Sibel CUNİMAN PİNTO / Paris
Düşünür müsünüz bazen... kısır bir döngüde hisseder misiniz kendinizi? Yıllar içinde sürekli “bilinmez bir geleceğe” ertelediğiniz planlarınız var mıdır?
Hadi okul bitsin sonra…
Şu yeni işe başlayayım sonra…
Hadi evlendikten sonra…
Biraz daha para biriktirelim, krediyi kapatalım da sonra…
Çocuklar biraz daha büyüsün sonra…
Şu emeklilik işi hallolsun sonra…
Hadi bu kış geçsin de sonra…
Acaba aklımızın gerisine itelediğimiz «ertelediklerimizle» küçücük hayatlarımıza hapsolmuş mu yaşıyoruz? Evimiz, işimiz, eşimiz/sevgilimiz, çocuklarımız, ailemiz, arkadaşlarımız, dostlarımız… pek tabii ki geçmişimiz ve gelecek beklentilerimiz… Benim gözlemim çoğumuz istediğimiz, arzu ettiğimiz gibi değil de “olması gerektiği gibi” yaşamaya çalışıyoruz! Gerçekten düşünüp de söylemek istediklerimizi söyleyebiliyor muyuz, yapmak istediklerimizi yapıyor istemediklerimize «hayır, yapmayacağım» diyebiliyor muyuz? Geçmişimizle ilgili sırlarımız var mı? Gelecek planlarımızı, hayallerimizi en yakınlarımızla paylaşabiliyor muyuz? Hatta halen hayallerimiz var mı? Ya da görmezden mi geliyoruz onları, erteliyor muyuz? Satranç oyunu gibi mi oynuyoruz yaşantımızı? Hayat beklenen adımı atacak ben de ardından «gereken» adımı… Ya o adım sizin düşündüğünüz gibi çıkmazsa?
Yaşamın bir tren yolculuğuna benzetildigi hikayeyi çoğunuz bilir, ya yolculuğa birlikte başladığınız kişi(ler) daha erken kalkıp inmeye karar verirse? Kendi yolculuğunun ne kadar, nereye kadar süreceğini bilen de var mı ki? Peki dolu dolu yaşayabiliyor muyuz belki de çok kısa sürecek yaşamımızı? Dürüst müyüz kendimize ve çevremize, hatta kendi gerçeğimizi yaşıyabiliyor muyuz? Bir an durup da kendimizi, yaptıklarımızı/yapmadıklarımızı hangimiz gerçekten sorgulayabiliyor? Klişelerden uzaklaşıp kendimize şöyle dışardan objektif bakarsak ne düşünürüz acaba? Yoksa hayatlarımız birer “kurgu”dan mı ibaret sadece?
Paris’e ilk taşındığımda uzun yıllardır görüşmediğim bir üniversite arkadaşımla randevulaşmıştık. Acaba o kadar yıl aradan sonra nasıl birbirimizi tanıyacağız diye düşünürken... Evet, tabii ki yıllar her ikimizi de değiştirmişti ama gözler, işte onlar hiç değişmiyor, hiç yalan söylemiyor... Buluştuk, sarıldık, öpüştük, uzun uzun eskiyi yadettik, dertleştik. Ikimiz de yaşamlarımızdan bahsettik. «Memnun musun» dedim? «Hiç düşünmeye vaktim yok ki» dedi… Çok çarpıcı gelmişti ilk anda, ama ardından... Size de tanıdık, bildik geliyor mu? Paris’te, Istanbul’da, Milano’da, New York’da olsun çok bir fark yok, yaşamlar aşağı yukarı hep aynı.. sadece dekor değişiyor.
Kendinizle başbaşa kalabildiğiniz anlarda bir düşünün. Yaşanmışlıklarınızı bir değerlendirin. Gelecek bir bilinmez, asıl yaşanan an bugün… Ve yeter ki bir gün gelip geri baktığımızda yaşamlarımız boşa geçmemiş olsun, yaşadıklarımız, yaptıklarımız bizi tatmin etsin, içimizi ısıtsın, dudaklarımızda hoş bir gülümse bırakabilsin.
Bugünkü ruh halime çok denk düşecek, sevgili Ismail Cem’in(nur içinde yatsın) Veda adlı çok sevdiğim şiirini aşağıda paylaşacağım sizlerle… Sevgiyle kalın.
VEDA
Çok ileri bir tarihte
Çok yaşlı olarak
Sessizce ayrılmalıyım
Kimseye pek gözükmeden
Ve kimseyi rahatsız etmeden.
*
Masamın üzerinde
Dünden kalan işler
Tamamlanmamış yazılar
Okunmayı bekleyen kitaplar
Ve anılar ve umutlar.
*
Filleri kuyruğundan çekerek
Tepeleri aşırtmaktı görevim
Günler bitti filler tükenmedi
Ben elimden geleni yaptım
Gerisini siz tamamlayın.
*
Boşa geçmedi hayatım
Daha fazlası olabilirdi ama
“Buna da şükür” demeliyim
Işte sevgili dostlar
Ben böyle veda etmeliyim.