Hizbullah`da milliyetçiliğin gelişimi

İki hafta önceki yazıda işlendiği üzere Hizbullah`ın kuruluş tarzı ve ideolojisinin temeli Ayetullah Humeyni`nin siyasi ve dini fikirlerini yansıtmaktaydı. Günümüzde giderek güç kazanan Hizbullah`ın eline fırsat geçtiğinde İslami bir devlet kurma çabalarına ağırlık vereceğine kesin gözüyle bakılıyorSabi VARON

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Bugün de Hizbullah’ın yapısında hala dini öğeler olduğu yadsınamaz. Örneğin örgütün lideri konumundaki Hasan Nasrallah, her ne kadar bir “karar mercii” olmasa da bir din adamıdır. Aynı zamanda İran Lideri Ali Hamaney tarafından Lübnan’daki temsilcisi olarak ilan edilmiştir.  Teorik olarak Ali Hamaney, Nasrallah’ın üstü ve Hizbullah’ın lideridir.
Bunun dışında genel karar alma mekanizmaları içerisinde din adamları halen oldukça etkilidir.
Fakat günümüzdeki son olaylarda Hizbullah giderek Lübnanlı, Arap milliyetçisi bir parti ve örgüt olarak da öne çıkmaktadır. Hizbullah’ın bu gelişiminde hem geldiği kökleri hem de Lübnan iç savaşından sonra gelişen politik ortam etkili olmuştur.

Hizbullah’ın kuruluşu,
Lübnan Şii toplumu

Hizbullah’ın kuruluşunun temelleri Musa Al- Sadr’ın “Mahrumlar Hareketi” ve sonrasında kurduğu AMAL’a dayandırılabilir.
Hem AMAL hem de sonrasında Hizbullah’ın temel taban aldığı kitle Lübnan Şii cemaatiydi. Bu toplum modern Lübnan tarihinde politik ve sosyo- ekonomik olarak ezilmiş konumdaydı.
Lübnan 1943’te Fransa’dan bağımsızlığını kazandığında, Maruni Hıristiyan ve Sünni Müslüman liderler cemaatlere ayrılmış bir yönetim yapısında anlaştılar. 1932’de Fransızların yaptığı nüfus sayımının sonucunda şekillenen güç dengelerine göre Hıristiyan ve Müslüman milletvekili 6/5 oranında şekillenirken, Devlet Başkanı’nın Maruni, Başbakan’ın Sünni, Meclis Başkanı’nın ise Şii olması kabul edildi. Devlet Başkanı geniş yetkilere sahipken, Başbakanın yetkileri daha az, Meclis Başkanının ise yetkileri oldukça sınırlıydı. 
İlerleyen yıllarda Şiilerin sayısı hızla artmasına rağmen bu durum değişmezken varolan yapı Marunilerin Lübnan politikasına hüküm sürmesine, Şii nüfusunun ve yaşadığı yerlerin (özellikle Güney Lübnan olmak üzere) ihmal edilmesine neden oldu
İsrail kurulduğunda göç eden Filistinli mültecilerin Güney Lübnan’a yerleşmesi, ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün bölgede devlet içinde devlet haline gelmesi, yörede sık sık İsrail ve yerel gruplarla çatışması zaten ekonomik durumu iyi olmayan Güney Lübnan’daki Şiilerin Lübnan’ın varoşlarına taşınmasına ve bir araya gelmesine yol açtı. Bu politik ortam da Şii militan aktivizminin doğmasını sağladı.
Bu politik ortamda ortaya çıkan ve aynı zamanda bir Şii din adamı olan Musa Al- Sadr Şiilerin ve genel olarak ezilmişlerin haklarının savunulması için Mahrumlar Hareketi’ni başlattı. Bu hareket Şiilerin haklarını koruyan aynı zamanda yardımda bulunan bir sivil toplum kuruluşu (STK) görevini görüyordu. Fakat 1970’lerin sonunda patlak veren Lübnan İç Savaşı bu hareketin militan kolu AMAL’ın oluşmasına neden oldu.
AMAL, Lübnan İç Savaşı’nda savaşan taraflardan herhangi birine dönüştü ve popülerliğini kaybetmeye başladı.
Fakat AMAL’ın lideri Musa Al- Sadr’ın Libya’da kaybolması ve 1979 yılındaki İran Devrimi Şii aktivistlere yeniden hareket kazandırdı.
1982’de İran’ın Bekaa vadisine 1500 civarı Devrim Muhafızını buradaki Şii militanları eğitmek için yollaması ile AMAL’dan kopan militan gruplar İran’ın yardımı ile bir araya geldiler. Daha sonra birleşen militan grupların politik kanadı Hizbullah adını alırken Hizbullah’ın askeri kanadı ise İslami Direniş adı ile ortaya çıktı.
Hizbullah’ın kuruluş bildirisinin geçen yazıda da ele alındığı üzere Şii İslam’ını temel alıyordu. Bildiride Hizbullah’ın herhangi bir Lübnan partisi olmadığı ve genel Müslüman ümmetinden oluşan bir hareket olduğu, Lübnan’da bir İslam devleti kurmayı amaçladığı duyuruluyordu.
Fakat bu bildiride Hizbullah’ın diğer yönü de görülebiliyordu. Hizbullah bastırılmış ve ezilmiş Şii’lerin haklarını savunmak ve en önemlisi, Lübnan’da bulunan yabancı güçleri ülkeden uzaklaştırmak amacı ile direniş de belgeye girmişti.
Hizbullah’ı dünyaya duyuran eylemler de Lübnan’da bulunan Amerikan, Fransız ve İsrail askerlerine yönelik intihar saldırıları olmuştu.
Bu direniş örgütünün özelliği Hizbullah’ın diğer Lübnanlı militan gruplardan sıyrılmasını sağlayacağı gibi Hizbullah’ın Lübnanlılaşmasında da etken olacaktı.

