11 Eylülde yaşanan dehşetin ardından dünya kamuoyu desteğini alarak önce Afganistana daha sonra da Iraka savaş açan ABD, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına kıyasla uluslararası ortama hakim olan temel eğilimlerin değiştiğini açıkça ortaya koydu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında uluslararası ilişkilerin şekillenmesinde fikir önderliği yapmış olan H.J. Morgenthauya göre uluslararası ilişkilerde temel unsur devletti. Devletlerarası ilişkileri ise ulusal çıkar ve ulusal güç kavramları belirlerdi. Ancak günümüz politikalarında yaşanan olaylar sonucunda savaşların devletlerarasında yapıldığı kavramı değişti. Artık savaşlar devlet ile uluslararası meşruluğu olmayan terör grupları arasında olmaya başladı. Bu yeni oluşan zemin ABDnin Iraka karşı başlatmış olduğu savaşta demokrasi yolunda teröre son kampanyası ile belirginlik kazanmış oldu. Bir devletin bir başka devlete terör başlığı altında başlatmış olduğu mücadelede de ulusal güç ve ekonomik çıkar aradığı açıkça ortada. ABDnin Irakta başlattığı savaşın ve açtığı onca yaranın gizli perde arkasında yalnızca Saddam Hüseyini devirip kimyasal ve biyolojik silahları bulmasının yanı sıra bu menfaatler açıkça görülüyor.
Amerikan dış politikasının vazgeçilmez fikir adamlarından Henry Kissenger, 2004 yılında yaptığı bir açıklamada Irakta seçimleri Şiilerin kazanması sonucunda bir Şii teokrasisi kurulacağını belirtmişti. Nitekim, Şiiler seçimi kazanıp hükümeti kurduktan sonra Irakta Sünnileri dışlayan bir politika izlenmeye başlandı. Kissenger, Şiilerin başa gelmesi ile Irak parçalanabilir tezini ortaya sunmuştu. ABD bir taraftan Irakta Şiilerin siyasal iktidarı üzerinde tutması gerektiğini savunarak bir altyapı oluşturmalarına destek verirken diğer taraftan Şiiler iktidar olursa Irak parçalanır söyleminden vazgeçmiyordu. ABDde son dönemde Senatonun Irakın Şiiler, Suniler ve Kürtlerden oluşan üç bağımsız bölgeye ayrılmasını destekleyen bölünme planını gündeme getirmesi Arap Dünyasını ve Türkiyeyi alarma geçirdi. Irakta bağımsız bir Kürt Devletinin kurulması Türkiye için kabul edilmez iken, petrol rezervlerinin Şii hakimiyeti altında toplanması Arap Dünyası açısından mümkün değil. Amerikan senatosunda yayınlanan bu bildiri ve işgalden sonra atılan tüm adımlar Irakın zamana yayılmış bir parçalanma süreci içine sokulduğunun açık ifadesidir.
Irakın üçe bölünme düşüncesi yeni bir fikir değil. ABDdeki dış ilişkiler komitesinde görevli emekli profesör Leslie Gelb, Amerika'nın Delaware Eyaleti senatörlerinden Joseph R. Biden ve Chatham House'da görev yapan Ortadoğu uzmanı Dr. Gareth Stansfield 2006 yılında hazırladıkları bildirgede mezheplerin temel alındığı federal bir yapı, hatta Irak'ın üçe bölünmesi için gayret göstermişti. Ancak bu rapor Bush tarafından reddedildi. Bush Hükümetinin bu önergeyi reddetmesinin arka perdesinde ekonomik çıkarlar yatıyor. Güney Irakta olası bir Şii devletin kurulması, kesinlikle ABD ekonomik çıkarlarına ters düşüyor. Güney Irakta olası bir Şii devletin kurulması halinde İran buraya kolaylıkla müdahale edebilir ve petrol rezervlerine el koyabilir. İranın böyle bir ekonomik gücü ele geçirmesi ABDnin işine gelmez. Diğer taraftan Kuzey Irakta oluşacak bir Kürt devleti yalnız Türkiyenin değil İran ve Suriyenin de işine gelmez. Çünkü bu oluşum komşu ülkelerdeki Kürt azınlıkları da cesaretlendirerek harekete geçirebilir. Bu da hiçbir ülkenin milli çıkarları ile örtüşemez. Güneyde savaş halinde olan Türkiye için olası bir Kuzey Irak Kürt Devletinin kurulması Türk askerinin bu bölgeye de sıçramasına neden olur. Bu durum ABDnin hiç işine gelmez. Uzun zamanda Irakın bölünme sürecinin son safhası da 15 Ekim 2005de kabul edilen ve anayasada yer alan bir kanunla Kerkükte 2007 sonunda yapılacak referandum. Bu referanduma göre Kürt ve Türkmen ailelerin sınır dışı edilmesi engellenecek ve Kerkükün sınırları genişletilecek. Referandumun zamanında yapılıp yapılmayacağı ise merak konusu.
