Sanatin yadsinamayan mucizesi: Hanuka, anilar ve Yehoram Gaon

Sara YANAROCAKBu haftaki gazete programımı geçen hafta saptamıştım bile! Ama Yehoram Gaon ve Hanuka Mucizesi kavşağında bir çarpışma oldu. Pazar akşamı Neve Şalom Sinagogu`nda verdiği konseri izlerken, sanatçının sesi ve şarkıları beni; geçmişime ve Yehoram Gaon`un yaşamış olduğu bir olayı sizlerle paylaşma noktasına geti

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Yehoram Gaon İsrail’in en önemli aktör ve şarkıcılarından biri. İlk şöhretini 1960’lı yıllarda İsrail’in Yom Atsmaut (Bağımsızlık Günü) törenlerinde söylediği duygusal memleket şarkıları ve Ladino dilinde söylediği şarkılarla (kantika) kazandı. Söylediği şarkılar için de“Roza Roza”, “Kilometre Taşları”,”Yeteri Kadar Sevmemiştim” ve “Yeruşalayim” adlı şarkılar asla belleklerden silinemez.
Yehoram Gaon Kudüs doğumlu. Sefarad bir ailenin oğlu. Babası birkaç kuşak Kudüs’lü bir aileden gelirken, annesi İzmir’li Sara Hakim, İbranice öğretmek üzere İzmire görevle gelen adamın peşinden Kudüs’e gelin gitmiş. Böylece Yehoram dünyaya gelmiş.
Yehoram Gaon ömrü boyunca Kudüs’lü olmakla gurur duymuş olan bir insan. Bunu her fırsatta dile getirir. Çocukluğunun “Kutsal Kudüs” kavramı onu her dem duygusallaştırır.
Okul yıllarında oyun yeteneği ve güzel sesi sayesinde neredeyse tüm okul gösterilerinin yıldızıdır. Askerlik yılları da aynı çizgide devam eder. Askeri müzik grubuna dahil olur, hatta İsrail’in en önemli Tiyatrolarından biri olan Cameri Tiyatrosu’nda sahneye çıkar. Askerliğini tamamladıktan sonra 60’lı yılların başında “Yarkon Köprüsü Üçlüsü” adlı grubu, bugünün ünlü sanatçıları olan Arik Einstein ve Benny Amdursky ile birlikte kurar. Bir ara ABD’ye gider ve orada tiyatro oyunculuğu eğitimi alır. Dönüşünde 1967 yılında “Kazablan” adlı bir İsrail Müzikalinde başrol oynamaya başlar. Sahnedeki başarıları Kazablan’dan sonra “Sonsuz yol”, “Benim Kudüs’üm” müzikalleri, “Yakında ve En Sevdiklerimle” adlı tv dizisi ve “From Toledo to Jerusalem” adlı yarı belgesel yarı müzikal bir sefarad filmi ile devam eder. 30’dan fazla müzik albümü ve “Yolun Ortasında” adlı kendi kaleme aldığı bir otobiyografisi vardır. Şimdi onun yaşadığı gerçek öyküye hep birlikte kulak verelim.