Taif Anlaşması:
1990’da Lübnan İç Savaşı, Taif Anlaşması ile sona erdi. Taif Anlaşması Lübnan’ı bölgelere bölüyor ve milletvekillerinin yine 1943 anlaşması gibi cemaatlere dayalı kotlara bağlı olarak seçilmesini öngörüyordu.  Hıristiyan-  Müslüman milletvekili oranı 1/1’ yapılıp, Sünni Başbakan’ın yetkileri arttırılarak Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşitlik sağlanmaya çalışılıyordu.
Hizbullah ilk başta Taif’e muhalefet etti çünkü cemaatsel kotalara bağlı yönetim biçimini kabul etmiyordu. Zira bu yeni yönetimde de Şiiler artık sayısal olarak kalabalık cemaat olmalarına rağmen yine politik olarak güçsüz konumda kalmışlardı. Ayrıca Taif Anlaşması ülkedeki tüm militan grupların silah bırakarak siyasete atılmasını ön görüyordu.
Bu aşamada Hizbullah tehdit altındaydı. Silah bırakma bir anlamda örgütün sonu olabilirdi. Çünkü 1990 öncesi yıllarda Hizbullah dini karakteri ile ön plana çıkan, Hıristiyan Lübnan yönetimini saymayan, Lübnan’da İslami bir devlet kurmak istediğini söyleyen gizli, gizemli ve marjinal bir örgüttü. Ülkeyi işgal eden Suriye’nin de silah bırakmayı reddeden ve devlet içinde devlet olacak bir örgütü hoş görmeyeceği de açıktı. Örneğin 1987’de Suriye ordusu Beyrut’un güney varoşlarına operasyon yapıp Hizbullah ile çatışmıştı.
Değişen politik ortamı fark eden Hizbullah bunun üzerine bir halkla ilişkiler çabasına girdi ve Hizbullah’ın bir mezhep militan örgütü değil, dış işgalcilere karşı direniş örgütü olduğu vurgusu yapıldı. Böylece Hizbullah ilk defa gizli bir İslami cihat örgütü yerine milli bir direnişçi olarak popülerlik kazanmaya çalışıyordu.
Hizbullah’ın aslında iç savaşa karışmamış olması ve genel olarak dış güçlere karşı çarpışmış olması ve İsrail’e karşı Hizbullah’tan istifade etmek isteyen Suriye’nin de etkisi ile Hizbullah İslami direniş örgütü statüsü ile silah bırakmaktan kurtuldu.
Buna karşılık olarak da Hizbullah silah bırakmamasını sağlayan Taif anlaşmasını ve getirdiği politik sistemi, en azından görünüşte, kabullenmiş oldu. Bu da Hizbullah’ın Lübnan politik sistemine girerek Lübnanlılaşmasında en önemli etken oldu.
Geri kalan militan grupların çoğu dağıtılınca Hizbullah Güney Lübnan’daki İsrail varlığına direnişi tekeline aldı.

