Alman Yahudi Toplumu: Bir ikilemin öyküsü

“Bizler göçmen değiliz. Bizler burada doğduk ve bu nedenle başka bir yerin evimiz olduğunu iddia edemeyiz. Bizler ya Almanız, ya da vatanımız yok demektir” / Gabriel Reisser - Devrimci Ulusal Meclis'in Yahudi Başkan Yardımcısı

Holokost
8 Şubat 2008 Cuma

Eda LEVİ, Sara KATALAN

Yahudiler'in Almanya’daki varlıkları, Hıristiyanlığın kuruluşundan çok öncesine, Romalılar dönemine dayanır. Almanya'daki ilk organize Yahudi cemaatine dair en eski belge, bugün Vatikan Kütüphanesi’nde yer alan, imparator Konstantin’in M.S. 321'de yayınladığı bir hükmüdür.

Ortaçağın başlarında, eğitimli ve meslek sahibi bir orta sınıfı temsil ederken, Yahudiler, kilisenin etkisinin artmasına koşut, zor günlerle tanışırlar. Haçlı Seferleri'nin başlaması ve Vatikan’ın siyasetin akışına yön vermesi ile “Haç’ın ve İsa’nın düşmanları” olarak ilan edilirler. Suçlamalar, mahkemeler, engellemeler derken, gettolara kapatılırlar. Sosyal anlamdaki bu dışlanmışlık, 18. yüzyıla gelindiğinde hâlâ devam eden bir gerçektir. Örneğin etrafı büyük duvarlarla çevrili, 300 kişi için düşünülmüş Frankfurt gettosunda, yaklaşık 3000 Yahudi yaşamak zorundadır. Avrupa’nın geri kalanında da durum çok farklı değildir…

Çağdaşlığın büyük habercileri, Rönesans ve Hıristiyan Reformu, modern “aydınlanma kavramına” ve Yahudiler'le diğer Avrupalı azınlıkların özgür kılınmalarına büyük katkıda bulunur. Karanlığın yavaş yavaş da olsa dağılmaya başladığı bu dönemin başında, tıpkı Hıristiyan toplumu gibi, Yahudiler de dini geleneklerinin anlamını yeniden değerlendirdiler.

Moses Mendelssohn ve Haskala

Dini geleneklerin yeniden ele alınması, Alman Yahudi toplumunu derinden etkiler… Avrupa çapında önem kazanan ilk Yahudiler’den “Alman Sokrates” Moses Mendelssohn’un çatısını oluşturduğu Haskala, Alman Yahudileri arasında 1770 – 1880 yıllarında giderek yaygınlaşan  bir “Yahudi Aydınlanma Hareketi” olur. Amaçlanan, Avrupa’da yaşayan Yahudiler’in geniş topluma entegrasyonlarının sağlanmasıdır. Mendelssohn’a göre bunun önemli bir şartı, günlük dil olarak yüksek Almanca konuşulmasıdır. Bunu sağlamak adına, tarihin en olağan dışı çevirisi yapılır ve Tora, İbranice harfler kullanılarak Almanca’ya tercüme edilir. Bu şekilde, Yahudiler Almanca ile tanışırlar. Haskala, zaman içinde diğer Avrupa ülkelerine de yayılır.

Mendelssohn adı Reform hareketi ile beraber anılmaya başlar. Kişi; hem ibadetin gereğini yerine getiren bir Yahudi, hem de aydınlanmış bir Alman olabilir; bu dinin inkârı anlamına gelmez. Nitekim, Mendelssohn’a dinini değiştirmesi için yapılan tüm baskılara rağmen o, “hep Yahudi olduğunu ve her zaman bir Yahudi olarak kalacağını” beyan etmiş, dindaşlarına da şöyle demiştir: “Yaşadığınız ülkenin alışkanlıklarına ve yasalarına uyum gösterin, ama atalarınızın dinini de koruyun. Ancak korunması gereken din akılcı olmalıdır. Mantık Tanrı’nın armağanıdır ve eğer Tanrı’nın kanunu akılcı gelmiyorsa, o zaman insan aklın peşine düşmelidir.”

İkilem: Emansipasyon ve Asimilasyon

Aydınlanma adına verilen tavizler 19. yüzyıla gelindiğinde öylesi boyutlara ulaşmıştı ki, dualar Almanca okunmaya başlanmış, ?abat yerine “Pazar”ları dinlenme günü olarak kabûl edilmişti. Dinin birçok kuralı gibi kaşerut da sorgulanmaya başlanmış, gelenekler birbiri ardına çözülmüş, yaşamın anlamı Yahudi değerlerinden kopma ile bir algılanır olmuştu.

Bu şekli ile Alman Yahudi toplumu aydınlanma ile asimilasyonu ayıran uçurumun eşiğine gelir. Azınlıkta da olsa, bazı Yahudiler topluma uyum sağlamak, Yahudi olarak damgalanmaktan kurtulmak, mesleki haklar elde etmek, sosyal statüyü güçlendirmek, devlet veya akademik alanda memuriyete hak kazanmak için din değiştirirler…

Emansipasyon, bir topluma uygulanan ayırımcı yasaların kaldırılması, vatandaşlık ve eşitlik haklarının kendilerine verilmesidir. Bu anlamda,  Fransız Devrimi'nin öğretileri “kardeşlik, eşitlik, özgürlük” gibi toplumların yabancısı olan kavramların Avrupa’ya yayılması, Yahudi emansipasyonuna zemin hazırlar. Fransız Yahudileri 1791 yılında eşit haklara kavuşurken, aynı yıllarda, Alman Yahudi toplumunun emansipasyonu Haskala’nın bir sonucu olarak gerçekleşir. Yine de Alman Yahudileri hukuk açısından eşit haklara sahip olmak için Alman siyasi birliğinin 1871 yılında Prusya Başbakanı Bismarck’ın demir yumruğu altında birleşmesini bekleyeceklerdir.

