“Sizin için” dört oyun seçtik…

Bugün, ayrıntılı tiyatro eleştirilerinden, “light” oyun tanıtımlarına geçiyoruz – birikenlerin arasından, sizlere önümüzdeki yıl için belirli bir “stok” sunmak için…

-
7 Şubat 2008 Perşembe

 

Bir-iki yıl önce, Şalom Yazı Kurulu’nun deneyimli bir üyesi, “… tiyatro yazılarında, birden fazla oyuna yer veremez misin, her biri hakkında daha kısa yazarak…” türünden bir öneride bulunmuştu. Bence yanlış bir tutum! Bana kalırsa, bir sahne yapıtını yeterince irdelemek, ona gerçekten “hakkını vermek” için yazılacak eleştiri, 1000 sözcük / 8000 vuruştan daha kısa olmamalıdır. Bu konuda ciddi gazetelerde, tiyatro dergilerinde çıkmış yazılara bir göz atmanız yeter, sevgili (ve gerçek) tiyatroseverler… Diğer yaklaşım, “kolaycılık”tan başka bir şey değildir – hem yazar, hem de okur için! Bu bağlamda, yukarıdaki öneriyi yapmış olan arkadaş, Şalom okurlarına belki “yardımcı” olmak istemişti, kendince – gene bir kez dile getirilmiş olan “… okura, okumak istediği konuları/yazıları sunmalıyız…” şeklindeki düşünceye koşut olarak… Ancak, niye de olmasın ki – işte, bu son yazımda sizlere yeni yıl için bazı “stok”lar sunmak üzere, birkaç oyuna birden olduğunca “light” biçimde değineyim…

 

 

Drama ile dans”

 

Nedim Saban nitelikli tiyatroya döndü! “Salı Ziyaretleri”nden sonra daha çok “gişe ile dans” etmiş olan Tiyatrokare, bu kez İsrail’in önde gelen oyuncu/yönetmen/yazar/tiyatro eğitimcisi İtzik Weingarten’in önce ülkesinde, ardından Hindistan ve Yugoslavya’da büyük ilgi görmüş “Babamla Dans” monodramasındaki Suat Sungur’un çok başarılı yorumu ile karşımızda. Geçen hafta Şalom’da Süzet arkadaşımızın bir röportajı yayımlanan Weingarten ile kentimizin bazı özel sahnelerini gezip, “Tiyatro… Tiyatro…” Dergisi  için söyleşmemizin ardından, oyunun prömiyerinde beraberdik. Ömrümde ilk kez bir yazar ile yan yana oturup, onun bir yapıtını izliyor ve arada bir (“çaktırmadan”!) ona doğru bakıp, yüz ifadesinden tepkilerini/düşündüklerini kestirmeye çalışıyordum – değişik bir heyecan..! Kendisiyle daha sonra oyunu tartıştık kısaca, ancak düşüncelerini kendime saklamak istiyorum… Bana kalırsa, spastik bir çocuğun tek desteği olmuş ve ergenlik çağında yitirdiği, bir balet olan babasını anmasını konu edinen oyun, çok daha içten bir yönetim, biraz daha sıcak bir sahne düzeni ve ışık tasarımı ile sahnelenebilirdi; ayrıca bu tür bir oyunda “ara” verilmez… Bundan öte, Nedim Saban’ın tasarladığı ve ünlü dansçı Oktay Keresteci’nin çeşitli kayıtlarını içeren “sis makinalı hologram yöntemi”, her ne kadar ilginç bir yenilik olsa da, gerektiğinden çok yineleniyor ve böylece etkinliğini kısmen yitiriyor. Ne var ki, oyun genel olarak başarısız değil ve bu mevsimin “görülmesi gerekenler”indendir, kuşkusuz. – Ancak beni en çok üzen neydi, biliyor musunuz? Bulunduğumuz prömiyerde, sanatseverlerin çoğunlukta olduğunu varsaydığım bir e-group’a Nedim kardeşimizin yapmış olduğu çağrıya (“I.W. cemaat üyelerimiz ile tanışmak ister”) kulak veren “üyeler”, eşim ve ben dahil olmak üzere, dört kişiydi..!

 

 

“Taptaze Şeyler"

 

Akbank Prodüksiyon Tiyatrosu’nun kapanmasıyla Aksanat’ta tek sahneye inen YeniKuşak Tiyatro,  1963 doğumlu Neil LaBute’nin bundan altı yıl önce Londra’da ilkgösterimi yapılan “Şeylerin Şekli”ni sunarken, nihayet taptaze bir oyun ile karşımızda – zira daha önce sergiledikleri S.Shepard, H.Pinter ve F.X.Kroetz’ün yetmişli ve seksenli yıllarının oyunları, hiç de “yeni” sayılmaz! Bu tipik “gençlik oyunu”nda “Sanat adına ne kadar ileri gidilebilir? Ya aşk adına… neler feda edilebilir?” soruları irdelenirken, çok başarılı bir reji, sahne tasarımı ve oyunculuk izliyoruz, İngiltere’den birkaç yıl önce “ithal” ettiğimiz yönetmen Mehmet Ergen ve dekor/kostüm tasarımcısı Neil Irish, ayrıca başrollerde Esra Bezen Bilgin ile özellikle Bartu Küçükçağlayan tarafınca… Küçük bir ABD kentinin üniversite kampüsünde tanışan Adam ve “Eve”lyne’in, diğer iki arkadaşı ile ilişkilerine ve alışılmadık bir sonuca bağlanan birlikteliklerine tanık oluyoruz, değişik bir devingenlik sergileyen bu ilginç oyunda. Şöyle ki, Prodüksiyon Tiyatrosu’nun çok değerli sanatçılarının eleştirdiği binanın kısıtlı sahne olanaklarını “dikey” biçimde geliştiren Ergen, şu yenilikçi atılımda bulunuyor: Evelyn ile Adam’ın bir sanat müzesinde tanışmalarını içeren oyunun ilk sahnesi, Aksanat’in (eski adıyla) “çok amaçlı salon”unda sergilenirken, izleyiciler ardından “bir üst kata” davet ediliyor ve oyunun hemen tümü, binanın atölye bölümünde sahneleniyor. Son bölüm ise gene bir üst katta tamamlanacak ve ardından izleyiclere ayakta birer çay veya kahve ikram edilecek, oyuncularla sohbet edilebilecektir... – Şimdilik (ne yazık ki) sadece Çarşamba günleri (saat 17 ve 20’de) sahnelenen ve kesinlikle görmenizi önerdiğim bu oyun hakkındaki ayrıntılı eleştirimi, “Tiyatro… Tiyatro…” Dergisi’nin Ocak sayısında okuyabileceksiniz.