Direniş örgütü olarak Hizbullah’ın Lübnanlılaşması
Hizbullah’ın direniş örgütü karakteri ve silah bırakmaması daha sonraki çatışmalarda da hem örgütün Lübnan’da kabul görmesini hem de Lübnanlılaşmasını sağladı.
2006’daki Lübnan- İsrail savaşının ertesinde görülen popüler Hizbullah desteği aslında bir ilk değildi: Bu savaştan on yıl önce, 20 Mart 1996’da Ali Aşmar adlı Hizbullah militanının intihar saldırısında iki İsrail askeri hayatını kaybedince, İsrail Gazap Üzümleri adındaki operasyonuna başladı. Bu operasyon çerçevesinde İsrail Güney Lübnan’da büyük bir askeri operasyon düzenledi. Operasyonda Güney Lübnan’da altyapının bombalanması ve Kana’daki BM Karargahı’na isabet eden bomba sonucunda sivillerin ölmesinin ardından Hizbullah Lübnan’da popüler destek kazandı. Lübnanlılar Hizbullah’ı direniş örgütü olarak kabullenirken Hizbullah’a Hıristiyanlar da dahil tüm Lübnanlılardan bağış geldi.
1997’de Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah’ın oğlu Hadi Nasrallah, İsrail ordusu ile çatışma sırasında ölünce Hizbullah’ın Lübnan halkı arasındaki popülerliği yeniden arttı.
Hizbullah bunun üzerine tüm cemaat ve mezheplerin katılabileceği “İsrail’e Karşı Savaşan Lübnan Tugayları”nı kurdu.  Böylece Hizbullah’ın direnişi Lübnan toplumu geneline yayılırken milli bir direniş olarak gördüğü kabul de artmış oldu.
2000 yılında İsrail Güney Lübnan’dan çekilince Lübnan’da Hizbullah’ın silah bırakması yeniden gündeme geldi.  Fakat Hizbullah bu sefer Lübnan- Suriye sınırında İsrail’in Şeba çiftliklerinden çekilmediğini bahane ederek silah bırakmayı reddetti.
Şeba çiftliklerini İsrail ve BM Suriye’nin Golan bölgesinde kabul ediyor, ve İsrail’in 1967 savaşından sonra işgal ettiği Suriye topraklarından sayıyordu. Fakat Şeba çiftlikleri Hizbullah’a göre Lübnan topraklarında bulunuyordu, bu sebeple İsrail Lübnan’dan tamamı ile çekilmemişti, Hizbullah direnişe devam edecekti.
2006 yılında Hizbullah’ın İsrail askerlerini kaçırmasının ardından başlayan savaşta İsrail sert tepki verince ilk başta Hizbullah’ın desteğinin azalacağı tahmin ediliyordu. Gerçekten de savaşın ilk günlerinde Hizbullah’a Lübnan’da tepkiler mevcuttu. Bunun yanında İran- Irak’taki Şii Militanları- Suriye’nin Şii sayılan Alavi (Türkiye’deki Alevilikten farklı) mezhebine ait yönetimi ve Hizbullah’ın tüm Müslüman dünyasını hakimiyetine alacak bir Şii ekseni oluşturmasından endişe eden Sünni Müslüman liderler Hizbullah’ı şiddetle eleştirmişti.
Fakat savaş uzayıp İsrail bombardımanı sürüp İsrail kara operasyonu olarak fazla ilerleyemeyince Hizbullah Lübnan’da yeniden destek gördü. Bunun yanı sıra Müslüman ülkelerde yaşayan Sünniler Hizbullah’ın savaşını Hamas’a ve Filistinlilere destek, İsrail’e karşı direniş olarak görmeye başladılar. Böylece Lübnanlılar ve Arap halklar kendi hükümetlerinin söylemlerine karşın Hizbullah’ı desteklediler.
Ateşkes ilan edilmesinin ardından Hizbullah bu durumu yandaşlarına ve Lübnanlılara ilahi bir zafer olarak sunarak Lübnan’da önemli bir faktör olduğunu yeniden gösterdi.