Antisemitizm

Aydınlanma çabaları gettoları çevreleyen yüksek duvarları indirmeye başlarken, antisemitizmin olmadığı bir dünyaya ulaşmanın olanaksızlığı da kendini gösterir. Özellikle Bavyera’da 1819 yılında başlayan ve “Yahudilere Ölüm” çığlıkları ile doruğa ulaşan hareketler, emansipasyon yolunda çabalayan Yahudi toplumunun karşısına çıkar. Dayanağını, Kudüs’ün Haçlı Orduları tarafından kaybedilmesi gibi dini motiflerden alan Alman toplumundaki bu öncü antisemit hareketler, zaman içinde Fransa’daki Dreyfüs Olayı'ndan veya tamamen hayal ürünü olan “Siyon Önderlerinin Protokolleri” gibi kitaplardan çokça etkilenecektir.

Buna rağmen 1888’den, Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı 1914 yılına dek sürecek refah dönemi sırasında, Yahudiler Alman kültüründen etkilenmeye devam edecekler, sanatta, bilimde ve ticarette başarılı bir toplum olma yolunda ilerleyeceklerdir.

Prusya önderliğinde kurulan Alman İmparatorluğu'nun artan refahtan güç alması siyasi ihtirasları da beraberinde getirecektir. Oluşan yeni dünya düzeninde diğer büyük ülkelere denk bir konuma sahip olmak isteyen Almanya kendini yavaş yavaş bu yönde bilemeye başlar. Nitekim, Avrupa’da gözle görülür bir şekilde artan gerilimin beklenmedik bir olayla savaşa dönüşmesi ile, Almanlar için ulusal gururu yüceltmenin zamanı gelir.

Savaşın “Getirileri”

1914’te, Almanya’da her sınıftan, her inançtan Alman, zafer umuduyla savaşı ateşli bir coşkuyla karşılar. Uzun yıllardan beri kendilerini yüksek Alman kültürünün üstünlüğüne inandırdıkları için çok sayıda Yahudi genci de orduya yazılmak ve bu tarihi göreve ortak olmak için gönüllü oldu. Sonuçta, Birinci Dünya Savaşı'nda 12.000 Yahudi Almanya için yaşamını verir.

Savaş Almanya'nın yenilgisiyle biter. Bu kayıpla ulusal gurur, tüm umutlar ve imparatorluk daha büyüyüp serpilmeden tarihin sayfalarına gömülür. İmzalanan barış anlaşmasının son derece ağır koşulları, imparatorluktan sonra kurulan Weimar Cumhuriyeti'nin iktidar tarafından yönetilememesi ile pekişince, toplumda hızlı bir sağa kayış başlar. Eski askerlerin oluşturduğu çeteler sokaklara egemen olur, siyasi cinayetler artar… Almanya’ya Sovyet modelini getirme çabası içindeki komünistlere ve Weimar’ın siyasi kadrolarına tepki gitgide büyür. Hem komünistlerin hem de Weimar Cumhuriyeti'ni ayakta tutmaya çalışanların arasında Yahudiler de vardır… Rosa Luxemburg’un 1919 yılında sorgusuz infazı ile 1922’de Weimar’ın Dışişleri Bakanı Walther Rathenau cinayeti, Yahudi kimlikli kişileri aşırı sağ kamuoyunda gündeme getirir.

İşte siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan gitgide kaotik bir durum hâlini alan bu ortam, ırkçı bir düşünceyi iktidara taşıyacaktır. “Deutchland Über Alles” fikri Alman halkını tekrar meydanlara dökecektir; ancak onlara parlak bir gelecek ve bin sene sürecek bir imparatorluk vaad eden Führer Adolf Hitler’i coşkuyla dinleyen kalabalık içinde bu kez Yahudiler olmayacaktır.

Ocak 1933’ta devlet başkanı Hindenburg tarafından başbakan ilan edilen Hitler, bundan 10 yıl kadar önce hapiste kader arkadaşı Rudolf Hess’e dikte ettirdiği Kavgam’da sözünü ettiği fikirleri birbir yerine getirecektir. Önce onbinlerce kitap yakılacak, sonra 1935’te Nuremberg Yasaları doğrultusunda Yahudiler’in vatandaşlık hakları ellerinden alınacak, 1939 Kristal Gece ile sonun başlangıcına, Nazi Propaganda Bakanı Joseph Göebbels ifade ettiği “Yahudi entelektüel çağının sonuna” demir alınacaktır…

Kaynakça:

• Amos Elon “Çöküşe Tırmanış”

• Rabi Benjamin Blech “Geçmişten Günümüze Yahudi Tarihi ve Kültürü”

• Yusuf Besalel “Yahudi Tarihi”      

• en.wikipedia.com