 

 

“Oyunu Bozun” !

 

İzleyicilere doğru eğimli siyah bir platform, her iki yanında ondörder yatay spot. Bir saati aşkın süre boyunca bu sahneye tırmanan, kâh üstünde dans eder gibi dolaşan, kâh bacakları açık yatan, kıvranan, altın renkli giysili bir kadın: son olarak “Ashura” ve “Kassandra” oyunlarındaki başarımlarını avuçlarımızı patlatırcasına alkışladığımız Övül Avkıran. Sahnenin sağında oturan Mehmet Ali Alabora, elindeki ilave bir spot ile kendisini sürekli olarak izliyor (denetliyor?); solda ise Mustafa Avkıran, namus kavramlarından hareketle kadınlara uygulanan maddi/manevi şiddetten söz ediyor, örneğin tecavüze uğramış olmanın, “kendi rızasıyla başka bir erkekle birlikte olmaktan” daha kolay izah edilebilirliğini açıklıyor! Erkeğin bu sözleri, siyah platforma satır satır yansıyor; onların üstünde ise odaktaki o yarı ışık - yarı gölgedeki kadın, erkeklerin altında “binlerce yıllık bir ağırlık” taşıdıklarını haykırıyor… - 5. Sokak Tiyatrosu kurucuları Övül ve Mustafa Avkıran çifti, 1995 yılından bu yana kendilerine sordukları ve dünyaya söylemek istediklerini, politik tavırlarının yer aldığı mesajlarını bağımsız yapıtlarda var eden özellikleriyle önemli eserler ortaya koydular. Bu düşünceden hareketle, Meltem Arıkan’ın yazdığı “Oyunu Bozuyorum” başlıklı belgesel oyunda, bir kadının kendi varoluş yolculuğundan yola çıkarak, görmezden geldiğimiz namus/töre cinayetleri, ahlak kavramı, ensest, tecavüz gibi gerçekleri sorguluyor… İlk kez 2006 İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali’nde sahnelenen oyun, bu yaz Zürih Tiyatro Festivali’nde büyük yankı uyandırdı ve halen garajistanbul’da sahneleniyor – muhakkak izlemelisiniz!

 

 

Eşim ile “Hulahop” yapamadık..!

 

Tiyatro Pera’nın Genel Sanat Yönetmeni - bence “her şeyi” (birçok oyunlarının yazarı, tümünün yönetmeni, ve çoğunun başrol oyuncusu) - Nesrin Kazankaya, çağdaş tiyatro ortamımızdaki önemini yıldan yıla arttırıyor. Kendisini geçtiğimiz sezon “Şerefe Hatıralar” ile “en başarılı oyun yazarı” olarak nomine etmiştim ve bu bağlamda, yeni politik oyunu olan “Profesör ve Hulahop”a çok büyük beklentiler ile gittik, ona aynı derecede önem veren eşim ile. Ne var ki, oyunu beğenmiş olan kendisi ile burada küçük bir “ailevi sorun” yaşadık..! Deneyimli sahne sanatçısı Engin Alkan ile rolleri paylaştığı, 12 Eylül dönemini sorgulayan bu oyunu, kendisinin başarılı yönetimi, Nilüfer Moayeri’nin her zamanki gibi sağlam sahne/giysi tasarımı ve üstad Yüksel Aymaz’ın, bu küçük sahnenin her köşesini değerlendiren spot ve huzme çalışmalarına karşın, metni açısından izleyiciyi gerektiğinden fazla yoruyor… Asıl eleştirilecek olan konu, askeri yönetimin gölgesindeki yüksek okul özerkliğinden hareketle fırsatçılık, vurdumduymazlık ve ben-bencilik olacak iken, dozajı fazla kaçmış fizik ile felsefe kuramlarının arasında boğuluyor. Göz alıcı kırmızı kloş elbisesi ile dağ başındaki lokantanın deli-dolu, çocuk ruhlu, alımlı kadın sahibi ile arabası arıza yaptığından buraya sığınan fizik profesörünün arasındaki diyaloglar, bu nedenle uzadıkça uzuyor, etkinliklerini yitiriyor - özetle, sevgili Nesrin Kazankaya’nın çabaları bu kez birazcık boşa gidiyor, bana göre.

 

Değerli “perde”severler, bu oyunlardan öte İBBŞT’nda izlediğimiz, Başar Sabuncu’nun sahneye koyduğu Jean Racine’in “Bayazıt”ı ile Timur Seçuk’un müziklerini yazdığı, Kenan Işık yönetimindeki Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”dan da söz edecektim – ancak yerimiz kalmadı! O halde, sizlere şimdiden sağlıklı, mutlu ve “bol perde”li bir Yeni Yıl dilemem kalıyor…