Cumhuriyetimizin Necîb Evlatları - 2

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın eski başmüfettişi, Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim görevlisi Süleyman Doğu’nun Cumhuriyet’in 84. kuruluş yıldönümüne ithaf ettiği “Türkiye Yahudileri” üzerine eleştirel bir yaklaşım getirdiği metnin devamını yayınlıyoruz

Perspektif
16 Ocak 2008 Çarşamba

Süleyman Doğu

Yahudileri İspanya’ya def etmekten yana olanlar ise 1926 yılından itibaren Cumhuriyet, Milliyet ve Vakit Gazetelerinde yayınladıkları haberler ile halkı galeyana getirmeye çalışmışlardır. İkdam Gazetesi Yahudilere “Hava Kuvvetleri için üç uçak satın alıp sadakatlerini kanıtlamalarını” tavsiye eder.1 Bu eylemler Yahudi göçünü teşvik eden siyasal Siyonist entrikalara gerek kalmaksızın sürdürülür. Öyle ki, Cumhuriyetimizin kuruluşunda 200.000 olarak tahmin edilen Yahudi nüfusu 1927 nüfus sayımına göre 80.000’e (günümüzde ise 20.000 – 25.000’e) geriler. Milli burjuvazi yaratma adına sonuç çabuk alınır. 1926 yılında Y. Niego imzası ile,  “Ha Menora” ismi ile anılan bir dergide yayınlanan bir yazıda “...Atalarımız gibi davranalım, ...yuvamızın dışında eğlenceden, dış dünya içinde gösterişten kaçınalım. Sevincimizi ve bayramlarımızı iç dünyamızda, aile ve tapınaklarımızda kutladığımız eski örf ve adetlerimize dönelim...” ifadesiyle azınlık psikolojisine itilirler2. Artık, bir zamanlar Cemaatin anadili kabul edilen Judeo- İspanyol ve Raşi Alfabesi yalnızca orta yaşın üzerindeki kuşaklar tarafından bilinir hale gelir ve yayın organlarında Latin harfleriyle bu dile kısmen yer verilir3. Asu Mişmeret le mişmarti (engeline bir engel yapılması) gerçekleştirmekle kalmaz, Cemaatin haykırışı Beit HaMikdash’ın duvarlarında yankılanır.

1940’lı yıllara gelindiğinde Nazizmin yükselmeye yüz tuttuğu tarihlerde bazı yayın organları Yahudilerden ve Yahudi kurumlarından reklam kabul etmeyeceğini ilan etmekten dahi çekinmemişlerdir. Cemaati aşağılayıcı ifadelerle yürütülen antisemit kampanya sonucu Yahudi mağazalarına boykot uygulanması, evlerine, iş yerlerine, ibadethanelerine ve kişilik haklarına tecavüz ileri boyutlara varmıştır. İsrail’e gitmek üzere Köstence’den hareket eden ancak 70 gün Türk karasularında tamir bahanesiyle bekletildikten sonra, 769 yolcusu ile batan “Vasul Struma” faciası bu döneme rastlar.4  Mecburi İskan Kanunu’nun gereklerinden yola çıkarak Trakya’dan göçü hızlandırmak sureti ile istenilen sonuçlar çabuk elde edilir5. 1942 yılında çıkarılan Varlık Vergisi ise gayrimüslim azınlıklara karşı ırkçı ve ayrımcı uygulamaları doruk noktasına taşır. Artık İskan Kanunu “Türk Kültürüne” bağlılık teriminde odaklaşmıştır.6 1948’in son aylarından itibaren Türkiye ile Yahudi Ajansı (Jewish Agency) arasında yapılan işbirliği çerçevesinde yaşanılan göç olayının arkasında gayrimüslim azınlık unsurlarından arındırılmış, homojen bir ulus devlet yaratmayı hedefleyen kadroların girişimlerinin de etkili olduğu söylenebilir (Oran, B:2001).

Ne yazık ki gerek o gün gerekse bugün ırkçılığa ve her türlü ayrımcılığa karşı mücadele ülkemizde yaşayan çoğunluğun özellikle aydınlarımızın asli görev sahasına bir türlü girememiştir. Ama günümüzde ulusal azınlıkların talepleri yeni güç dengeleri hesaba katıldığında uluslararası düzen için tehdit oluşturduğuna bakılmaksızın uluslararası ilişkiler düzeyinde tartışılır hale gelmiştir. Nihayetinde “BM İnsan Hakları komisyonu 1991 yılında “ulusal”, “etnik”, “dini” ve “dilsel” kavramlarını “azınlık” kavramının önüne yerleştirerek kendileri açısından yeterli bir tanım üretmiş oldular”7. Bu tanım AB Komisyonunun İlerleme Raporları’na da aynen yansımıştır; esin kaynağı olmuştur8. O gün milli burjuvazi oluşturmanın önünde engel görülenlerin bugün ulusal borsamızın %72’sinin, bankalarımızın %42’sinin yabancıların eline geçmesinden sorumlu tutulmaları insafsızlık olacaktır. Yoksa haddini aşanlar zıddına mı dönmüştür? Her şey aslına mı rücu etmiştir?