İran’ın dini etkisinin azalması
Hizbullah’ın Lübnanlılaşmasında bir etken de İran’ın dini olarak etkisinin Hizbullah üzerinde azalmasıydı.
Hizbullah ilk kurulduğunda Humeyni’nin dini ve politik düşüncelerini takip ediyor, ideolojisini ve eylemlerini bunlara dayandırıyordu. Örgüt 1985’teki ilk manifestosunda İran'ı ve İran’ın dini görüşünü temel alan bir Pan- Şiist, Pan- İslamist ideolojisini ortaya koyuyordu.
Günümüzde de Hizbullah hala İran’dan destek alan, İran’a yakın bir örgüt olsa da, Hizbullah üzerindeki İran kontrolü ve ideolojisi Humeyni’nin 1989’da ölümü ile azaldı.
Her ne kadar Hizbullah Humeyni’nin halefi Ali Hamaney’i taklit mercii ve lideri kabul etse de Hamaney’in liderliği giderek politikten ziyade dini bir kapsama girdi. 1995’te Hamaney Hizbullah lideri Nasrallah’ı Lübnan’daki temsilcisi ilan etti. Bu örgütün İran’dan özerkliğini biraz daha arttırıyordu. Daha önemlisi Nasrallah’ın Hamaney’in temsilcisi ilan edilmesi, Hamaney’i takip eden Lübnanlı Şiilerin verdiği dini vergiyi Nasrallah’ın bağımsız bir şekilde toplaması anlamına geliyordu.
Hizbullah’ı İran/Fars kaynaklı bir Pan- Şiizm’den uzaklaştıran bir diğer etken de Ayetullah Muhammed Hüseyin Fadlallah oldu.
Fadlallah Musa al- Sadr ve Humeyni gibi Irak’ın Necef kentinden çıkan bir din adamı ve “taklit mercii” olarak Lübnan’daki Şiiler üzerinde etkilidir. Hem Fadlallah hem Hizbullah aralarında organik bir ilişkinin varlığını kesinlikle reddetmektedir, fakat Hizbullah’ın bir çok üyesinin Fadlallah’ı ruhani lider olarak kabul ettiği görülmektedir.
Fadlallah, dinin hükümet üzerinde daha limitli bir etkisi olması gerektiğini savunan,  Hizbullah’ın Lübnan politikasına dahil olmasını destekleyen, Hizbullah’ın seçimlerde din öğesini kullanmasını eleştiren bir lider olarak dikkat çekmektedir. Ayrıca Fadlallah Şii İslam’ını bir Arap dini lider olarak İran’ın Fars temelli olarak şiizmi tekeline almasına engel olan bir lider olarak ön plana çıkmaktadır. Bu da Hizbullah içerisinde Arap milliyetçiliğinin de yer kazanmasında faktör olmuştur.

Suriye Etkisi
Hizbullah’ta Arap Milliyetçiliğinin yeşermesinde bir etken de Suriye olmuştur. Sünni Arap bir İran- Irak - Suriye- Lübnan Şii ekseninden endişe etse de Suriye’nin Şiiliğinin ne kadar ön plana çıktığı tartışmalıdır. Sünni çoğunluğa sahip Suriye’de yönetimin Şiilikten sayılan Alavi mezhebinin yönetimde olması dikkat çekici de olsa, bu yönetim bir Baas yönetimidir. Yani Arap milliyetçisi, Laik bir ideolojide olduğu iddiasındadır.
Suriye’nin Lübnan’da yıllar süren işgali sırasında da Suriyeliler “Arap Kardeşliği” retoriğini sık kullandılar. İsrail’e karşı mücadelede Suriye ile ortaklık kuran Hizbullah’ın da bu ideolojiden etkilenmesi kaçınılmazdı. Günümüzde de Hizbullah’ın Filistinli militanlara destek verirken Arap milliyetçiliğinin de faktör olduğu görülmektedir.  

