha birçok Avrupa ülkesinden ressam vardı. Frantisek Moric Nagl, Malva Schaleck, Felix Nussbaum, Leo Haas, Norbert Troller, Otto Ungar, Bedrich Fritta, Joseph Edouard Adolph Spier, Adolf Aussenberg, Friedl Dicker-Brandeis (Theresienstadt’ta çocuklara öğretmenlik yapan Avusturyalı ressam ve öğretmen), Julo Levin, Charlotte Salomon ilk akla gelen isimlerden…

Göreceli iyi koşullarıyla bir vitrin kamp özelliğinde olan Theresienstadt’daki çocuklar da oradaki sanatçıların rehberliğinde, kamptaki yaşamı çocuk gözüyle anlatan resimler yaptılar ki, bunlar SS’ler tarafından diğer ülkelere karşı propaganda aracı olarak kullanıldı. Kamplarda yaratılmış yapıtlardan bazı örnekler vermek isterim.

Felix Nussbaum

1904’te Osnabrück’de doğan Felix Nussbaum, 1938’de Paris’te bağımsız sanatçıların düzenlediği sergiye suluboya eserleriyle katıldı. Pasaportunda iki dilde Yahudi yazan sanatçı savaş başlayınca Belçika’ya sığındı, ancak 1940’ta Belçika polisi tarafından tutuklanarak Saint-Cyprien Kampı’na gönderildi.

Burada zamanını sadece resim taslakları yaparak geçirdi. Daha sonra tekrar Belçika’ya kaçarak resim çalışmalarına devam etti.

20 Haziran 1944’te, savaşın bitimine yakın, Brüksel’de kendisi gibi bir sanatçı olan eşi Felka Platek ile birlikte Gestapo tarafından tutuklanarak Auschwitz’e götürüldü. Sanatçı çift bir daha geri dönmedi.

Leo Haas

Leo Haas “öldürmeyen Allah öldürmez” deyimini doğrularcasına savaştan sağ, eserleri de sağlam olarak kurtuldu.1901’de Troppau’da doğan sanatçı Viyana’da uzun süre basında desinatör olarak çalıştı. 1939-1945 yılları arasında Theresienstadt, Auschwitz, Sachsenhausen ve Mauthausen kamplarında kaldı. Özellikle Theresienstadt’ta, ölümü bekleyen insanların sefaletini biçimsiz ve kaba bir dışavurumculukla çizdi. Resimlerini ve kampta tuttuğu günlüğü saklamaya çalıştığı bir gün, gürültüyü duyan askerler ona ve arkadaşlarına işkence yaparak yerini öğrenmeye çalıştılar; ancak hiçbiri itiraf etmedi. Kurtuluştan sonra 1945’te Theresienstadt’a gelen Haas, bütün resimlerini kusursuz bir şekilde sakladığı yerde buldu. Savaştan sonra Prag’da komünist basına (Rudé Pravo ve R.D.A), Vietnam Savaşı nedeniyle, özellikle Amerikan karşıtı karikatürler çizdi. 1966’da profesör oldu. 1966 yılında Berlin’de öldü.

Julius C Turner

Sanatçı hakkındaki minimum bilgiye karşın, adındaki “C” harfinin gerçek soyadı olan “Cohn”u temsil ettiği biliniyor. Kendisi aynı zamanda Berlin’de Yahudi bir spor organizasyonunda sporcu olarak faaliyet gösterdiğinden Turner soyadını müstear isim olarak almıştı... 20 Ağustos 1881’de Almanya’da doğan Turner grafik, heykel ve resimle uğraşıyordu 1927’de evlendiği Alina Hoeche ile 1936’da Belçika’ya sığındı. Burada Collins soyadıyla yaşadılar. Daha sonra sanatçı bilinmeyen bir kampa sürülerek, orada ölür.

Moshe Rynecki

1881’de Varşova’nın ufak bir köyünde (Miedzyrecze), fakir Hasidik bir ailenin beş çocuğundan biri olarak doğan Rynecki’nin resme olan yeteneği küçük yaşlarında fark edildi. Aldığı dini eğitim ile resim arasında bir çelişki yaşasa da resim yapmaktan vazgeçmedi. Yeşivayı bitirdikten sonra bir Rus Lisesi’ne, ardından da Varşova Sanat Akademisi’ne gitti. Henüz 17 yaşındayken Paula Mittelsbach ile evlendi, bir kızı ve bir oğlu oldu. Okulu bitirdikten sonra daha çok “Simhat Torah", "Synagogue Interior" ve "In the Study” gibi cemaatinin yaşamından kesitler resmetti; ancak onları satmakta başarılı olamadı. İkinci Dünya Savaşı başlayınca Varşova Gettosu’nda yaşamaya mecbur kaldı ve kısıtlı imkânlarla resim yapmaya devam etti. 1943’te götürüldüğü Majdanek Kampı’nda hayatını kaybetti.