Öte yandan yine günümüzde en fazla üzerinde durulması gereken hususlardan biri de, Lozan Antlaşmasının 37. maddesi kapsamında yer alan ve madde 39/4’te vurgulanan “Herhangi bir Türk uyruğun, gerek özel gerekse ticari ilişkilerinde din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiç bir kısıtlama konulmayacaktır” hükmüdür.

12 Eylül 1980 sonrası “Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları” ile getirilen yasaklar giderek sosyolojik entegrasyona zarar vermekle kalmamış, Türkiye’den göçü hızlandırmış, antisemitizm de bunu beslemiştir. Tabular yıkılmadan özgürleşemeyeceğimiz bir ortamda kendimiz ile cesaretle yüzleşmek de pek mümkün görülmemektedir. Buna rağmen özellikle az gelişmiş ülke demokrasilerinin gelişmiş ülke demokrasileri tarafından tecrit edilmek istenmesi gayretleri, karşılaşılan sorunların halli için klasik demokrasi kavramı dışında yeni çözüm önerileri gerektirmektedir. Bu konudaki teorik çalışmaların katılımcılık düşüncesi etrafında yoğunlaştığı görülmektedir. Toplumsal güvenin sağlanmasında birleştirici stratejinin temelini, özgür ve eşit bireylerin demokratik taahhütler etrafında bir araya gelmesi ile toplumun yeniden inşa projesi oluşturmaktadır. Katılımcı demokrasinin yönetebilme gücüne sahip olması, siyasi istikrarın da varlığına bir delildir. Aksi takdirde yönetilme zorluğuna itilen ülkeler kötü senaryolara malzeme yapılmaktan kendini kurtaramaz. Bunun nedeni, birleştirici demokratik idealin arka planını oluşturan spesifik koşullar arasında dağıtıcı eşitliğe gönderme yapılması kadar toplumsal güvenin sağlanmasında birleştirici stratejinin üzerinde durulmuş olmasıdır9. Bilindiği kadarı ile kendilerini güvensiz hisseden insanlar, kolektif eylemin gerektirdiği riskleri göze alacak kadar özgür değildir (Baumann, Z.2000)10. Devlet, toplum vicdanının meşruiyet kazanmış halidir; müşfik ve sabırlı, geçmişten dolayı sorumluluk duyabilme cesareti ile özdeşleşmiştir.

Tarihsel gerçekleri ele alan bilimsel çalışmalar bu noktada gördüklerimizi açıklayabilir ama hislerimize tercüman olamaz. Zira soykırıma (génocide) uğramış toplumlar tahammül güçlerine bakılmaksızın saldırgan olur ve kendilerine yönelik her hareketi tehdit olarak algılar. Türk etnik yapısı (ethnique) bunu unutmuş görünüyor. Cumhuriyetimizin necip evlatlarına hareket alanı bırakınız ki, özlem duydukları birlikte yaşamaya cesaret edebilsinler. Bugün birlikte yaşama azmimiz, öğrenme azmimiz nefrete ağır basmıştır. Bu arada akıl penceremize duvar örmeyi sürdürür isek akli faaliyetlerimizi boğazlamış oluruz. Artık kabul edilmelidir ki Türkiye siyasal olmaktan ziyade sosyal alanda bir dönüşüme muhtaçtır. Türkiye Yahudilerine reva görülen eza (jew- baiting) bunun bir göstergesi olmaktan çıkarılmalıdır. Onların 1948 yılından bu yana İsrail’e olan kayıtsız şartsız desteklerinin Türkiye’ye olan sadakatlerine zarar vermediğine Türk kamuoyu inanmıştır. Çifte sadakat (dual loyalty) fikri üzerine kurulmuş olan ilişkilere dayanılarak her iki ülkenin bidayetten beri çıkarları savunula gelmiştir. Kabul edilmelidir ki İsrail tarihi birikimin bir mirası, k’hal adath yisra’el (dünyadaki tüm Bene- İsrail’in) gözünde teolojik bir kavramdır; Moşe’ye ve Judaizm’e bağlı olanları temsil ettiği kadar, “pax Hebraic” kimliğin de korunması sorunudur. Diğer bir ifadeyle, Türkiye Yahudileri idealdeki amaçları İsrail’i korumak olduğu kadar, İsrail Hükümetlerinin de temel sorumluluğu birlikte yaşadığımız vatandaşlarımız için yeni bir yaşam kaynağı olmuştur. Türkiye Yahudileri, İsrail’i tanıdığı ölçüde, tarihsel ıstırabını unutmadan; zaferi tanımış olmanın hazını duyabilmeli, bu hakkı kendisinde görebilmelidir. Zira “İsrail” olmasaydı Diaspora, zaferi değil yalnız önceki ıstırabı bilecekti… İsrail’in yeniden doğuşunu sadece vatandaşları sağlasaydı, etkisi sınırları dışında pek duyulmayacaktı… Hiçbir millet mecbur kaldığı için veya kendi isteğiyle Yahudiler kadar evrensel veya evrenselci olamamıştır” (Wiesel, E.1996)11  Onların her biri Türkiye’de yaşadıkları sürece Galut (sürgünde) sayılmadıklarından dolayı da Neturei Karta (Yerushalayim’in Gardiyanları)dır.