Hizbullah’ın politik parti olması ve Müslüman olmayan gruplar arası ittifaklar
Hizbullah’ta bir Lübnan/Arap milliyetçiliğinin yeşermesi ve Taif sonrası politik durum örgütü Müslüman olmayan gruplarla diyalog kurmaya itti. İç savaşın sona ermesi ve diğer tüm militan grupların politik partiye dönüşmesi ile Hizbullah’ın da politik partilere katılması söz konusu oldu.
Hizbullah’ın Humeyni’nin geçersiz ve kanundışı ilan ettiği Lübnan sistemine dahil olması örgüt içerisinde tartışma yarattı. Ayrıca örgütün 1985 manifestosunda Hıristiyanların semavi din üyesi olarak saygı görecekleri bildirilmekle beraber İslami bir yönetimde yerleri olamayacağına dair işaretler veriliyordu. Örgütün kendi iç tartışmasını ancak o sırada dini lider olarak ağırlığı bulunan İran lideri Ali Hamaney’e danışarak aşabildi. Hamaney’in icazet vermesi üzerine Hizbullah Lübnan’daki seçimlere katılmaya karar verdi.
Lübnan politik sistemi bölgelere ve cemaatsel kotalara göre ayrıldığından Hizbullah’ın diğer mezheplerdeki gruplar ile ittifak yapması da gerekli konuma geliyordu. Yani reel- politiğin de getirdiği gerekçeler ile Hizbullah Lübnan’da bir şeffaflaşma ve diğer cemaatlere karşı açılma hareketine girdi.
Hizbullah’ın sivil yardım örgütleri de bu atılımda faydalı oldu. Hizbullah’ın Şii’lere yardım için ağırlıklı olarak Şiilerin yaşadığı bölgede kurdukları sivil örgütler bölgede bulunan diğer cemaatlere de yardımda bulunuyordu. Yani Hizbullah’ın sivil toplum kuruluşları, kendisinden önce gelen Musa Al- Sadr’ın örgütleri gibi Lübnan toplumunda kabul gören bir “mahrumlar hareketi” oluşturuyordu.
1992’de Marunilerin Patriği’ne yapılan ziyaret ve 1997’de papaya yazılan mektup ile devam eden açılım ve müttefik edinme politikası günümüzde Hizbullah’ın Maruni lider Michael Aoun işe yaptığı ittifak ile devam etmektedir.

Günümüzde Hizbullah’ın dini ve milliyetçi yaklaşımları
Tüm gelişmelere rağmen Hizbullah’ın tamamen dini bir ideolojiden sıyrılıp milliyetçi bir örgüt olmasını beklememek gerekir.
Hizbullah’ın her dönüm noktasında politik ortamın gerektirdiği kararları aldığı, ve dini kaygıların da tamamen kaybolmadığı görülmektedir.
Örneğin yukarıda belirtildiği gibi Hizbullah’ın seçime katılma kararı ancak dini tartışmalar sonunda, Hamaney’e danışılarak alındı.
Hizbullah “İsrail’e Karşı Savaşan Lübnan Tugayları”nı kurduğunda İslami Direniş üyeleri bu oluşuma katılmadı. İslami Direniş’in yeri milli direnişten ayrı tutuldu. Bugün de Hizbullah milli direniş, Arap kardeşliği gibi kavramlara vurgu yapsa da Şii temelli şahadet kavramlarından da vazgeçmemiştir.
Bunun yanında Hizbullah’ın seçim propagandalarında dinden faydalandığı da görülmektedir. Örgüt yandaşlarının seçimlere katılmasını ve Hizbullah’a oy vermesini dini bir zorunluluk olarak sunmaktadır.
Hizbullah’ın dini yönetim konusunda ise yumuşama gösterdiği gözlemlenmektedir. Hizbullah’ın 1985’te yayınladığı ilk manifestosunda İslami bir devlet kurma isteğini duyurmuştu fakat, Hizbullah’ın millileşme ve açılma sürecinde liderleri İslami devletin teorik bir amaç olduğunu ve zorla Lübnan’a kabul ettirmek gibi bir niyetleri olmadığını defalarca açıkladılar. Nasrallah ve yardımcısı Şeyh Naim Kasım değişik röportajlarda İslami devleti ancak halkın çoğunluğu kabul ederse getireceklerini, bu çoğunluğunda %51’in ötesinde bir çoğunluk olması gerektiğini bildirdiler. Hatta yakın zamanda Hizbullah’ın bayrağında bulunan İslami devrim ibareleri yerini İslami direnişe bıraktı.
Fakat şu veya bu şekilde Hizbullah İslam devleti arzusundan tamamen vazgeçtiğini de ifade etmemektedir. Hatta her İslami hareketin ve bu hareketlerin üyelerinin İslami bir devlet kurma ihtiyacını hissettiği belirtilmektedir.
Hizbullah’ın değişiminde reel- politiğe uygun olarak davranıyor olması gerçeği de göz ardı edilmemelidir.
Giderek güç kazanan bir Hizbullah’ın eline fırsat geçtiğinde İslami bir devlet kurma çabalarına ağırlık verip milliyetçilikten vazgeçmeyeceğini iddia etmek güç görünmektedir.