Yehoram’ın Brit- Mila armağanı
Beer- Sheva’dan Tel- Aviv’e uzanan otoyol boyunca arabasını kullanan Yehoram’ın yorgunluktan başı önüne düşüyor, uyumamak için kendini zor tutuyordu. Tek istediği başını direksiyona dayayıp uyumaktı. O denli yorgundu ki! “Kazablan oyununu kaç kez oynadım? 500 mü, yoksa 550 miydi?” diye düşünürken şarkıların notaları ve sözleri beyninde uçuşuyordu. Kafası içine jeton atılan, böylece yuvarlanıp içinden şeker veren bir plastik balon gibiydi. Yorgun, sürekli çalışan ama içi rengarenk şekerlerle dolu bir oyun makinesi.
Bugün Beer- Sheva’da matine ve suare olmak üzere üstüste iki kere “Kazablan Müzikali”ni oynamıştı. Oyunda Yafalı genç bir delikanlıyı canlandırıyordu. Kendini bazen rolündeki karakteriyle özdeşleştiriyordu. Tıpkı şarkıdaki sözler gibi “Bir aktörün hayatı bir dönme dolap gibidir, bir aşağı iner, bir yukarı çıkar”
İkibin kişiye hitap etmişti o gün. Sonra yorgun argın yüzündeki makyajı silmiş, alelacele üstünü değiştirmiş ve eve doğru yola çıkmıştı. Eve gidince ne olacaktı. Başını yastığa koyar koymaz uyuyakalacaktı. Zordu işi zor, hem de pek çok! Birden panikle yerinden sıçradı yine uyuklamaya geçerken nerdeyse bir kamyonun altında kalacaktı. “Tanrı’ya şükür” dedi ve yine gözkapakları ağırlaşmaya başladı. Ne oyundu ama bugünkü! Öyle bir oynamıştı ki, seyirciler arasındaki küçük bir kızın hüngür hüngür ağlamaya başladığını ayrımsamıştı. Hafifçe ve keyifle gülümsedi. “Sanat nasıl bir güç?” dedi. “İnsanları ister güldürüyor, ister hüzünlendiriyorsun. Herşey senin elinde. Aniden utandığını hissediyorsun. O küçük kız senin yüzünden ağladı mesela.”
İnsanları üzmeye hakkı varmıydı? Mesela rahmetli sevgili babası onun mimar veya mühendis olmasını hayal ederken, kendisi ona aktör olacağını söylediğin babası Moşe David Gaon’un gözlerindeki hayal kırıklığını bugün gibi hatırlıyordu şimdi. Onun istediğini yapmamıştı. Kafasının dikine gitmişti. İlk sahneye çıktığında içinde hissettiği yalnızlık duygusunu anımsadı. Sırtı ürperdi. Ah babası şimdi onu görebilseydi; o mutluydu. İşini yaparken kendini cennette hissediyordu. Yorgunluk falan hep fasa fiso şeylerdi.
Tel- Aviv yakınlarındaki Ramat Gan’daki evine vardığında saat çok geç olmuştu. Annesi Sara derin bir uykudaydı. Köşedeki masa hayran mektuplarıyla doluydu. O bir popstardı çünkü. Gerçi halkın hayranlığı ve sevgisi onu mest ediyordu ama, bazısı da çekilmiyordu doğrusu. Mesela sabaha karşı eve gelmiş, baygın gibi uyurken sabah 9’da kapı çalınıyor, kapıda iki genç kız “Merhaba, biz Yehoram’ın hayranlarıyız, o evde mi? Onu görmek istiyoruz.” Derlerdi. Annesi içini çekerek oğlunu uyandırır, “misafirlerin var” derdi. Kalksan bir dert, kalkmasan başka bir dert. İşte o zaman çok kötü oluyordu.
Yehoram’ın gözü en üstteki telgrafa takıldı. Meraklandı ve açıverdi; içinde şunlar yazılıydı “Şalom. Biz Kudüs’te yaşayan ve sana hayran olan bir çiftiz. Müzikalin “Kazablan” için aylar öncesinden 2 bilet aldık. Tam oturup heyecanla perdenin açılmasını beklerken, karımın doğum sancıları tuttu. Hastaneye gittik. Bebeğin adını “Yehoram” koyduk. Senin oyununu izleyememiştik ama çocuğumuza senin adını verdik. Eğer brit mila töreninde onu kucağına sen alıp, kirve olursan onur duyarız. Seni çok seviyoruz.
Yehoram elinde telgrafla kalakaldı. Bu nasıl bir sevgiydi böyle? Bu öykü ona yürek çarpıntıları vermişti. O kadar duygulanmıştı ki. Hemen törene katılmaya ve sürpriz bir armağan vermeye karar verdi. Bunun verdiği mutlulukla yatağına yattı ve aynı adaşı küçük Yehoram gibi, bebekler gibi uyuyakaldı.
Birkaç gün sonra, söylenen tarihte Yehoram bir otobüs tuttu. Otobüste “Kazablan” müzikalinde oynayan bütün sanatçılar ve teknik ekip hazırdı. Kudüs’e doğru yola çıktılar. Törenin yapılacağı lokale gelince Yehoramı gururla bekleyen genç baba yanındaki büyük kalabalığı görünce, şaşkınlıktan nutku tutuldu. Yehoram onun koluna girerek içeri girdi ve ona “beni Kudüs’e davet ettiğin vakit bunu reddedemezdim. Çünkü ben burada doğdum, burada büyüdüm. Kudüs benim yuvamdır. Çocuğuna benim adımı verdiğini yazdın. Seni nasıl reddederdim ki? Hele ikinizin de oyunumuzu izlemek isteyip de, sonunda bunu başaramadığımızı duyunca sizi mutlaka sevindirmem gerekir diye düşündüm. Törenden sonra sahnede “Kazablan” oyununu oynayacağız.”
Genç baba ağlamaya başladı, sevinçten tabii ki. Genç anne ise bu heyecanı kaldıramadı ve bayıldı.
Önce anneyi ayılttılar. Babayı sakinleştirdiler. Altın işlemelerle süslü beyaz battaniyeye sarılı minik bebeği Eliyahu Annavi’nin koltuğu denilen iskemleye, yerleşmiş olan Yehoram Gaon’un kucağına verdiler. Brit- Mila töreni gerçekleşti. Misafirler yiyip içerken sahne hazırlandı. Yehoram ve sanatçı arkadaşları kostümlerini giydiler. Orkestra ışıklar tamamdı. Ve perde... Yehoram sahnede “Kazablan” müzikalini oynarken genç anne sandalyesinde oturup mutluluktan hem ağlıyor, hem de gülüyordu...
İşte sanatın mucizesi. Yehoram Gaon pazar akşamı Neve Şalom sinagogunda beni elimden tutup, şarkılarıyla ilk gençliğime, ilk heyecanlarıma, baba evindeki odama, posterlerime ve pikabımın üzerinde ki Yehoram / Rosa Rosa longplayini zevkle dinlediğim gençkızlığıma götürdü.
Bu bir Hanuka gecesinde olduğu için, Hanuka Bayramı’nın bana bu yıl küçük bir mucize armağan ettiğini düşündüm.
Her şey için teşekkürler...

Öykümün kaynağı:
A journey with the State of Israel (Yehoram, the Godfather)