Şövalye Chevalier de Ramsay’ın 270 yıl önceki Nutku’ndan yola çıkarak, dünya büyük bir cumhuriyete doğru koşar adım yol alırken, Türkiye dinî, dilsel ve etnik açıdan farklı olduğunu iddia eden yapılardan her birinin bir aile, her bireyin de küçük bir çocuk sayıldığı büyük bir cumhuriyetten başka bir şey olmadığını kanıtlamak zorundadır; bu yöndeki bir özlemi gidermeye mecburdur. Bunun için sadece içeride değil, komşuları ile dahi bütünleşmeye gayret göstermek bir çaredir; bu çareyi inkara yönelmek ise İstanbul’un yüzyıllarca sürdürdüğü tarihi mirasın kavşağında12  yalnızca bağnazlık olacaktır.

Şairin dizelerine kulak veriniz:

 

Biz İspanya’dan geldik,

Alnımızda birer damga

Yolumuzda binlerce tuzak

Eksildik / yeniden doğduk

Çan sesinin karanlık gecesinden

Ezan sesine / aydınlanarak

***

Güldük / gülmeye hasret

Sevdik / sevmeye

Ne güzel umutla yaşamak

Paylaşıp kokusunu bir gülün

Bağrında sevgiyle

Anadolu / anakucak13

***

Yazgı gibi alnımıza kazılı bir vatanda

Bir bir üstüne ne yapsak en kutsal umutlarla14

 

Beşivtehem Laşalom;

Ki Malahav Yetsade Lah,

Lişmorha Behol Deraheha Adonay15

 

 

 

(1) Eva Groepler. İslam ve Osmanlı Dünyasında Yahudiler. Türkçesi: Süheyla Kaya. Belge  Uluslararası Yay. İstanbul 1998

(2) Yekup Barakas’tan naklen. Türkiye’ de Yahudi Toplumları. Telaviv, 1987. Ayrıca kaynak bkz. 17. a.g.e.

(3) Bkz. haftalık Şalom, aylık Tiryaki yayın organları

(4) Tasviri Efkar Gazetesi, 25 Şubat 1942

(5) Rıfat N. Bali. 1923’ten Günümüze Türkiye Yahudileri -  Gayri Resmi Bir Yaklaşım.   Folklora Doğru, 61.

(6) Ed. Oran, Baskın, Türk Dış Politikası, cilt1, İletişim Yay., İstanbul, 2001

(7) Jennifer Jakson Preece. Ulusal azınlıklar ve Avrupa Ulus- Devlet Sistemi. Çeviren  Ayşegül Demir. Don Kişot Yay., 2001

    Ayrıca bkz. Declaration on the Rights of Persons Belonging to National or Ethnic, Religious and Linguistic Minorities (1992);   Declaration on the Rights of Minorities, Avrupa Konseyi, Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Sözleşmesi (1992).

(8) Bkz. 6 Kasım 2007 tarihli son AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu.

(9) Cohen J., Rogers J. (1992) Secondary Associations and Democratic Governance. Politics and Society, 20 (4).

(10) Baumann, Z. (2000). Siyaset Arayışı. Çev. Tuncay Birkan. Melis Yay. İstanbul

(11) Wiesel, Elie, Denemelerinden, Bugünün Yahudisi, Cep Kit., 1996, İstanbul

(12)  “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kanun Tasarısı” ndan.

(13) Ventura, Avram. Beş Yüz Dallı Akasya, şiir. Broy Yay. No: 126,İzmir, Ağustos 1993. “İspanyol Bayrağına Kan Sıçradı”, s. 47, 49

(14) Ventura, A. Sevgidir Yaşayan, şiir. Sanat Koop. Yay., İzmir, 1985. “Cumhuriyet Aydınlığında”, s. 62

(15) Oturuşunuz barışla olsun; Aşem (Adonay) = Tanrı Senin çıkışını ve gelişini şimdiden sonsuza kadar koruyacak Talmud’a dayandırılan ilahi’den.

(*) Fotoğraflar: Stanford J. Shaw’ın ‘The Jews of the Ottoman Empire and the Turkish Republic, New York University Press, 1991’ adlı kitabından alınmıştır.