Sonuç olarak Irakın üç farklı küçük devlete bölünmesi pek olası görünmüyor. Irak için federal bir çözümün mantığa uygun olup olmadığı ise bu tür bir çözümün hayata nasıl geçirileceğine bağlı. Irak halkının çoğunluğunun böyle bir çözümü kabul etmediği, ayrıca etnik ve mezhep temizliklerine rağmen ülkedeki bölgelerin de kendi içinde homojen olmadıkları ayrıca mezhepler arası siyasi güç kavgalarının da ciddi boyutlarda devam ettiği gerçekleri bugün için geçerli. Bu gerçekler geçerliliğini korumaya da devam edecek. Bu nedenle gerek ABD Senatosunda sunulan rapor gerekse de 1990larda Bosnada yaşanan dehşeti çözmek için ortaya atılan güç paylaşımı düzenlemelerini andıran Biden Bildirgesi soruna bir çözüm yaratacak nitelikte değil. Arap Dünyasının da en büyük endişesi, Irakın bölünmesi halinde etnik çatışmalar, iç savaş ve sınır ötesi operasyonlar ortaya çıkabilir. Bu tarz bir çatışma elli yıldır Ortadoğunun vazgeçilmez sorunu olan İsrail- Filistin meselesinden bile daha kanlı bir şekle bürünebilir.
Bugün üzerinde durulan asıl konu ise, Irak'ın çöküşe uğraması durumunda felaketin bölgeye yayılmasını önlemek için Ortadoğu sorununa uygun yeni bir güvenlik paketinin oluşturulmasıdır. Bunun için Irak sorununun çözümüne ülkeye komşu ülkelerin de katkıda bulunması kaçınılmaz olmuştur. Ancak buna rağmen komşu ülkelerin Irak'taki taraflara etkisi yine de oldukça sınırlı.
Bu bağlamda, İngiliz uzmanlar da Irak sorunun çözümü kapsamında belki de en önemli üç soruya cevap bulmayı başaramadı: Mezhep içi çatışmalar nasıl sonuçlandırılabilir? Bugüne kadar federal bir devlet yapısına en çok karşı çıkan grup olan Sünniler, böyle bir devlet yapısının, Şiilerin hâkimiyetindeki merkeziyetçi bir devlet yapısına oranla, kendilerine daha fazla siyasi güç garanti edeceğine nasıl ikna edilebilirler? Birbiriyle kavgalı mezheplerin soruna siyasi bir çözüm bulma gayreti göstermeleri için, hangi yola başvurulmalı?
Irak bölünme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Irakın kuzeyinde bir terör örgütü vardır. Bu sorun Türkiyenin içiyle ilgilidir ve onun sınırındaki Irakla ilgilidir. Kuzey Irakta Türkiyedeki terör sorunu, Türkiyedeki terör sorunu ile Irakın bütünlüğü konusundaki sorunlarımız birbirinden ayrılabilir mi? Ayrılamaz. Bu kendi içinde dokusal sorunları çözerken gerçekten Türkiyenin çok sağlıklı, çok tutarlı politikalar üretmesi ve bunları uygulaması da kaçınılmaz bir durumdur.